30 Temmuz 2024 Salı

Japon masallarının dönüştürücü gücü

Masallar genel olarak çocuklar için yazılmıştır ve çocuklar için anlatılır. En azından genel kanı böyledir. Oysa masalların çoğu okuduğunda bir yetişkine de dersler verir, farklı bakış açıları sunar.

Ancak masalların çocuklara hitap etmesi onların diline ve hikâyenin işleyişine de etki eder. Masallarda örneğin şiddet sahneleri üstü kapalı veya ayrıntı vermeden anlatılır, böylece çocuğun zihninde oluşması muhtemel tahribatların önüne geçilir.

Japon masalları ise bu konuda genel masal algısının ve genel masal tekniğinin dışına çıkmaktadır. Japon masallarında okur neyle karşılaşacağını hiçbir zaman tahmin edemez. Japon masalları okuyan bir insan beklemediği anda beklemediği şekilde bir şiddet sahnesiyle karşılaşabilir. Veya karşısına korkunç şeytanlar, istilacı ruhlar çıkabilir. Japon masalları büyülüğü gerçekçiliğin zirve temsillerindendir ve barındırdığı bir sınır yoktur. Masalların dili yumuşak olmak zorunda değildir, gerektiğinde sert dil kullanmaktan kaçınılmamıştır.

Japon masallarının farklılığı daha en başından bile kendini göstermektedir. Bir varmış bir yokmuş gibi alışılmış şekilde başlamaz veya bir prensesin, bir prensin, tilki ile karganın hikâyesini vermez. Japon masallarında ana karakter akla gelebilecek her canlıdan olabilir.

En büyük başarısı da kaç yaşında olursa olsun okurda gerçekleştirdiği dönüşümdür. Japon masallarını okuyan birisi o vakitten sonra bir hayvana, bir bitkiye veya yıldızlara, güneşe daha farklı gözle bakar. Masal ile efsanenin kesiştiği noktadadır artık ve anlamlar değişmiştir.

Kunio Yanagita’nın Japon Masalları: Ejder Sarayı’nın Çanı adlı kitabı Peren Ercan çevirisiyle Ketebe Yayınları tarafından okurla buluşturuldu. Anlamların, bakışın değişmesi üzerine kitaptan bir masal vererek yazıyı bitirelim ve sözü masala bırakalım:

"Serçe ile Ağaçkakan
Uzun uzun zaman önce, iki kız kardeş yaşardı. Biri serçe, diğeri de ağaçkakandı. Anne babaları hastalıktan artık onlara bakamayacaklarını söylediğinde, serçenin dişleri yeni çıkıyordu. Fakat o yine de hemen uçup anne babasıyla ilgilendi. Yanakları kirlenmiş, gagasının sadece yarısı beyaz kalmıştı. Ağaçkakan ise kırmızı rujunu ve beyaz pudrasını sürüp özene bezene giyindikten sonra dışarı çıktığı için anne babasının son nefesine yetişememişti. Bu yüzden serçe, üstü başı güzel olmasa da her zaman insanların yaşadığı yerde yaşayıp onların yediği tahıldan ihtiyacı kadar yiyebiliyordu. Öte yandan ağaçkakan müthiş güzelliğine rağmen sabahın erken saatlerinden itibaren ormanda gezip duruyor ve ağacın gövdesine 'Tak tak!' diye vurarak günde ancak üç kurtçuk yiyebiliyordu. Ardından gece olduğunda ağacın kovuğuna giriyor ve 'Ah ah, gagam acıyor,' diye ağlıyordu."

Yasin Taçar
twitter.com/muharrirbey_

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder