28 Mayıs 2024 Salı

Sırrın peşinde, hikmetin gölgesinde

"Ey can, sana aklı niçin vermiş veren?
Kendini bil, yolunu bul yitip gitmeden.
Baykuş gibi ne gezersin viranelikte,
Yerin akdoğan gibi sultanın eliyken?"
- Ömer Hayyam, Rubailer

İstanbul'da yaşayan biri ne zaman Boğaziçi'ne gitse, sahilde biraz yürüyüş yapsa, sonra dönüp karşı kıyılara şöyle bir baksa, ağzından çıkan ilk cümle ekseriyetle şöyle oluyor: Yaşamıyoruz be! Bu negatif düşüncenin hemen ardından da şikayet faslı açılıyor: Paran varsa yaşarsın? Her iki cümle de yaşamın içindeki güzelliklere, insanın gönlünü ferahlatacak hayret verici işaretlere, kısaca 'göğe açılan gizli geçitlere' meraklı olmayan ya da yaşamın temposu içinde bu merakını kaybeden kimselerin cümlesi. Oysa şu an hayattasın, yaşıyorsun ve şehir içinde bir yerden bir yere gitmek için servete ihtiyacın yok. Bu güzellikler hep vardı, biraz başını kaldırmaya fırsatın olsa görecektin zaten. Üstelik, bu imkânı kaç defa buldun da aklının ucundan bile geçmedi seyretmek. Sadece baktın, görmedin. Yedin, içtin, geçtin.

Muhyiddin Şekûr ismi bana hep yaşamın içindeki manevi işaretleri, yakalanması gereken manevi hazları, hayretin ve temaşanın insan için ne kadar vazgeçilmez duygular ve zevkler olduğunu hatırlatır. O, tuttuğu 'sufi günlükleri'nde kendi başından geçenleri anlatırken bizleri de bir farkındalığa taşımak istiyor: "Modern yaşamın hayli dikkat dağıtıcı ortamında insanın kendini fark etmesi hem kendilik bilincinin ön koşuludur hem de kişisel dengenin sağlanmasında elzemdir. Eğer kişi kendini nasıl fark edeceğini ve koruyacağını bilmiyorsa; meydan teknolojiye kalacak ve onu teknoloji yönlendirecektir. Böyle bir durumda kendini kişisel bir krizin içinde bulması an meselesidir."

Bu krizi günümüz insanı sadece bazı günlerde değil, günün neredeyse pek çok saatinde yaşıyor, bu dertle karşı karşıya kalıyor. Akıntıya teslim olmak neredeyse bir kaçış rotası oldu. Hayal ettiğimiz bir yaşam yok, günü kurtarmaya çalışan ama kendini kurtaramayan kitleler hâline dönüştük. Oysa şahsiyet derdimiz olmalıydı. Geçmiş zamanla konuştuğumun farkındayım, bu gelecekten yana umutsuz olduğum anlamına gelmiyor ama görünen köy de kılavuz istemiyor. Kıyama geçmek için teçhizat sıkıntısı çekiyoruz. Tam yeniden başlayacakken yine kaldığımız yerden devam ediyoruz. Çoğu zaman bıktım dediğimiz şey de aslında bu, değişmeden devam etmek. Dünle bugün ve bugünle yarın arasında hiçbir fark olmaması. Halbuki Muhammedî öğüt belli: Dünün bugüne, bugünün yarına benzememeli. Gelişmeli, güçlenmeli ve bilmelisin.

Hayatta kalmanın sırrını kendinin farkında olmak ve dengeyi korumak şeklinde özetliyor Şekûr. Her ikisi için de kuvvetli bir anlayış ve seziş gerekiyor: "İnsanın hangi nefs düzeyinde yaşadığını anladığı o an, muazzamdır. Zaman zaman insana kendi halinin ne olduğunun ayan beyan gösterilmesi veya görmesine izin verilmesi tamamen ilâhî rahmettendir. İşte böylesine zor anlarda insan kendi kendine şunları düşünebilir: Şu an elimden gelen bu kadar. İlerlemek istiyorum fakat nasıl yapacağımı tam olarak bilemiyorum. Yine de en azından ne durumda olduğumun farkındayım ve biliyorum ki şu an her zamankinden çok daha uyanık bir haldeyim."

Çaresizlikle karşı karşıya olduğumuzda onu bastırmaya, yok saymaya çalışıyoruz. Halbuki kabul etsek ve acziyetimizi fark etsek, rahmeti karşılayacağımız o kutlu anla karşı karşıya kalacağız. Eşikteki beklemek yerine nasıl olursa olsun diyerek bir an evvel geçmeye çalışıyoruz. Geçerken içimizdeki cevheri ve güzel duyguları heba ediyoruz. İki damla gözyaşı dökmenin, bu hâl ile dua etmenin nasıl bir lütuf olduğunu anladığımızda, her şeyin değişmeye başlayacağını da fark ediyoruz aslında. Çünkü Şekûr'un da dediği gibi "O'nun iyiliğinin kalbe işleyişi o kadar berrak ve keskindir ki, buna nail olan kimse, ilâhî rahmeti tattığını kesin ve şüphesiz olarak bilir."

Su Üstüne Yazı Yazmak, Gölgeler Koridoru ve şimdi de Mercan Resiflerinin Ötesi. Muhyiddin Şekûr; olaylar, mekanlar, zamanlar arasında gezinirken yaşam tecrübelerine kitapları ve filmleri de katık ediyor. Böylece modern zamanların maddi-manevi anlamda darda olan insanına yeni rotalar gösteriyor, yeni yelkenler açması gerektiğini söylüyor. O alıştığımız nazik üslubuyla. Kitap boyunca onun tecrübelerini okurken 2000'li yıllar sonrasındaki anılarına da tanıklık ediyoruz. Seyahatleri, halvet tecrübesi, hilafete mazhar olması, Matrix filmine tasavvufî bakışlar, Attar'ın kuşları, Şeyh Abdülbedi, yazında İstanbul'da geçirdiği Berat Kandili ve Ayşe Şasa'ya dair anılar, mürşidinin vefatı... Okunan her bir anı Sure-i İnşirah'ı hatırlatıyor: Fe inne maal usri yusra. Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.

Mercan Resiflerinin Ötesi, "Şeyhin Deyişleri" bölümüyle son buluyor. Bir dervişin, mürşidinden duyduklarını evvela kâğıda, sonra da gönlüne geçirmesi fevkalade değerlidir. Diğer tüm insanlık için inciler parıldar bu notlardan. Ben de yazıyı o sözlerden birkaçını aktararak bitirmek istedim, vesselam.

"Dünyada bir tek derviş dahi kalsa, o derviş tüm dünyaya bir rahmettir."

"Her insanın içinde, yüz bin canavar vardır. Şeyh, canavarlarınızı size fark ettirir ve başlarını uçurur. Şeyh, çöp kamyonuyla gezen bir çöpçüye benzer."

"İnsan varoluşunun gerçek değerini ancak Allah'ı hakkıyla ananlar bilebilir."

"Size verilmeyenleri değil, verilenleri düşünün."

"Eğer bir Allah dostuna sahipseniz ve ona uymazsanız, sizi terk edecektir."

"Bizler bu hayatta başkalarının acılarını görmezden geldiğimiz sürece Cenâb-ı Hakk bizim için soyut kalacaktır. Elbette kendi trajedilerinizle, kendi acılarınızla, kayıplarınızla, hayal kırıklıklarınızla, kırılan umutlarınız ve hayallerinizle de ilişki kurabilirsiniz."

"Proje sizsiniz, bunu asla unutmayın."

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder