"Kaosun düzeni vardır ve her düzende kaos saklıdır. Ya da şöyle; düzen düzensizliği yaratır ve düzensizliğin bir düzeni vardır. Peki şu nasıl? Kaos matematiksel bir teorisi olan büyük bir kargaşadır; şaşırtıcı ve tartışmalıdır."
MÖ 8. Yüzyılda Yunan Hesiodos “…her şeyden önce kaos vardı…” der ve bu böylece 20. Yüzyılın Kaos Teorisi’ne kadar makbullüğünü korusa da üzerine eklenmeden gelir. İşte o gün bu gün, 1900’lerde ortaya çıkan Kuantum’dan bu yana, doğaya ve kendimize bakış açımızı dramatik bir şekilde değiştirecek eşikteyizdir artık.
NTV Yayınları'ndan çıkan, Ziauddin Sardar’ın Iwona Abrams çizgileri eşliğinde yazdığı dünyalar keyiflisi serinin kitaplarından benim en çok içine düştüğüm "Kaos", bu eşiği tam olarak kavramamıza yetmeyecek olsa da; en azından, merak etmemizi sağlayarak, kapitalizmin unutturduğu kıymetli soru işaretlerini takıp takıştırıp, çekilebilir kitaplığınızdaki köşesine.
Kaos neden ilginçtir?
“Sadelik ile karmaşıklık ve düzen ile raslantısallık arasındaki gizli ilişkileri ortaya çıkartır, günlük tecrübeleriniz doğa kanunlarına bağlanır.”. Bir bütünün parçası olduğunuzu fark edersiniz. Psikolojik olarak da şu zamane psikozu “yalnızlık” hissine ilaç gibi gelir. Bilim ile psikoloji mi düzelir. Tabi düzelir. Bir güzel adam demişti; akıl yok ise ne olur ki diye.
“Hem determinist hem fizik kurallarına bağlı hem de düzensiz bir evreni temsil eder.”. Değil mi ki “İrtat-Terfit” önce doğanın öğretisi. Ama der; hem algımız, hem tüm olası tahminlerimiz bir yerde işte o kelebeğin kanadında, yani bozduğun kozmos her daim yeni şeklini almakta!
“Soyut matematikle modern bilgisayarların muhteşem işleme gücünü birleştirir.”
Öklit’in düzenli şekillerinden sıkılanlara; kaosun soyut, geometrik doğasını, bilhassa bilgisayarlarda sergileyebilen frakteller ile Maldelbrot’ı dinlettirip, sonra tekrar izlenmesi gereken Star Wars üçlemesi de ilginç gelebilir. Çünkü sonsuzluğu görmenin bir yolu var ise -var da diyemez ya kimse- bu yol fraktallerden geçmek zorundadır. Depremlerin tahminleri veya sindirim sisteminin, akciğerin, beynin algısı da keza.
“Cennette ve dünyada felsefenin hayal ettiğinden çok daha fazlası vardır, Horatio” diyen Shakespeare’imiz de babalar gibi KAOS çalışmıştır mesela. Felsefe disiplinini, ezberin ötesinde almış bir zihnin varacağı anlam, aynı zihnin Felsefe‘den çıkış kapısı aradığı yerdedir. (bu izlek önemli).
Başka bir ilginç hikaye de 1961 yılında Lorenz’in hava durumu makinesi ile sonlara doğru fark ettiği bir gelişmeyi kontrol etmek için denediği kestirme yoldadır. İşlemin yarısındaki rakamı yazar bilgisayarına. Bir kahve almaya gider. Döndüğünde bir önceki sonuç yoktur artık! Kaosun fenomoni ile Lorenz artık uzak geleceğe yönelik kesin bir tahmini olanaksız kılmıştır. Hemen buradan ilintili çoğunluğun malumu “kelebek etkisi” dersek biraz daha hatırlanır kılabiliriz Lorenz’i.
Pek tabi Ray Bradbury’nin geçmişte ölen bir kelebeğin gelecekteki başkanlık seçimlerini değiştirdiği demir leblebi hikayesini de konuya iliştirelim ki ilgisi depreşen bulup okusun.
“Werner Heisenberg ; - Tanrım neden görecelik? Neden türbülans?
Tanrı; - Benim bile türbülans için bir cevabım yok!”
Yani; sınırlı bir zamanda sınırsız döngü; devam eden zamanda bir anın kıymeti ve ne işe yaradığını anlamak için gerekli sonsuz mantık ihtiyacıdır kaos! Zamanın, her şeyi bir anda gerçekleşmekten alıkoymasını olağan bulmak! Karmaşayı, her şeyin birbirine bağlı olduğunun delili saymak!
3 ayda çöken Sovyet Rusya’nın karşısında; soyu tükenen hayvanın fosilini milyonlarca yıl koruyan doğayı okumak!
Kaotikler gibi cevapları değil soruları etkileyerek gidilen yerde Sokrates diyaloglarının ötesine geçebilmek!
Ay’a inip teflon tavayı keşfedip, her gün, yumurta yerken zehirlenen insan dehası(!)na sığınamamak!
İşte buralar böylece kaos!
Düşünenin içinde boğulduğu ama düşünmeyenin oksijeni dahi tanımadığı kaos!
Sadece yağmur yağmazsa ağaç olmaz döngüsünü değil; ağaç olmazsa yağmur yağmaz geri bildirimini bilen geleneksel insan bilgeliğinde, bilinen anlamda bilginin eksik olduğu çağlarda, daha çok anlaşılmış olan kaos!
Ve sağlaması kozmos!
“Yani sen elmayı seviyorsun diye / elmanın da seni sevmesi şart mı?” der ya Nazım! Buydu bendeki aşkın Türk dilince tanımı! Ya da tüm gönüllü kaosların!
İşte sen bu kaostan da, elmadan da sorumlusun diyor Tanrı!
Çünkü sevgili insan; elma seni sevmeden sen o elmayı yiyemiyorsun!
Bu yüzden; yıllardır hiçbir elma ağacını, toprağını, fidanını, meyvesini sevmediğin ile hiç gerçek bir elma yemediğin gerçeğini ve tutarlılığını, başucuna koyup uyumalısın, en azından bu gece!
Çünkü o “kelebek etkisi” dediğin ve bir uzun metraj sinema filmi kadar ilginç bulduğun döngünün, tam da kanadındasın!
Mavi Çınar
the.blue.gaia@gmail.com