5 Haziran 2025 Perşembe

Dikkat ve hayret arasında: dostluk

Bir tarafta yalnızlığa olan derin ihtiyacımız, diğer tarafta besleyici yanlarını göz ardı edemeyeceğimiz ilişkilerimiz. Sessizliğe, dilediğimiz gibi hareket etmeye, gündüzü ve geceyi nasıl dolduracağımıza yalnız kendimiz karar vermeye hevesliyiz. Ama okuduğumuz kitabı, izlediğimiz filmi, karşılaştığımız derdi ya da yakaladığımız mutluluğu paylaşmaya da ruh yönünden derin özlemimiz var. İhtiyaçlar ve ilişkiler, hevesler ve özlemler, dikkat ve hayret: dostluğun sonsuz ufku.

İster kısa zaman içinde tanıştığımız biri olsun, ister uzun zamandır tanıdığımız biri, dostluğun hayatı dönüştüren tarafları çoktur. Aniden doğan dostluklar kadar aniden biten dostluklar da insanı olgunlaştırır. Gerçek, sahici bir dostluk ilişkisinin diğer ilişkiler arasından sıyrılacak bir ritmi vardır. Buradaki ritim bir sürekliliği değil anlamı, derinliği ifade eder. Bir kere her insan dostluğu, sevgiyi; kendi tecrübe odalarına girip çıkarak yaşar. Geçmiş ve gelecek tecrübeler, yaşanmışlık denen belleği sürekli günceller. Bazı duyguları yeniden yapılandırır dostluk. Tamamladığı boşluklar kadar, eksik bırakacağı yanlarıyla da gizli bir çekirdeği işaret eder. O çekirdek, bizi biz yapan özelliklerimizdir. Kendimizi ne kadar tanıdığımız, yaşamda neyi düşlediğimiz, en önemlisi de kendimizle ne yaptığımız, çekirdeğin en esaslı sorularıdır.

İnsanın hem özgürlüğe hem de güvene sarsılmaz bir gereksinimi vardır. Olmazsa olmaz hisler, duygular bunlar her birimiz için. İyi dostluklar güven tazeler, özgürlüğün dairesi güvenli bir şekilde çizilir. İnsan, anlamlı bir dostluk ilişkisinde kendine ve çevresine olan güvenini yeniden sorgular. Güvene adeta yeni anlamlar bulur ve bulduğu anlamları yaşamaya başlar. Özgürlüğün sessizlikle ve mahremiyetle ne kadar alakalı olduğunu keşfeder. Ne geniş sessizlikler ne de büyük mesafeler, dostluğun yolunu kesmez. Çünkü bir insana bir defa güvenilir, bir insana bir defa sevgi beslenir. İçinde devamlı kaygının, endişenin, yaranın olduğu bir şey değildir dostluk. Çünkü insan insana ilişkilerde kendin kadar karşındakini de düşünmek zenginleştiricidir. Kimse yoksunluktan, yarım yamalak duygulardan bir dostluk, bir ilişki inşa edemez. Dostluğun aradığı güç, bir baskı kurma ya da alan kaplama arzusu değil, var olan ilişkinin hayatta ne kadar var olduğumuza da bir ayna tutmasıyla ilgilidir. Anlamlı, coşkulu, derin bir hayat yaşıyor muyum? Bu sorunun cevabı ilişkilerimde gizlidir. Şunu da unutmamalı: hayat her zaman anlamlı, coşkulu ve derin yaşanamayabilir. Burada da ilişkiler kendini gösterir. Çökme, durgunlaşma, yılma zamanlarımda ilişkilerim benim hayatımın neresinde? Onlardan ne kadar kuvvet alıyorum? Dostumun bana verdiği güven ve özgürlük hissi, yeniden yola çıkmama imkân tanıyor mu? Bir insana yüreğimizle güvendiğimizde, üstelik o güven duygusunu her hissettiğimizde; acıdan, kavgadan, yaradan beri oluruz. Bizi çekip çıkarır boşluktan. İyi ilişkiler, iyi meşgaleler gibidir. İnsana boşluk hissi yaşatmaz.

Kırılgandır dostluklar. İhtiyacımız olduğu anda ulaşamadığımızda, kelimelerin ve olayların sarmalarını aktarmak isteyip kendimizi duyuramadığımızda kırılırız. Çünkü içten ilişkiler nezaketi, şefkati, cömertliği barındırır. Bunlar, yaşanılmadıkça sönen duygulardır. Bu nedenle her dostluk ilişkisinde hediyeleşme, ortak bir dayanışma planı yapma, bazı zamanları birlikte doldurma, insani sıcaklığı yeniden hissetme ihtiyacı doğar. Tazelenmek ve ilişkiyi yüzeyden uzak tutmak için. Çünkü biliriz, sıradanlaşan her şey bizi geçmiş tecrübelerimizin kıyısına yaklaştıracaktır yeniden. Orada boşluğu, anlamsızlığı, his kaybını yaşamışızdır. Kendimize olan saygımız, sevgimiz zedelenmiştir. Başkalarına, en önemlisi de hayata olan inancımız örselenmiştir. İstemeyiz oraya yeniden yanaşmak. Dostluk ilişkisinin getirdiği sevinç, Rilke’nin ifadesiyle bize yeniden inanç aşılar. Duaya, sessizliğe, ferahlığa, umuda olan inancımız pekişir. Bu sevinç, hazdan ve mutluluktan bağımsız, içinde her şeyi paylaşmanın getirdiği bir sevinçtir. Geçici değil, daima besleyicidir. Hatırlandıkça besleyen şeylere anı diyoruz. Üstelik anılar her zaman tatlı değildir. Acı anılar da insanı besler. Zihni derleyip toplar ve hareketlere, düşüncelere başka bir berraklık katar.

Nietzsche, Şen Bilim’de iki gemiden bahseder. İki dost bir denizde, iki ayrı gemi olarak. Her birimizin kendi hedefi var der. Oraya, o limana, bazen aynı zamanda bazen farklı zamanlarda ulaşabiliriz. Ama gittiğimiz yol belli, güneş aynı, bulutlar aynı, gece aynı. Fakat bu gemiler daha sonra birbirinden uzaklaşabilir. Rüzgâr, denizin durumu, ani gelişen hadiseler gemileri birbirinden ayrı yerlere gönderebilir. “Birbirimize yabancı olmak payımıza düşen kaçınılmaz yasa” der ve “Ancak tam da bu nedenle kendimize daha da layık olmalıyız!” sözleriyle bitirir. Bu söz, Simone Weil imzalı bir sözü de açıklıyor sanki: “Yalnız başına kalmayı öğren, bunu hiç olmazsa gerçek dostluğu hak etmek için yap.

Hayatın ilk dönemlerinde kurulan dostlukların ebedi olacağını düşünürüz. İlkokul arkadaşlıkları benzersizdir. Sonra hem kendi değişimimizi hem de arkadaşlarımızın dönüşümünü görürüz. Beğeniler, zevkler, sınavlar farklılaşır. Herkes her duyguyu aynı biçimde yaşamaz. Kolay vazgeçenler, mücadeleyi sevmeyenler, sürekli yakın olmak isteyenler, uzaktan da samimiyet ağı kurabilenler. Derken, görüş ayrılıkları ve cinsiyet farklılıkları arasında nasıl dostluklar kurulabileceğini öğrenmeye başlarız. Böylece hangi fikirlerimizden asla taviz vermeyeceğimizi de görmüş oluruz. Her yakınlığı aşkın yüce dairesi içinde saymamamız gerektiğini de. Çünkü her ilişki, insanın ilk büyük sevgisinden emareler taşır. Keza, ilk büyük vedasından da. Dostlukların, ilişkilerin bütün kırılganlığında işte bu iki dönemin izi vardır. İlk büyük sevgiyi ve ilk büyük vedalaşmayı aşabilen, unutturabilen ilişkilerde gerçeklik serilir ortaya. Ruh boyutunda bir gerçekliktir bu. İnsan kendisiyle yeniden tanışır adeta. Burada artık yakıcı bir temas vardır: bildiklerinin çoğunun bir yanılgı olduğunu görür. Tecrübe ettiklerinin noksanlığı karşısında şaşırır. İçindeki açılmamış pencerelerin, zorlanmamış kapıların farkına varır. Dikkatle kurduğu bu ilişki ona kocaman bir hayret hediye etmiştir artık. Bundan sonrası için dikkat ve hayret arasında varlığının ne kadar zenginleştiğini hissetmek kalır ona.

İtalyan psikiyatrist Eugenio Borgna, 2013 yılından beri dilimize çevrilen her kitabını okutturmuştur bana: Ruhun Yalnızlığı, Melankoli, Bekleyiş ve Umut, Şu Bizim Kırılganlığımız. Mesleğini edebi zevkleriyle süslemiş, uzun ömrünü (1930-2024) insan hikayeleriyle donatmış Borgna’nın bir kitabı daha dilimize kazandırıldı Meryem Mine Çilingiroğlu tarafından: Dostluk Üzerine. Bu kısacık ama son derece güçlü kitap, dostlukları gözden geçirmeye olduğu kadar, insan insana ilişki kurmanın temel dinamiklerine dair de önemli sorgulamalar yaptırabilir. Yukarıda yapmaya çalıştığım şey aslında, kitabın bana düşündürdüklerini ve hissettirdiklerini küçük patikalar yapıp, aralarında gidip gelmekti. “Öyle dostluklar vardır ki” diyor Borgna, “dostumuzla birbirimizden uzak olduğumuzda, görüşmediğimizde ve hatta haberleşmediğimizde bile içimizde yaşamaya devam eder”. Çünkü kalbin belleği bambaşka atar. Orayı ancak gerçek duygular zenginleştirebilir. Bu zenginliği hayat boyunca yaşamayı temenni edelim kendimize. Akıp geçen zaman ancak gerçek ilişkiler kurarak; hep hatırlanacağımız ve merak edeceğimiz, sevgi potansiyelimizi karşılıklı olarak besleyebileceğimiz, güven içinde yaratıcı alanlar açabileceğimiz ilişkilerle güzelleşir zira.

Yağız Gönüler
x.com/ekmekvemushaf

Tolstoy’un Diriliş’i üzerine birkaç fragman

Tolstoy, Diriliş’te, yıllar önce hamile bırakıp gittiği Maslova’yı, jüri üyesi olduğu mahkemede sanık koltuğunda gören Prens Nehludov’un vicdanıyla savaşmasını anlatır. Maslova haksız yere ceza almıştır ve vicdani olarak bunun sorumlusu olduğunu düşünen Nehludov, Maslova’ya yardım etmek için elinde olan tüm imkânları seferber eder. Adalet peşinde koşar. Önce statüsünü kullanarak yardım yollarını arar, şehir şehir dolaşır, en sonunda da her şeyini bırakıp onunla sürgüne gitmeye kadar vardırır durumu. Çünkü vicdanına göre o suçludur. Mesela Raskolnikov’dan ayrıldığı nokta budur: Raskolnikov kendini haklı çıkarmaya çalışır Nehludov ise daha çok kendisini suçlamaya. Romanda en çok işlenen konu ise, Nehludov’un vicdan muhasebesinin yanında bir de Rusya’daki adalet sisteminin ve din olgusunun tartışmaya açılmasıdır.

I. Sosyolog Tolstoy Psikolog Dostoyevski (!)
Edebiyatta bazen, bazı yazarların tarzlarını anlatırken onları bir bilim dalıyla eşleme yoluna gidiliyor. Bu durum zaman zaman doğruluk payı içerse de, her zaman içinde eksik bir yargı barındırıyor. Bu yargıların en ünlüsü Dostoyevski’nin psikolog Tolstoy’un ise sosyolog olduğudur. Yani bu yazarların birinin toplumu öbürünün ise insan ruhunun dehlizlerini anlattığı iddiasıdır. Freud’un Dostoyevski’yi çok önemsemesini de arkasına alıp bu yorumu yapanlar aslında hem Dostoyevski’yi hem de Tolstoy’u dar bir alana hapsediyor. Konumuz Tolstoy ve Diriliş romanı olduğu için bunun üzerinden gitmekte fayda var. Birkaç yıl önce, şu anda tam olarak nerede okuduğumu hatırlayamadığım bir yazıda mealen, Tolstoy’un genelde toplumu gözlediği, toplumu anlattığı ancak aynı zamanda çok başarılı bir şekilde karakterlerine ruhsal bir dünya kurduğu ve bunu didiklediği, bu yönünün pek görülmediği savunuluyordu. Bunu Diriliş’i okuduktan sonra kabul ettim. Bana göre dünyanın en kusursuz romanı Anna Karenina’da da bu durum görülüyordu ama Diriliş’in kahramanı Nehludov’da bu zirveye ulaşıyor. Nehludov’un yaptığı yanlışı vicdanında kabul ettikten sonra bunu düzeltmek için kendisiyle savaşması, Tolstoy’un bunu bize aktarma şekli en büyük psikolojik romancı kabul edilen Dostoyevski’den hiç de aşağı değil. Ama Tolstoy diğer romanlarında olduğu gibi bu romanında da toplumu anlattığı, toplumun ve devletin aksaklıklarını -özellikle adalet mekanizmasını- belli başlı şeyler üzerinden irdelediği için Nehludov’un içsel süreci çok öne çıkmıyor. Daha doğrusu fark edilmiyor. Ancak Nehludov’un hem kendisiyle savaşı hem Maslova’nın ruh halini çözümleme ve anlama yoluna gitmesi, bu alanda Tolstoy’un çabasının önemini gösteriyor. Ayrıca Nehludov’un bakış açısının ve peşinde koştuğu adaleti sağlama uğraşının diğer kişiler üzerindeki etkilerini yine karakterlerini derinlemesine inceleyerek romana katıyor Tolstoy. Bunlar sadece ‘sosyologluk’la çözülecek meseleler değil. Tabiî ki din ve adalet olguları sosyolojik durumlardır ama bunların her zaman büyük kişisel yönleri de vardır. Nehludov’un, mahkemede uzun yıllar önce gördüğü Maslova’yı bir anda karşısında, toplumsal anlamda dibe batmış görmesi, vicdanını, suçluluk duygusunu ve adalete bakışını kişisel düzlemde harekete geçiriyor. Bu durum elbette içsel sorgulamalar ve bunların ruhsal karşılıklarını vererek oluyor. Hatta romanın sonunda Maslova’nın, Nehludov’un sırf suçluluk duygusuyla onunla evlenme isteğini reddetmesi ve başka bir mahkûmla gitmesinin Nehludov’da yarattığı psikolojik rahatlama bile Tolstoy’un ruhsal olarak karakterlerini ne kadar detaylı oluşturabildiğinin en güzel örneklerinden bence. Çünkü Tolstoy Diriliş’te çoğu karakterine iyisiyle kötüsüyle insan olarak bakıyor. İdeal insanı değil reel insanı gösteriyor okura. Dostoyevski de böyle elbette. Demek istediğim Tolstoy hem iyi bir ‘sosyolog’ hem de iyi bir ‘psikolog’.

II. Nehludov, Ruh Akrabaları ve Tolstoy
Edebiyatta, birbirinden mekânsal ya da kültürel olarak ne kadar uzak olsa da her zaman akraba romanlar ya da roman karakterleri bulunur. Hangi ülkede ne zaman yazıldığı önemli değildir bu romanların. Aynı dönemde de yazılmış olabilirler farklı dönemlerde de. Bu durum, bu yazarların karakter oluşturma sürecinde diğerinden etkilendiği anlamına gelmez. Kullanılan konulardan tutun da karakterin bir yönünün ağır basması başka bir karakterle onu ruh akrabası yapabilir. Tolstoy’un Nehludov karakterinin de ilk elde aklıma gelen bazı akrabaları var. Bunların en önemlisi bence yine Tolstoy’un bir karakteri: Anna Karenina’daki Levin. Nehludov’un ekonomik açıdan düşünceleri, sosyalist bir bakış açısıyla baktığı toprak işçilerinin ya da köylülerin durumu Levin’in bakış açısıyla birebir örtüşür. Nehludov bir prenstir, Levin ise zengin bir toprak ağası. Toplumsal açıdan olmasa da ekonomik açıdan ikisi de birbirine yakındır. Köylülere ve toprağa bakışları ise aynı sayılabilir. İkisine göre de toprak, mülkiyete alınmaması gereken bir şeydir. Nehludov’un toprağını köylülere vermesi veya Levin’in köylülerle toprağı işlemeye başlaması aynı bakış açısından çıkan eylemlerdir. Sadece Nehludov, bunca yılın verdiği prens yaşamıyla zaman zaman kendini sorgulasa da yaptığından vazgeçmez. Son tahlilde doğru yaptığına karar verir. Levin ise bundan hep emindir. Burada Tolstoy’un kendisine de değinmek gerekir. Diriliş, Tolstoy’un son büyük romanıdır. 1899 yılında, Tolstoy 71 yaşındayken yayımlanmıştır. Birçok edebiyatçıya göre Anna Karenina’daki Levin Tolstoy’un kendisidir. Aynı şekilde Nehludov’un da çoğu yönü, davranışı, düşüncesi Tolstoy’un kendisidir. Tolstoy bu romanı, artık fikirlerinin olgunluğa ulaştığı ve tamamen yerleştiği bir zamanda yazmıştır. Uzun yaşamı boyunca hayata, ekonomiye, topluma, köylülere, sosyalizme ve dine bakışında geçirdiği evreler -ve gelişmeler- Diriliş’te ve Nehludov’un toplumsal görüşlerinde cisimleşir. Yani aslında Levin, Tolstoy ve Nehludov aynı kişilerdir. Nehludov’un ikinci akrabası Raskolnikov’dur. Ancak bu durum adalete bakış açılarında, adaleti sorgulamalarında değil kendi vicdan muhasebelerini yaparken ortaya çıkar. Raskolnikov biraz daha acımasızdır ve kendini haklı çıkarmaya çalışır. Nehludov ise yaptığı yanlıştan dönüp, kendi hayatını mahvetme pahasına vicdanını rahatlatmaya ve yanlışını onarmaya çalışır. Ancak içsel süreçler ikisinde de aynıdır. Yine yakın şekilde, toplumdaki kayırmayla, adalet sisteminin bozuk işleyişiyle boğuşması Nehludov’a birkaç tane daha ruh akrabası kazandırmıştır: İnce Memed ve Josep K.

Anna Karenina’daki Levin başkarakter değildir. Daha çok Tolstoy’dur ancak romanda daha az gördük onu. Diriliş’teki Nehludov ise kurgusal olayları bir yöne bırakırsak teorik kısımlarda Tolstoy’u daha yoğun yansıtır. Tolstoy’un gerçek yaşamdaki son hali diyebiliriz.

III. Adalet Sistemi Sorgulamaları ve Dine Eleştirel Bir Bakış
Tolstoy’un Rusya’daki adalet sistemine ve genel manada dine bakışı hem Rus toplumu için hem de muktedirler için pek kabul edilecek şeyler değildir. Kendisi için de çok önemli bu iki olguya yeni yorumlar katar Tolstoy. Bunları Diriliş romanında olduğu kadar diğer büyük romanlarında da kurgu içinde okura aktarır. Ancak bence bu aktarımın zirvesi Diriliş’tir. Zaten bu romanın yayımlanmasından iki sene sonra da kiliseden aforoz edilmiştir. Ancak dini irdelemesi, dine bakışın yanlışlığı, kilisenin kendi çıkarları için halkı yanıltması bu romanda adalet sistemini sorgulamasının yanında yan unsurdur. Tolstoy Nehludov’u Maslova için adalet peşinde koştururken okuyucuya Rusya’daki hukuk sisteminin kokuşmuşluğunu, rüşvetin yaygınlığını, adamı olanın her işini görebildiğini, adı söylenmese de hem toplumda hem hapishanelerde bir kast sistemi olduğunu gösterir. Bunlar –hele o zamanın dünyasında- ağır suçlamalardır. Kutsala saldırır Tolstoy. Hem halkın kutsalına hem muktedirlerin kutsalına. Sonunda Nehludov bir başarı sağlar belki ancak Tolstoy aforoz edilmekten kurtulamaz. Ancak zaten o, bağlarını kiliseden çok daha önceleri koparmıştır. Geriye bu kurumların çürümüşlüğü kalır. Eniştesiyle konuşması durumun vahimliğini gösterir:

’Sanki doğruluk, mahkeme çalışmalarının amacıymış gibi…’
‘Mahkemenin başka ne amacı olabilir?’
‘Sınıf çıkarlarının korunması… Bence, mahkeme sadece sınıfımız için yararlı olan düzeni korumaya yarayan bir yönetim makinesinden ibarettir.’


Ancak Tolstoy son tahlilde din karşıtı biri değildir. Mistik yönü ağır basar. Onun karşı olduğu durum kilisenin tıpkı orta çağdaki gibi dini tekeli altına almasıdır. Nehludov karakteri zaten romanın sonunda kendine dönüp vicdan muhasebesini bitirirken yanında Matta İncili vardır. Bir hayatı bitirmiştir Nehludov ve önüne yeni bir hayat açar. Bu yoldaki rotayı da İncil çizecektir, kilise değil. Kaynağa iner, vicdanı rahatlamıştır, Maslova emin ellerdedir, yanında İncil vardır. Nehludov özellikle kitabın sonunda Tolstoy olmuştur.

Mehmet Akif Öztürk
x.com/OzturkMakif13