Temmuz 2012’nin başlarında günlük takip ettiğim blog olan Sirenin Sesi’nde iki kitap
naçizane tavsiye ediliyordu. Birisi Juan Pablo Villalobos’un Tavşan Deliğinde Fiesta’sı,
diğeri Paul Auster’ın Timbuktu’su. Ertesi gün gittiğim kitap dükkanında Villalobos’u görüp hemen aldım (Paul Auster’ın kitabını bulamayınca Thomas Bernhard’tan yana tercihimi kullandım).
Eve geldim ve şok: Kitap gerçekten de çok iyiydi! Bu kadar iyi bir kitap beklemiyordum
doğrusu. Tavşan Deliğinde Fiesta, novella denilebilecek türde kısa bir eser. Üstelik sayfa
düzeninde satır aralarına mesafe konularak okumanın ritmi rahatlatılmış. Kitabın kapağında ise farklı bir karton malzemesi kullanılarak özenli basıldığı açıklanmaya çalışılmış. (Daha önce böyle bir karton kapak malzemesini, Orhan Pamuk’un İngilizce kitaplarının basımında görmüştüm).
Tavşan Deliğinde Fiesta, 1973 yılında doğan Villalobos’un ilk romanıdır. Portekizce,
Almanca, Fransızca, İngilizce gibi birçok dile çevrilmiştir. Meksikalı karakterlerimiz
alışageldiğimiz Meksika mafyasının bir kısmını sunuyor bizlere. Hiikâyeyi Meksika’nın en
büyük mafya babalarından birinin oğlunun ağzından okuyoruz. Bir nevi, çocuk ağzından
anlatılan ve içine masumiyet serpiştirilen narko-terör edebiyatına göndermedir.
Hikâyeyi mafya babasının oğlu Tochtli’nin ağzından dinlerken, babasının mafya işlerini
merak edebilirsiniz ya da işin polisiye kısmını. Ancak Tochtli bunların hiçbirine değinmiyor, çünkü babasının gerçek hayattaki dünyasını tam anlamıyla bilmiyor. Babası onu duvarları sağlam bir şatoda yaşatıyor ve Tochtli dışarıyı sadece özel öğretmeni tarafından kendisine anlatıldığı kadarıyla biliyor. Tochtli’nin bu hayatta en çok istediği şey ise Liberyalı bir cüce suaygırına sahip olmak. (Bu istek hikâyenin ana iskeletini oluşturuyor). Ayrıca şapkadan tavşan çıkarır gibi sözlükten kelime çıkarıyor, bu yüzden her gece yatmadan önce sözlük okuyor. Küçük yaşına rağmen zor kelimelerin anlamını bilebiliyor. Dünyanın her köşesinden gelen devasa şapka koleksiyonu ise onun için ayrı bir önem taşıyor.
Tochtli’nin üslübuna dair bu cümleyle bitirelim o vakit: “İşte burada hikâyenin sefil kısmı başlıyor: Biri milyonlarca peso kazansın ve sonra da aslında yazar olmak istediği için mutsuz olsun. İşte bu sefil bir durum.”
Tuna Bahar
twitter.com/tuna_bahar
6 Ağustos 2012 Pazartesi
31 Temmuz 2012 Salı
Şiirlerin peşi sıra gitmek isteyenlere
"Şair burada ne anlatmak istemiş?" cümlesi bir edebiyat dersi sıkıcılığı taşır; zorlamadır, afakidir, sahicilikten uzak gelir. Muhtemelen çoğumuz bu soru yanıtlanırken sıkıldık, cevapları da unuttuk; ama şairlerin nasıl olup da o dizeleri oluşturabildiklerine, neler yaşayıp da böylesi cümleler yazabildiklerine dair meraklarımızı hiç yitirmedik. Çoğunun yanıtını bulamadık, kimini kulaktan dolma ‘edebiyat dedikoduları’ ile geçiştirdik.
Haluk Oral ise bu soruların yanıtlarını bir tarihçi titizliğiyle araştırmış ve mısraların peşi sıra aklımıza düşen soruları bir edebiyatsever gibi yanıtlamış.
Haluk Oral, bir matematik profesörü. Bir İmzanın Peşinden ve Arıburnu 1915 kitaplarını anımsayanlar olabilir. Şiir Hikayeleri’nde, Haluk Oral, bir edebiyat arkeoloğu gibi şiirlerin neden yazıldığını, şairlerin o dizeleri yazarken nelerden etkilendiklerini, neler yaşadıklarını anlatıyor. On bir hikaye yer alıyor kitapta.
"Sana gitme demeyeceğim / ama gitme Lavinia / yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim / incinirsin yine de sen bilirsin." dizelerini Özdemir Asaf’a yazdıran kadını anlatıyor, aralarındaki ilişkiyi, dönemin ünlü isimlerini, yaşayışlarını…
Necip Fazıl’ın, "Kaldırımlar"ı hangi sokaklarda, neler düşünerek yazdığına değiniyor:
"Ona Kaldırımlar’ı yazdıran bir arayıştır, kumarı bu arayışta bir araç olarak kullanır. Ama Paris onun için artık bitmiştir zorunlu olarak yurda döner."
"Saflığın ve sadeliğin huzuru yerine, zoru aramanın çilesini tercih etti Necip Fazıl, varoluşunu ancak acı çekerek hissedebilen bütün insanlar gibi..."
Ve Nazım’ın "Kurtuluş Savaşı Destanı" şiiri üzerindeki çalışmalarını…
Ahmed Arif’in "Hasretinden prangalar çürüttüm" mısrasını “Hasretinden prangalar eskittim” şeklinde değiştirmesi... "Çürüttüm kelimesindeki "ü" ler önce kulağımı sonra gönlümü tırmaladı.” dediğini okuyunca, bir şairin her bir dizeye nasıl da gönül verdiğini hissediyor insan.
Ve Şiir Hikayeleri, daha başka hikayelere, Ahmet Haşim’e, Melih Cevdet’e, Yahya Kemal’e, Oğuz Atay’a, Orhan Kemal’e rastlıyorsunuz.
Şairlerin, yazarların ve dizelerin peşi sıra bir yolculuğa çıkıyorsunuz…
Şiir Hikayeleri, okuduklarının peşinden gitmek isteyenlere iyi gelecek bir kitap. Ve her kütüphanede olması gereken, kıymetli bir eser.
Merve Uzun
twitter.com/merveuzun
Haluk Oral ise bu soruların yanıtlarını bir tarihçi titizliğiyle araştırmış ve mısraların peşi sıra aklımıza düşen soruları bir edebiyatsever gibi yanıtlamış.
Haluk Oral, bir matematik profesörü. Bir İmzanın Peşinden ve Arıburnu 1915 kitaplarını anımsayanlar olabilir. Şiir Hikayeleri’nde, Haluk Oral, bir edebiyat arkeoloğu gibi şiirlerin neden yazıldığını, şairlerin o dizeleri yazarken nelerden etkilendiklerini, neler yaşadıklarını anlatıyor. On bir hikaye yer alıyor kitapta.
"Sana gitme demeyeceğim / ama gitme Lavinia / yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim / incinirsin yine de sen bilirsin." dizelerini Özdemir Asaf’a yazdıran kadını anlatıyor, aralarındaki ilişkiyi, dönemin ünlü isimlerini, yaşayışlarını…
Necip Fazıl’ın, "Kaldırımlar"ı hangi sokaklarda, neler düşünerek yazdığına değiniyor:
"Ona Kaldırımlar’ı yazdıran bir arayıştır, kumarı bu arayışta bir araç olarak kullanır. Ama Paris onun için artık bitmiştir zorunlu olarak yurda döner."
"Saflığın ve sadeliğin huzuru yerine, zoru aramanın çilesini tercih etti Necip Fazıl, varoluşunu ancak acı çekerek hissedebilen bütün insanlar gibi..."
Ve Nazım’ın "Kurtuluş Savaşı Destanı" şiiri üzerindeki çalışmalarını…
Ahmed Arif’in "Hasretinden prangalar çürüttüm" mısrasını “Hasretinden prangalar eskittim” şeklinde değiştirmesi... "Çürüttüm kelimesindeki "ü" ler önce kulağımı sonra gönlümü tırmaladı.” dediğini okuyunca, bir şairin her bir dizeye nasıl da gönül verdiğini hissediyor insan.
Ve Şiir Hikayeleri, daha başka hikayelere, Ahmet Haşim’e, Melih Cevdet’e, Yahya Kemal’e, Oğuz Atay’a, Orhan Kemal’e rastlıyorsunuz.
Şairlerin, yazarların ve dizelerin peşi sıra bir yolculuğa çıkıyorsunuz…
Şiir Hikayeleri, okuduklarının peşinden gitmek isteyenlere iyi gelecek bir kitap. Ve her kütüphanede olması gereken, kıymetli bir eser.
Merve Uzun
twitter.com/merveuzun
28 Temmuz 2012 Cumartesi
Can sıkıcı her şeyden uzaklaşmanın tam zamanı
Trabzon’da sırtını denize dönmüş
bir deli hastanesi, doktorundan hastasına içerideki tüm insanların şaşırtıcı
yaşam öyküleri. Okundukça çoğalan, çoğaldıkça Türkiye panoramasına dönüşen
keyifli, eğlence dolu bir roman.
Suzan Defter’de anlattığı aşk hikâyesi ile okuyucuyu derinden sarsan Ayfer Tunç, Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi kitabında herkesi kahkahalara boğuyor. Bir hastane hem Trabzon’da hem de deli hastanesi olunca okuyucuya sadece bu keyfi çıkarmak, nerede olursa olsun kendini tutamayıp kahkaha atmak kalıyor. Doktorların hastalardan daha sorunlu olduğu, herkesin ne ektiyse onu biçtiği, intikamları kişilerin değil hayatın ta kendisinin aldığı bu hastaneye hepiniz davetlisiniz.
Karakterlerin, mekânın ve bir ucu on dokuzuncu yüzyıla dayanan, bir ucu günümüzde olan zamanın ustalıkla kullanıldığı kitap edebiyata yeni başlayanlar için de bir roman tekniği dersi niteliğinde. Kısacası bu kitabın yazarının tanrısallıkla bir ilgisi var ve okuyucular da kitap bittikten sonra bu tanrısallıktan nasibini alıyor. Bu aralar canınızı sıkan bir şeyler varsa daha fazla üzerine gitmeyin, keyfinizin yerine gelmesi için Ayfer Tunç güzel bir reçete hazırlamış, tadını çıkarın.
Suzan Defter’de anlattığı aşk hikâyesi ile okuyucuyu derinden sarsan Ayfer Tunç, Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi kitabında herkesi kahkahalara boğuyor. Bir hastane hem Trabzon’da hem de deli hastanesi olunca okuyucuya sadece bu keyfi çıkarmak, nerede olursa olsun kendini tutamayıp kahkaha atmak kalıyor. Doktorların hastalardan daha sorunlu olduğu, herkesin ne ektiyse onu biçtiği, intikamları kişilerin değil hayatın ta kendisinin aldığı bu hastaneye hepiniz davetlisiniz.
Karakterlerin, mekânın ve bir ucu on dokuzuncu yüzyıla dayanan, bir ucu günümüzde olan zamanın ustalıkla kullanıldığı kitap edebiyata yeni başlayanlar için de bir roman tekniği dersi niteliğinde. Kısacası bu kitabın yazarının tanrısallıkla bir ilgisi var ve okuyucular da kitap bittikten sonra bu tanrısallıktan nasibini alıyor. Bu aralar canınızı sıkan bir şeyler varsa daha fazla üzerine gitmeyin, keyfinizin yerine gelmesi için Ayfer Tunç güzel bir reçete hazırlamış, tadını çıkarın.
Ümran Kio
25 Temmuz 2012 Çarşamba
Türkü gibi içten şiirler
"Ah kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya."
Gülten Akın'ın ilk şiirleri, İkinci Yeni akımının yaygınlık kazandığı döneme rastlar. 1970'lerdeki toplumsal sıkıntılar, aşk, ayrılık ve yalnızlık temaları bu şiirlerde yoğundur. Kadın sorunlarından felsefi sorunlara uzanan geniş bir perspektifte, çok keskin bir yalnızlık duygusuyla kaplı karamsar bir şiir üslubuna sahiptir Gülten Akın.
"Tutulmuş dağ yolları oklar ve tuzaklar
Biri dostluk adına bağışlar çirkinliğimizi
Düz yollara düşeriz yeniden oksuz ve tavşansız
Yılgın savaşçılarız, sevgiler ürküttü bizi."
Okurken bu tip dizelerden çıkarılacak sonuç genelde sevgisizlik, kıymet bilmeme ve hüzün olacaktır hiç şüphesiz. Nadir de olsa yergilerle karşılaşmak mümkündür. Bu yergilerde baskıcı katı yasaklar, çifte standartlı insanlar ve tutkularından uzakta yaşamaya zorlanmış karakter görebiliriz.
"Sana büyük caddelerin birinde rastlasam
Elimi uzatsam tutsam götürsem
Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak
Anlasan."
Oyun, anlatı ve deneme türünde de eserleri olan, bazı şarkılara şiirleri karışmış, yaşayan büyük şairlerimizden Gülten Akın'ın şiirlerinden seçme yapılarak hazırlanan bu kitap; özellikle şairi tanımak için güzel bir başlangıç olacaktır. Deli Kızın Türküsü, bir anadolu türküsü kadar içtendir.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
Durup ince şeyleri anlamaya."
Gülten Akın'ın ilk şiirleri, İkinci Yeni akımının yaygınlık kazandığı döneme rastlar. 1970'lerdeki toplumsal sıkıntılar, aşk, ayrılık ve yalnızlık temaları bu şiirlerde yoğundur. Kadın sorunlarından felsefi sorunlara uzanan geniş bir perspektifte, çok keskin bir yalnızlık duygusuyla kaplı karamsar bir şiir üslubuna sahiptir Gülten Akın.
"Tutulmuş dağ yolları oklar ve tuzaklar
Biri dostluk adına bağışlar çirkinliğimizi
Düz yollara düşeriz yeniden oksuz ve tavşansız
Yılgın savaşçılarız, sevgiler ürküttü bizi."
Okurken bu tip dizelerden çıkarılacak sonuç genelde sevgisizlik, kıymet bilmeme ve hüzün olacaktır hiç şüphesiz. Nadir de olsa yergilerle karşılaşmak mümkündür. Bu yergilerde baskıcı katı yasaklar, çifte standartlı insanlar ve tutkularından uzakta yaşamaya zorlanmış karakter görebiliriz.
"Sana büyük caddelerin birinde rastlasam
Elimi uzatsam tutsam götürsem
Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak
Anlasan."
Oyun, anlatı ve deneme türünde de eserleri olan, bazı şarkılara şiirleri karışmış, yaşayan büyük şairlerimizden Gülten Akın'ın şiirlerinden seçme yapılarak hazırlanan bu kitap; özellikle şairi tanımak için güzel bir başlangıç olacaktır. Deli Kızın Türküsü, bir anadolu türküsü kadar içtendir.
Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
22 Temmuz 2012 Pazar
Kendi dehlizlerinde dolaşmak isteyenlere
Murat Gülsoy, çağdaş Türk edebiyatının en güçlü kalemlerinden biri bence. Özellikle öyküleri, kurmacanın sınırlarını zorlar ve hem derinliği hem de üslubuyla insanı fazlasıyla etkiler. Murat Gülsoy'un son kitabı Baba, Oğul ve Kutsal Roman ise yazarın öyküde olduğu kadar romanda da güçlü bir kalem olduğunun bir ispatı. Roman kahramanı bir yazar ve zaman kavramıyla meselesi var. Bu yüzden pek çok yerde Tanpınar'a ve Borges'e ve başka güzel kalemlere selam çakıyor.
"Geçmiş ne kadar geçmişte kalır? Şimdi dediğimiz zamanın ne kadarı geçmişe aittir? Kim bilir? Tanpınar bilir. Borges de bilebilir."
Yazarımızın her sabah Aşiyan'da yaptıgı yürüyüşler ve Tanpınar'ın mezarının da ayrı bir yeri var hikayede. Ve rüyaların... İnsanın bilinçaltının hayatına yansıttıklarından dem vuruyor Murat Gülsoy. Aşka, evliliğe, yazıya ve hayata dair pekçok şeyi sarsıcı bir bakış acısıyla ele alıyor. Baba, Oğul ve Kutsal Roman'ı okurken insan kendi icinde bir gezintiye çıkıyor adeta...
"Herkesin kıyameti kendine..."
Ve belki de en yalnız, en yalın hallerimizi yüzümüze vuruyor:
"Maalesef kendimizi en masum saydığımız zamanlarda bile sadece kendimizi düşünürüz; kendi zavallı arzularımızın tatminiyle alakadar oluruz. Siz de dostum, başkalarından farklı değilsiniz."
Tanpınar, Borges, Nabokov, Oğuz Atay, Kafka derken bu topraklara da selam vermeden geçmiyor yazarımız:
“Oysa bu ülkede düşünce suçu diye bir şey var. Düşünen kafanın taşla ezildiği bir coğrafyadan söz ediyoruz. Sabahattin Ali. Ve diğerleri. Yıllar yılı işkencehanelerde, hapishanelerde çürütülen aydınlar. Suçları, doğru bildiklerini söylemek…”
Velhasılı kelam, Baba, Oğul ve Kutsal Roman, kendi dehlizlerinde dolaşmak isteyenlere, zamana ve rüyalara dair meselesi olanlara iyi gelecek bir kitap.
Ve belki de Murat Gülsoy, çok haklı...
"Öleceğimiz fikri bizi yazmaya yaklaştırıyor."
Merve Uzun
twitter.com/merveuzun
"Geçmiş ne kadar geçmişte kalır? Şimdi dediğimiz zamanın ne kadarı geçmişe aittir? Kim bilir? Tanpınar bilir. Borges de bilebilir."
Yazarımızın her sabah Aşiyan'da yaptıgı yürüyüşler ve Tanpınar'ın mezarının da ayrı bir yeri var hikayede. Ve rüyaların... İnsanın bilinçaltının hayatına yansıttıklarından dem vuruyor Murat Gülsoy. Aşka, evliliğe, yazıya ve hayata dair pekçok şeyi sarsıcı bir bakış acısıyla ele alıyor. Baba, Oğul ve Kutsal Roman'ı okurken insan kendi icinde bir gezintiye çıkıyor adeta...
"Herkesin kıyameti kendine..."
Ve belki de en yalnız, en yalın hallerimizi yüzümüze vuruyor:
"Maalesef kendimizi en masum saydığımız zamanlarda bile sadece kendimizi düşünürüz; kendi zavallı arzularımızın tatminiyle alakadar oluruz. Siz de dostum, başkalarından farklı değilsiniz."
Tanpınar, Borges, Nabokov, Oğuz Atay, Kafka derken bu topraklara da selam vermeden geçmiyor yazarımız:
“Oysa bu ülkede düşünce suçu diye bir şey var. Düşünen kafanın taşla ezildiği bir coğrafyadan söz ediyoruz. Sabahattin Ali. Ve diğerleri. Yıllar yılı işkencehanelerde, hapishanelerde çürütülen aydınlar. Suçları, doğru bildiklerini söylemek…”
Velhasılı kelam, Baba, Oğul ve Kutsal Roman, kendi dehlizlerinde dolaşmak isteyenlere, zamana ve rüyalara dair meselesi olanlara iyi gelecek bir kitap.
Ve belki de Murat Gülsoy, çok haklı...
"Öleceğimiz fikri bizi yazmaya yaklaştırıyor."
Merve Uzun
twitter.com/merveuzun
Kalpleri açan bir anahtara dair
"1 Ocak... Bu tarihten itibaren, eskiden günlüğüme aktarmakta tereddüt ettiğim bir konuyu çekinmeden yazmaya karar verdim. Kendi cinsel yaşamım, karımla olan ilişkimle ilgili ayrıntılara girmekten kaçınırdım. Elbette, karım bu günlüğü gizlice okuyuverir, öfkelenir, diye korkardım."
Cuniçiro Tanizaki, 1886’da Tokyo’da doğdu. En iyi romanlarından biri kabul edilen Bazıları Isırgan Sever (1929) kendi değerlerindeki değişimi yansıtıyor, geleneklerine bağlı Osakalı bir ailenin öyküsünü anlatıyordu. 1932’de klasik Japon edebiyatının başyapıtlarından sayılan Genci’nin Öyküsü’nü çağdaş Japoncaya çevirmeye başladı ve kendi üslubu üzerinde de etkisi oldu. 1940’larda yayımlanan “Hafif Kar Yağışı” adlı romanında, çağdaş dünyanın geleneksel topluma yönelik saldırılarını klasik Japon edebiyatına özgü bir üslupla anlattı. 1956’da Anahtar, 1961’de Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi adlı romanları yayımlandı. 1965’te Yugavara kentinde öldü.
“Anahtar” da söyleyemediği, yıllarca hep içine attığı duygularını artık çekinmeden ve de utanmadan günlüğüne yazmaya başlar kahramanımız. Ancak sadece kendisi değildir günlük tutan; karısı da en gizli duygularını kendi günlüğüne yazar. Kahramanımız ve karısı günlüklerini evin muhtelif yerlerine saklamakla beraber, günlüklerini kilitli tutacak olan anahtarları, eşlerinin bulabilecekleri bir yere de koymayı ihmal etmezler. Duyguları hem sır olsun hem de olmasın isterler. Bu anahtarlar, sadece günlüklerinin değil, kalplerinin içindeki ortaya çıkaran anahtardır da aynı zamanda. Orta yaşı geçmiş bu karı koca arasındaki tek köprü bu günlükler olacaktır artık. Günlük hayatta pek anlaşamazlar. Kocanın cinsel isteklerini karısı bir türlü onun istediği gibi karşılamamaktadır. İki farklı dünyanın insanlarıdırlar; ancak geleneksel Japon geleneği onları bir arada tutmaya devam etmektedir. Kocanın yazdıkları ise, o yazılanları gizli gizli okuyan karısını her gün bir miktar uzağa doğru götürecek olan yoldur aynı zamanda; hazin bir hikâyedir bir bakıma...
"19 Mart... Şafak sökene kadar gözümü bile kırpmadım. Dün akşam neler olduğunu düşünmek, korkuyla karışık bir keyif veriyordu. Henüz ne Kimura, ne Toşiko, ne de karım bir şey söylemişti. Elbette, bir şey söylemelerine de fırsat olmamıştı, ama hemen duymak da istemiyordum."
Tuna Bahar
twitter.com/tuna_bahar
Cuniçiro Tanizaki, 1886’da Tokyo’da doğdu. En iyi romanlarından biri kabul edilen Bazıları Isırgan Sever (1929) kendi değerlerindeki değişimi yansıtıyor, geleneklerine bağlı Osakalı bir ailenin öyküsünü anlatıyordu. 1932’de klasik Japon edebiyatının başyapıtlarından sayılan Genci’nin Öyküsü’nü çağdaş Japoncaya çevirmeye başladı ve kendi üslubu üzerinde de etkisi oldu. 1940’larda yayımlanan “Hafif Kar Yağışı” adlı romanında, çağdaş dünyanın geleneksel topluma yönelik saldırılarını klasik Japon edebiyatına özgü bir üslupla anlattı. 1956’da Anahtar, 1961’de Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi adlı romanları yayımlandı. 1965’te Yugavara kentinde öldü.
“Anahtar” da söyleyemediği, yıllarca hep içine attığı duygularını artık çekinmeden ve de utanmadan günlüğüne yazmaya başlar kahramanımız. Ancak sadece kendisi değildir günlük tutan; karısı da en gizli duygularını kendi günlüğüne yazar. Kahramanımız ve karısı günlüklerini evin muhtelif yerlerine saklamakla beraber, günlüklerini kilitli tutacak olan anahtarları, eşlerinin bulabilecekleri bir yere de koymayı ihmal etmezler. Duyguları hem sır olsun hem de olmasın isterler. Bu anahtarlar, sadece günlüklerinin değil, kalplerinin içindeki ortaya çıkaran anahtardır da aynı zamanda. Orta yaşı geçmiş bu karı koca arasındaki tek köprü bu günlükler olacaktır artık. Günlük hayatta pek anlaşamazlar. Kocanın cinsel isteklerini karısı bir türlü onun istediği gibi karşılamamaktadır. İki farklı dünyanın insanlarıdırlar; ancak geleneksel Japon geleneği onları bir arada tutmaya devam etmektedir. Kocanın yazdıkları ise, o yazılanları gizli gizli okuyan karısını her gün bir miktar uzağa doğru götürecek olan yoldur aynı zamanda; hazin bir hikâyedir bir bakıma...
"19 Mart... Şafak sökene kadar gözümü bile kırpmadım. Dün akşam neler olduğunu düşünmek, korkuyla karışık bir keyif veriyordu. Henüz ne Kimura, ne Toşiko, ne de karım bir şey söylemişti. Elbette, bir şey söylemelerine de fırsat olmamıştı, ama hemen duymak da istemiyordum."
Tuna Bahar
twitter.com/tuna_bahar
19 Temmuz 2012 Perşembe
Bazılarımızın hayatının romanı
"Hayatımın romanı" dediğimiz şey aslında iki türlüdür. Kimimiz, yaşadığımızın hayatın bir benzerini görürüz okuduğumuz romanda ve buna "hayatımın romanı" deriz. Kimimizin ise okuduğu kitap, o yaşına kadar okudukları arasında en sevdiğiyse hayatının romanı olur. Ben burada özellikle ikincisinden yanayım.
"Bir zamanlar uyurdum, hatırlıyorum o günleri."
"Hiçbir yere ait olmayanları iyi tanırım. Her yere aitmiş gibi davranırlar."
"Varlığıma nedensizlikten delirdim ben. Hiçbir nedeni kendime yakıştıramadığımdan. Hepsini giydim. Hiçbiri olmadı."
Hakan Günday'ın ilk romanıdır Kinyas ve Kayra. 2000 yılında yayınlanmıştır. Bu sebeple özellikle 1986 doğumluların lise ve üniversite hayatına büyük etkisi olmuş bir kitaptır. İşin ilginç tarafı, Kinyas ve Kayra'yı bir çok Hakan Günday hayranı çok sonraları okumuştur. Ben lise yıllarımda yarısına kadar okuyabilmiş, sonra temelli bırakmış ve aradan 10 yıl sonra yeniden okumuş olma durumumu birçok yakınımda görünce bu yorumu çıkardım. Daha sonraki okumalarımda ve Hakan Günday incelemelerimde gördüm ki bu kitabın çıkışında Oğuz Atay, Hermann Hesse, Albert Camus, Elias Canetti ve Louis-Ferdinand Celine gibi efsanelerin rolü oldukça fazla. Bunu Hakan Günday bazen söylüyor, bazen de kitaplarında belli ediyor.
"Ne kadar yalnızsan o kadar uzağa gidersin. Ne kadar terk edersen o kadar ölürsün."
"Ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. Kimsenin onları çözecek kadar tırnakları yok."
"Çok şey gördüm. Beni yüzüstü gömün."
Çok uzatmadan romandan bahsedeyim. Öncelikle kitap, ilerledikçe sizi içine çekecektir. Çünkü ortada var olan savaş, psikolojik bir savaştır. Dolayısıyla kitap, okuyanın yaşamına okuduğu süreç ve sonrasında derin etki edebilecektir. Üç bölüme ayrılan kitapta önce "Kinyas, Kayra ve Hayat" üzerinden yoğun bir beyin istilası gerçekleştiriyor Hakan Günday. Burada hayata dair derin ama sonradan fark edilebilecek çelişkide aforizmaları yakalamak mümkün. Yazarın silahını gözlerimize doğrulttuğu bölüm ise 2.bölüm: "Kayra'nın Yolu". Bu bölümde bir karakterin diğer karakterin üzerinden sarsa sarsa yürümelerine tanıklık ediyoruz. Üçüncü bölümde Hakan Günday bu kez silahını beynimize doğrultuyor: "Kinyas'ın Yolu". Tek atışlık bir final bekliyorsanız unutun. Zira bu kitabın "efsane" olarak görülme sebebi bu. Kitabın son sayfasından sonra yazarın silahı patlamaya başlıyor. Burada hayatının hangi anında o kurşunlara yakalandığınız önemli.
"Çünkü bir saat sonra yaşayacaklarını bilemeyecek kadar insansındır."
"Daha anlayamamıştı. Sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olamazdı. Kimse için."
"Yatağı olmayan insanların birilerini dinleyecek kadar sabrı yoktur."
Kitabı okuduktan sonra vücudunuzda kalan yara izlerini temizlemeye çalışmayın, yeni kitaplar mutlaka işe yarayacaktır. Yazımın başında da söylediğim gibi, ister sizin hayatınızdan kesitler sunsun, ister okuduğunuz en iyi kitap olsun; bu kitap bazılarımızın hayatının romanı. Bu kesin.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
"Bir zamanlar uyurdum, hatırlıyorum o günleri."
"Hiçbir yere ait olmayanları iyi tanırım. Her yere aitmiş gibi davranırlar."
"Varlığıma nedensizlikten delirdim ben. Hiçbir nedeni kendime yakıştıramadığımdan. Hepsini giydim. Hiçbiri olmadı."
Hakan Günday'ın ilk romanıdır Kinyas ve Kayra. 2000 yılında yayınlanmıştır. Bu sebeple özellikle 1986 doğumluların lise ve üniversite hayatına büyük etkisi olmuş bir kitaptır. İşin ilginç tarafı, Kinyas ve Kayra'yı bir çok Hakan Günday hayranı çok sonraları okumuştur. Ben lise yıllarımda yarısına kadar okuyabilmiş, sonra temelli bırakmış ve aradan 10 yıl sonra yeniden okumuş olma durumumu birçok yakınımda görünce bu yorumu çıkardım. Daha sonraki okumalarımda ve Hakan Günday incelemelerimde gördüm ki bu kitabın çıkışında Oğuz Atay, Hermann Hesse, Albert Camus, Elias Canetti ve Louis-Ferdinand Celine gibi efsanelerin rolü oldukça fazla. Bunu Hakan Günday bazen söylüyor, bazen de kitaplarında belli ediyor.
"Ne kadar yalnızsan o kadar uzağa gidersin. Ne kadar terk edersen o kadar ölürsün."
"Ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. Kimsenin onları çözecek kadar tırnakları yok."
"Çok şey gördüm. Beni yüzüstü gömün."
Çok uzatmadan romandan bahsedeyim. Öncelikle kitap, ilerledikçe sizi içine çekecektir. Çünkü ortada var olan savaş, psikolojik bir savaştır. Dolayısıyla kitap, okuyanın yaşamına okuduğu süreç ve sonrasında derin etki edebilecektir. Üç bölüme ayrılan kitapta önce "Kinyas, Kayra ve Hayat" üzerinden yoğun bir beyin istilası gerçekleştiriyor Hakan Günday. Burada hayata dair derin ama sonradan fark edilebilecek çelişkide aforizmaları yakalamak mümkün. Yazarın silahını gözlerimize doğrulttuğu bölüm ise 2.bölüm: "Kayra'nın Yolu". Bu bölümde bir karakterin diğer karakterin üzerinden sarsa sarsa yürümelerine tanıklık ediyoruz. Üçüncü bölümde Hakan Günday bu kez silahını beynimize doğrultuyor: "Kinyas'ın Yolu". Tek atışlık bir final bekliyorsanız unutun. Zira bu kitabın "efsane" olarak görülme sebebi bu. Kitabın son sayfasından sonra yazarın silahı patlamaya başlıyor. Burada hayatının hangi anında o kurşunlara yakalandığınız önemli.
"Çünkü bir saat sonra yaşayacaklarını bilemeyecek kadar insansındır."
"Daha anlayamamıştı. Sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olamazdı. Kimse için."
"Yatağı olmayan insanların birilerini dinleyecek kadar sabrı yoktur."
Kitabı okuduktan sonra vücudunuzda kalan yara izlerini temizlemeye çalışmayın, yeni kitaplar mutlaka işe yarayacaktır. Yazımın başında da söylediğim gibi, ister sizin hayatınızdan kesitler sunsun, ister okuduğunuz en iyi kitap olsun; bu kitap bazılarımızın hayatının romanı. Bu kesin.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)