Kabir Helminski etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kabir Helminski etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Haziran 2024 Pazartesi

Kalp eşiktir, bekleyene aslını hatırlatır

"İnsanlar madenlerdir, sözünü hatırına getir.
Öyle maden olur ki yüz binlerce madenden daha değerlidir. Gizli kalmış lâl ve akik madeni,
yüz binlerce bakır madeninden değerlidir.
Ey Ahmed, burada malın faydası yok.
Aşkla, dertle, dumanla dolu gönül lâzım."

- Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî

Dünyanın dört bir yanından, insanların asıllarına, kıymetlerine dair arayışları öğütleyen pek çok öğretiye tanık oluyoruz. Bu öğretilerden bazıları kadim geleneklere dayanıyor, kimisi geçmişi şimdiyle harmanlayıp 'modernize' bir çerçeve çiziyor, ismini de kendi buluyor. Ama bir şey hiç değişmiyor: Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî sürekli gözlerin önünde, başların ucunda, çantalarda, podcast ve kitap listelerinde. Kendi yolculuğunu hikâyelerle zenginleştirmek, bu hikâyelerin sunduğu hakikatle iç karanlığına bir ışık yakmak isteyenler Mesnevî'ye başvuruyor. Duygu ve düşünce dünyasını aşkla, muhabbetle ve şiirle süslemek, güçlendirmek isteyenlerse Dîvân-ı Kebîr'le zamanını zenginleştiriyor. Bu gerçeği Amerika'dan Japonya'ya, Kanada'dan Fas'a, Balkanlardan Orta Doğu'ya kadar gözlemlemek mümkün. Özellikle de bu coğrafyalarda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin ismine, eserlerine ve kendisinden sonra oluşup serpilen Mevlevîliğe bağlı olanlar, günümüzün karanlık ortamına samimi eserler servis ediyor. Söz konusu eserler doğru yolun, hakikatin, iyiliğin ve güzelliğin ne olduğuna dair tespitleri, yorumları, farklı bakış açılarını bir araya getiriyor. Kitaplarla ve hatıralarla nakledilen Mevlevîliğin geçmişte kalan bir şey değil, günümüzde de aynı heyecanla yaşanan, yaşanması gereken bir irfan okulu olduğuna dair farkındalıklar yaratıyor.

Kabir Helminski, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin pek çok eserini çevirmiş, Mevleviyye yolundan irşad vazifesi almış, kurucusu olduğu The Threshold Society'nin direktörlüğünü sürdüren, 2009 yılında Dünyanın En Etkili 500 Müslümanı'ndan biri seçilmiş, durmak bilmeyen faaliyetlerle tasavvuf kültürünü tanıtmaya gayret eden bir isim. Dikkat çeken emeklerinden biri de The Book Foundation. Burada, 2000-2010 yılları arasında Muhammed Esed'in çalışmalarını yayımlandı ve İslami eğitim üzerine bir dizi kitap geliştirildi. Amaç yeni bir maneviyat dili geliştirmek. Böylece insanların ruhsal gelişimlerine psikolojik ve metafiziksel katkılarda bulunmak. Daha önce yapılan hataları geride bırakmak, yeni ve güzel bir yola çıkmak. İlahi Huzurda ve Bilen Kalp kitaplarını okuyanlar, bu dile aşinadır ve mutlaka anlatılanları hayatının bazı yerlerine serpiştirmiştir. Bu kez elimizde daha öğreti temalı bir kitap var: Unutma Hep Hatırla. Aslınur Akdeniz'in özenli çevirisiyle Sufi Kitap etiketiyle neşredilen çalışma otuz önemli soruyu, sorunu cevaplayıp çözmeyi amaçlıyor. İlk soru, bugün bütün insanlığın farkında olduğu ya da olmadığı belki de en acı, yani en hakikatli soru: Manevi bir yola neden ihtiyaç duyarız? Kısa bir giriş: "İnsanları çeşitli dinlere ve mistik geleneklere yönlendiren şeyin içlerinde yanan hasret olduğu hissiyatındayım. İçlerinde içsel bir itki ya da açlık şeklinde ifade bulan, tatmin olmamış bir şey var. 'İyi bir insan olmak için bir dine mensup olmak istiyorum' ya da belki de: 'Evde yalnız kalmaktansa, diğerleriyle beraber olmak istiyorum. Kutsal bir mekânda bulunmaya ihtiyacım var' gibi sözlerle kendini gösteren bir şeyden bahsetmiyorum. Yalnızca iyi ve nazik olmanın ve tüm bunların da ötesinde bir şey var. Manevi bir uygulamaya girişen insanlarda daha derin bir özlem duygusu var. Bizi çağıran başka bir şey..."

Tasavvuf vadisinde, bir mektebe varmadığı haliyle, yani insanın tek başınayken yapabilecekleri bellidir: bol bol okumak, okuduklarını kâlden hâle indirmeye çalışmak, kendi fâniliğini daima zihninde diri tutmak, gününü gecesini tevhid bilinciyle donatmak, kendine değil kainata hizmet etmek, tüm bunları yaparken beden sağlığını önemsemek. Bu kadar mı? Hatta soru farklı olmalı: Tüm bunlar nasıl olacak? Bir yakıt, hem de esaslı bir yakıt gerekmiyor mu? Gerekiyor. O yakıt Muhabbet-i Muhammediyye'dir. Sufiler, tasavvufun merkez noktasında Fahr-i Âlem sevgisi olduğunu her an dile getirir, bunu dilde bırakmayıp gecede gündüzde, evde işte, sokakta dergâhta hayata yerleştirirler. Yerleştirirler ki tevhidden en ufak bir sapma, en ufak bir uzaklaşma olmasın. Kabir Helminski de kitabında bunu olabildiğince sade bir şekilde dile getiriyor: "Tasavvufta harici bir otorite bulunmamaktadır. Papa ya da baş Sufi gibi bir lider yoktur. Bununla birlikte, Sufiler arasında içsel bir tutarlılık vardır. Tüm Sufi kollarını birleştiren en güzel bağ, Hazreti Muhammed'e (sav) duyduğumuz sevgimizdir. Ama Hazreti Muhammed'i (sav) tanımadan onu sevemeyiz."

Fahr-i Kainat Efendimizin hadislerini nasıl tatbik ve tefekkür edebiliriz, O'nun karakter tekamülü, yani şahsiyet kazanmamız için bizlere emanet ettiği sözlerini nasıl yorumlayabiliriz, Helminski bu konuda önemli misaller veriyor. Mümin kardeşini sevmek, nezaket, görgü, iyi niyet, güzel ahlak, tebessüm, dayanışma, paylaşma, yegane aradığımızın bize gözlerimizden bakan olduğunu asla unutmamayı, dini diğer insanlara zorlaştırmanın affedilmez bir hata olduğunu bilmeyi, kısacası et ve kemik yığını olmadığımızı, İlahi Huzur'dan bir an bile uzakta durmadığımızı anlamayı, hissetmeyi... Her zaman aklımızda olması gereken sorulardan biri: Biz, sevgiye nasıl mazhar oluruz, bu sevgiden nasıl tat alır ve daim kılarız? Muaz İbn Cebel'in rivayet ettiği bir hadis-i şerif: "Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Benim sevgim ancak bende birbirlerini sevenlere, bende birlikte oturanlara, bende birbirlerini ziyaret edenlere ve bende birbirlerine cömertçe verenlere aittir."

Yolda yürümeye devam etmek zordur. Belki bundan bahsetmek, zaman olur ya kendi kalbimizi ya da başkalarının kalbini ferahlatmak için hikmetli sözler fısıldamak işin güzel taraflarıdır. Ama zordur. Bunun için güçlü bir psikolojiye sahip olmak elzemdir. Bunu özellikle vurgulamak istedim, zira tasavvuf günümüzde hala romantik heveslerin, duygusal sığınmaların girdabında. Tamam, kabul etmemiz gerekir ki insanlar asgari problemlerini, ihtiyaçlarını çözmeden yola çıkmayı düşünmezler yahut yolda olsalar bile, yeterli gayreti gösteremezler ve haklarıdır. Tevhid de bunun için vardır. Bir başkasının yükünü omuzlamak, onun derdiyle dertlenmek, hiçbir şey yapamıyorsa bir sözle gönlünü almak için. Ama basit hevesler uğruna değil, hakikatli sevdalar uğruna. Helminski'nin ifadelerini okuyalım: "Belki de yolculuğumuza başladığımızda bunun tamamen kendi psikolojik düğümlerimizi, travmalarımızı ve yaralarımızı çözmekle ilgili olduğunu düşünmüştük. Evet, bu da çalışmalarımıza dahildir. Ancak bu, bizim özel veya birincil odak noktamız olamaz. Bunlar hizmet yoluyla daha kolay iyileşecektir. Sahte benlik Hakikatin güneş ışığında buharlaşacaktır çünkü zaten gerçek değildir. Eğer onu güçlendirmeyi bırakırsak, geçip gidecek ve geriye sadece Hakikat kalacaktır. 'Ben'siz Ben-lik, tüm bunları kendi kalp alanlarımızda bilinçle, sevgiyle, Tanrı'yı anarak koruyabildiğimiz anda orada olacaktır."

Hakikat, Nur, aşk ve muhabbet şiirlerde, divanlarda, kitaplarda ve sözlerde kalmamalı. Tasavvuf öğretisi geçmişin kapalı kutusu değil, tüm zamanların ilacıdır. Zaten dün, bugün, yarın gibi zaman sınırlamaları sufinin önemsediği işler değil. Sufi, Hakk'ın hiçbir zamanın içine sığmayacağını bilir. O, ân-ı dâim şuuruyla yaşamaya çalışır, her an çalışır, daima çalışır. Sıkılmaz, bunalmaz. Yorulur mu? Elbette. Ama yorulunca dayanacağı kapıyı bilir. Bu kapıyı unutmaz, hep hatırlar. Kabir Helminski'nin kitabının adı, bu anlamda hem ilk söz, hem de son sözdür: Unutma Hep Hatırla.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

29 Aralık 2022 Perşembe

Huzurda olma hâli

"Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin. Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın."
- Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (Mesnevî: Gölpınarlı)

Bir yola bağlansa da bağlanmasa da, Anadolu'nun mayasıyla ilgilenen kimseler mutlaka büyük gönül sultanı Mevlânâ'da duruyorlar ve oradan beslenebildikleri kadar besleniyorlar. Tasavvufta gayelerden en önemlisi, bu beslenişi samimi kılabilmektir. Herkes tekke, türbe ziyareti yapabilir ve âriflerin, velilerin hayatlarıyla ilgilenebilir ancak bir yere kalp çarpıntısıyla gitmek ve kavuşunca gözyaşı akıtmak, bir büyüğü sahiden de kalbin merkezine koymak, bambaşka bir hadisedir.

Batıda doğup büyümüş, ailesinden gelen inancı benimsemiş, fakat sonra ne olduysa olmuş ve kendine başka bir yol benimsemiş kimseler hep dikkatimi çekmiştir. Aslında bu, bizim toplumumuzun bir zaafıdır. Meseleye nereden baktığımız, kabukla mı yoksa özle mi meşgul olduğumuz bu zaafın altında gizlidir. Yakın zaman önce vefat eden Shems Friedlander, bu anlamda önemli isimlerden biriydi. Kendisi bir cerrâhî müntesibi ve aynı zamanda bir Mevlânâ âşığıydı. Amerika'da başlayan yeryüzü ömrünün Konya'da nihayete ermesi bile çok ilgi çekici bir insanlık hikâyesidir. Mesela Annemarie Schimmel'in hayatı da bu anlamda tetkik edilmeli, Sâmiha Ayverdi ile mektuplaşmaları okunmalı. Onun, Süheyl Ünver ve diğer pek çok kimseyle olan kalbi muhabbetindeki gaye, birer mana güzelliği olarak telakki edilmeli diye düşünüyorum. Böyle batılı olup da bir şekilde Mevlevî yolunun yolcusu olmuş pek çok kimse var. Yeri gelmişken, Muzaffer Ozak Efendi'nin yurt dışına yaptığı seyahatlerdeki ayinlerinin ve Celaleddin Çelebi'nin bilhassa Amerika'daki talebelerinin bu anlamda bir etkisi olduğu gayet açık. Özellikle 21. yüzyıl itibariyle hem batıda hem doğuda açılan enstitülerin de insanların tasavvufa merak duymasına, giderek daha fazla ilgilenmesine ve hayatını bir şekilde değiştirmesine imkân tanıdığı ortada. Modern zamanların buhranı satın alınan şeylerle değil, birbirine adanacak gönüllerle çözülebiliyor dersek, hata etmiş sayılmayız.

Kabir Helminski, yukarıda bazı andıklarımız gibi Mevlevî mayasından beslenmiş ve nihayet önemli bir topluluğa rehberlik edecek noktaya gelmiş bir isim. Eşiyle birlikte kurdukları ve etki alanını giderek genişleten bu topluluğun adı The Threshold Society. Kabir Helminski, Süleyman Hayatî Dede'nin talebesi olduktan sonra Amerika'da Mevlevîlik üzerine yoğun faaliyetlere girişmiş. Pek çok Mevlânâ eserinin yabancı dillere çevrilmesinde önemli roller üstlenmiş. Mevlevî mûsıkîsinin de etkilenerek bazı organizasyonlar düzenlemiş, kayıtlar yapmış. Bir şeyh olarak görünmek istemese de vaktiyle 1990'lı yıllarda Celaleddin Çelebi tarafından kendisine bu vazifenin verildiği de biliniyor. Helminski ve topluluğu, güncel sorunlara ve modern krizlere kadim sufi yaklaşımlarıyla çözümler arıyor. Farklı ritüelleriyle bazılarının ilgisini, bazılarının da eleştirisini çekiyor. Türkçemize Bilen Kalp adıyla çevrilen kitabı vaktiyle çok sevilmişti. Aralık 2022 itibariyle Timaş Yayınları tarafından İlahi Huzurda: Sonsuzla Bağ Kurmak ve Bilinçli Farkındalık adlı bir kitabı daha, Özlem Ezer çevirisiyle meraklılara sunuldu. Tıpkı Bilen Kalp'te olduğu gibi kolayca okunan, hem sufi geleneğinden hem de benötesi (transpersonal) psikolojisinden yararlanan, Mesnevî gibi pek çok kaynaktan gelen satırların sadırlara kavuşması için Helminski'nin şahsi hayatından hikâyelerle zenginleştirdiği bir metin var önümüzde.

Helminski, bir gönül yolculuğunun ilahi yolculuk olabilmesi için bazı temellerin olduğunu anlatıyor. Bu temellerin bilgisine sahip olmak yetmiyor elbette. Harekete geçmek ve daima eylem hâlinde olmak gerekiyor. Kişinin bulunduğu zamanın, hatta anın farkında olabilmesi bile bir eylem meselesi. Bunun içinde benlik, kalp, ruh nedir gibi önemli sorular karşımıza çıkıyor. Özellikle sahte benlik(ler) ile öz benlik arasındaki mesafe, maneviyat noktasında insana önemli farkındalıklar kazandırıyor: "Tüm akıl, güzellik, güç, şefkat, affedicilik, sabır ve eminlik Ruh'un armağanları ve sıfatlarıdır. Ruh'la bağlantımızın farkındalığı arttıkça bu sıfatlar bizde hakkaniyetiyle tecelli eder. Kalbin aynasını parlattığımız ölçüde aksettirici hale geliriz. Bu saf Ruh'un sevgilileri oluruz."

İşte burada, anlatılan bu saf Ruh'un nasıl bulunacağı sorusu ortaya çıkıyor. Helminski, iki yoldan bahsediyor: "Öncelikle, Ruh en yoğun haliyle, ona yönelip içinde fark eden insanın gönlündedir. Kendi deneyimlerimize dönerek, kendi ruh hallerimize dair bir uyanıklık geliştirerek kendimizi tanımaya ve bu sayede bizde tecelli eden Ruh'u anlamaya başlarız. İkinci olarak, iki ya da daha çok insan zikir (hatırlayış) için bir araya geldiğinde kalplerin kolektif titreşimi herkesi yükseltir. Ruh'un lütufları, bir gönülden diğerine iletilir. Bu hal yalnızken nadiren yaşanır. Bu Hakikat'in nuru altındaki paylaşımın neticesi dostluk ve kardeşliktir."

Kitap boyunca bizi bekleyen konular, daha önce tasavvufi kavramlarla ve bazı yolların usulleriyle, erkanlarıyla ilgilenenler için kolaylıkla okunabiliyor. Burada güzel olan, günümüzün diline ve yaşayış biçimine uygun bir yol, yani orta yol seçilmesi. Fazlanın da eksiğin de bilincinde olarak, insan ne kadar yapabiliyorsa o kadar, ama hep diri ve samimi biçimde çalışıyor. Bir ihtimalin peşinden gidiyor. O ihtimal, insana merhametin kokusundan bir miktar verirse, yol daha hızlı ve lezzetli alınıyor. Aşk artıyor, şevk artıyor. Ortaya derin, gizemli ve kimi zaman yakıcı bir muhabbet çıkıyor. Yol boyunca, tıpkı bir arabanın rutin bakım işlemleri gibi kalbi de bakıma ve gerekiyorsa onarıma sokmak gerekiyor. Bunun için de vicdanı iyi bilmek, öz benliği görmek, egoyla arkadaşlık etmek, farkındalık aynasını iyice parlatmak, kalbin sesine daha çok dikkat kesilmek, kişiliğin inşa ederek bir şahsiyet hâline getirmek, bugünlere parçalanarak gelmiş olan benliği toplamak, bedenin oyunlarına karşı hazır olmak, bize lütfedilen ömrün ve rızıkların hakkını vermek, gayreti asla elden bırakmamak, korkuyu bilinçten kovarak özgürleşmek ve böylece elemin, gamın, kederin, ıstırabın çoğu zaman illüzyon olduğunu anlamak, bencilliği kovup yerine başkalarına hizmet edebilmeyi yerleştirmek, nihayet "ölmeden önce ölmek" denen sırra kavuşmak, işte bu yolun durakları. Yolcu, duraklarda kısa bir süre bekleyerek yola devam etmeli, edebini korumalı, kendine bir şey, bir değer, bir kıymet atfetmeden, nefsinin acziyetini ve gönlünün azizliğini bilerek yürümeli.

Mesele çalışmayı elden bırakmamaktır. "Hakiki Benlik'imiz, gizli hazinemiz, farkındalığımızın ve kişiliğimizin ötesindedir ama ona doğru giden bir kanal bulabiliriz. Bu kanal, içinizdeki latif enerjilerin mevcudiyetiyle yaratılır ve bu enerjiler belli bir çalışmanın sonucudur. Sinir sistemimizdeki bu mevcudiyet hali, bizi Varlık'ın daha latif hallerine bağlamaya yardım eder." diyor Helminski. Bu çalışmanın içinde karşımıza zayıflık, uyanış ve denge gibi konular çıkıyor. Her birini aşıp karara ulaşıldığında hedef de kendini göstermiş oluyor: "İç aynamızı temizleyebilirsek Varlık'ın nuru gözlerimizden akarak dışarıya yansıyacaktır."

İlahi Huzurda; ihtiyacının, yani manevi bir yolculuğa çıkması gerektiğinin farkında olan okura bir kapı gösteriyor. Kapıya gidene kadar da ona bir tamir çantası sunuyor. Gerisi, okurun, yani yolcunun gayretine kalıyor.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf