"Canım efendim, alev alev bir sesti bu. Vecdin, sevginin, gönlün sesi. Tutuşturmuyor, aydınlatıyordu. Fecir pırıltısı gibi. Tanımıyordum sizi. Bir akşam zindanımı nura boğdunuz. Sonra da her güzel şey gibi hâtıra oldunuz. Serab mıydınız, gerçek miydiniz? Nerden geliyordunuz? Kadîm ve muhteşem bir medeniyetin enkâz-ı târümârı altında gülümseyen bir kor muydunuz? Zerafetinizle Lale Devri'nin müsahiplerini hatırlatıyordunuz. Belli ki elest bezm'inde tanışmıştık."
- Cemil Meriç, Cinuçen Tanrıkorur'a gönderdiği karttan
Sanatçı, bize hakikat ışığından bir nebze aktarabildiği ölçüde hem sanatını hem şahsiyetini yüceltir. Bunun için de olan biten her şeye gönül gözüyle bakması ve görmesi gerekir. Mimarlık eğitimi almış merhum Cinuçen Tanrıkorur da gönül gözünün açıklığıyla musiki aşkına tutulmuş ve bu aşkla hem Türk müziğine hem de Türk düşüncesine çok isabetli, istikamet sahibi yorumlar getirmiştir. Hemen hemen her talebesi, ondan aldığı eğitimde musikinin sonradan geldiğini, hocanın evvela iyi bir insan olmayı öğrettiğini söylemiştir. Türkçeyi kullanışıyla, hitabetiyle, giyimiyle, yazısıyla ve muhabbetiyle hakiki bir mûsikişinas olarak hatırlanır, hatırlanacaktır merhum.
İlk olarak "Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler" adıyla yayımlanan kitabına dair yaptığı mülakattaki düşünceleri dinlerken her ne kadar yürek burkuyorsa, bir o kadar da düşündürmekte ve hâlâ yaşayan sıkıntılarımızı, kaybettiğimiz hassasiyetlerimizi gün yüzüne çıkarmakta, orada gayet diri bir vaziyette tutmaktadır. Sadece muhteşem ud taksimleriyle değil, müziğe aşina kulakların hem pasını silecek hem de makam, usul öğreticiliği açısından son derece lezzetli meşkleriyle de dinleyenin gönül kapısını ardına kadar açar Tanrıkorur. İşte Ötüken Neşriyat tarafından "Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler" kitabı daha sonra Dergah Yayınları'nca "Türk Müzik Kimliği" adıyla, iki bölümden oluşan çok kıymetli bir kitap hâlinde yeniden yayımlanmış ve Türk müziği meraklılarının yahut tutkunlarının ilgisine sunulmuştur. Kitabı hazırlayanlar ise İsmail Kara, Barihüda Tanrıkorur, Reha Sağbaş ve Başak İlhan'dır.
Kitabın içeriği Cinuçen Tanrıkorur'un bazı özel konferanslarda ve üniversite panellerinde vermiş olduğu mülakatlardan ve yazmış olduğu makalelerden oluşuyor. İlk bölüm, müzik kimliğimize dair. Bu bölümde müzik mi mûsikî mi, mûsikîmizdeki ses sistemi, makam ve tasnifi, usuller, teksesli çoksesli çekişmesi, müzik eğitimi, İstiklâl destanımızın çeşitli besteleri dolayısıyle marş besteciliğinde prozodi, konserlerimize yabancıların merakı, Türkiye'nin tanıtımında müziğin yeri, Adnan Saygun'un müziğimize yaptığı işkenceler, XIX. yüzyılda Türk mûsikîsi, Türk mûsikî için XX. yüzyılın önemi, bir hayat tecrübesi olarak hüzün, modern mûsikînin İslâmîleşmesi, müziğimiz ve popülarite, Türkler ve müzik, çağdaş bir müzik eğitiminin nasıl olması gerektiğine dair çok kıymetli düşüncelerden ve fikirlerden oluşuyor. İkinci bölüm ise mûsikî semamızdaki birkaç yıldıza dair. Dede Efendi, Zekâî Dede, Tanbûrî Ali Efendi, Tanbûrî Cemil Bey, Hüseyin Sâdeddin Arel, Sâdeddin Kaynak, İsmail Baha Sürelsan, Mes'ud Cemil, Şerif Muhiddin Targan, Sadi Işılay, Yorgo Bacanos, Münir Nurettin Selçuk, Alâeddin Yavaşça, Bekir Sıtkı Sezgin, (Hangi) Zeki Müren, Şekip Ayhan Özışık ve Akagündüz Kutbay gibi
Türkçeyi bütün imkânlarıyla kullanan Cinuçen Tanrıkorur; Konfüçyüs'ün "Bir toplumun müziği bozulmuşsa, o toplumda pek çok şeyin de bozulmuş olduğuna hükmetmek gerekir" sözü mucibince, sanatın ve dolayısıyla müziğimizin manasını, ehemmiyetini derinden kavrayan, kavramaya gayret eden bir milletin daima diri kalacağına inanır:
"IX. yüzyılın ünlü Arap yazarı El-Câhiz Fazâilü'l-etrâl'inde Türkleri şöyle anlatır: Türkü attan ayrı düşünmek mümkün değildir; o atın her yerindedir: sırtında, karnında, kuyruğunda, yelesinde". Bize göre mûsikî de Türkün her yerinde, her şeyindedir: sevincinde, kederinde, barışında, savaşında (bu savaşı ister cihâd-ı ekber olarak alın, ister cihâd-ı asgar). Bunu, "Türk mûsikîyle doğar, mûsikîyle yaşar, mûsikîyle ölür" vecîzesiyle Sâdeddin Arel de tespit etmişti. Dahası var: biz mûsikîden öldükten sonra da kopamayız: kabrimiz başında Kur'ân, akşam devir hatmimiz, 7'miz, 40'ımız, 52'miz, mevlidlerimiz, kandillerimiz, zikirlerimiz, dualarımız, gülbanklarımız... Elest bezmindeki "Kün!" emr-i ilâîsinden sûr-ı İsrâfil'e kadar."
Türk çocuklarına yabancı mekteplerden daha çok ailelerinin ve televizyonlardaki, radyolardaki programlarda konuşulan bayağı Türkçenin daha çok zarar verdiğini her fırsatta dile getiren Tanrıkorur, çocukları müzikle küçük yaşta tanıştırmak için elinden geleni yapmış, ilkokullar ve ortaokullar için müzik kitaplarının da kaleme alınmasında etkili olmuştur. 1998'de Türk Müzik Kimliği kitabının tanıtımında verdiği bir mülakatta şöyle demiştir:
"Eğer çocuğun temeli küçük yaşlardan itibaren bir Müslüman Türk çocuğu olarak atılmışsa yabancı mektep bunu değiştiremez. Hiçbir yer değiştiremez. Ama siz çocuklarınıza daha "Allahaısmarladık" demeyi dahi öğretemeden, "güle güle" diyorsunuz o da size "güle güle" diyor. Türk aileleri çocuklarına "Allahaısmarladık" demeyi öğretmediler, öğretmiyorlar. Umurlarında değil. "Bye bye" bozması bir Türkçe konuşuyoruz. Lazların çok sevdiğim bir sözü vardır "Ha bu rezilluk da sana yettu" derler. Bu ayıp bize yeter."
Tanrıkorur zor zamanlarda konuşmuş, yazmış ve sanatını icra etmiş bir mûsikişinastır. Tüm bunları "Okullara Türk müziği dersi konulması irticai faaliyettir" ve hatta "Devletin kanalında Itrî dinletisi yapılırsa devlet sanatçılığı unvanımı geri veririm" diyen devlet görevlilerinin, sanatçılarının devrinde yapmıştır. Yine Türk Müzik Kimliği kitabına dair mülakatından:
"Tanzimat depremi Türk aydının şuurunu kapatmıştır. Onun için artık batıdan gelen her ne varsa güzel, çağdaş, ileri, faydalı. Kendisine ait olan her ne varsa çağ gerisi, ilkel, çirkin, faydasız, mutlaka terk edilmesi gereken ve terk edilebildiği ölçüde çağdaşlaşılması mümkün olan şeylerdir. Nitekim Türk musikisinin adı, helalarımızda kullandığımız alaturka'ya verilmiştir. Batının musikisine de yeni tarz helamız olan alafranga adı verilmiştir. Alafranga tuvalet, alaturka hela. Yani insanlar alafranga tuvalete oturunca kendilerini çağdaşlaşmış hissettiler. Boyunlarına kravatı takınca çağdaş olduklarını zannettiler."
Tanrıkorur'un bu kitabı aynı zamanda bir yakın tarih okumasıdır. Siyasilerin ve radikallerin hem dilimize, hem dinimize hem de müziğimize nasıl zarar verdiklerini esasen Osmanlı'ya kadar götürür. Özellikle II. Mahmud'dan itibaren başlayan batılılaşma çılgınlığının Dede Efendi'yi bile çıldırttığını söyler. Padişahların bestekârlara zorla batı müziği besteleri yaptırması, batının dahi alla turca diyerek her zaman Türk askeri müziğinden yararlandığının unutulması Tanrıkorur'un müthiş zekası ve nüktedanlığıyla buluşunca ortaya harikulade faydalı anekdotlar çıkmıştır:
"Biz yabancı müzikleri öğrenirsek çağdaşlaşacağız zannetmenin kargaları artık güldüren değil ishal yapan komikliği ile yetiştirildik maalesef. Türk çocuğu mektepte Bach'ı, Beethoven'ı, Mozart'ı Hendel'i, Ravel'i öğrendi; Merâgi'den, Itrî'den, Kazasker Mustafa İzzet'ten, Dede'den, Zekâi'den, Tanburî Cemil'den Sadettin Kaynak'tan habersiz yetiştirildi. Bunu da marifet zannettik. Meşhur anektoddur; İsmet İnönü MEB bakanlarından birini ziyarete gider. Cebinden bir küçük not defteri çıkartır eski yazıyla bir söz yazar. "Oku bunu!" der. "Paşam ben bu yazıyı okuyamıyorum" dediği zaman "Hahahahah" der, "Nihayet Türkiye bugünleri de gördü" der, sevinerek... Cehaletin hiçbir türlüsü ile övünülemez. Cehaletle cahiller övünür. Ama cahillerin dahi izan sahibi olanları cahil olduklarından dolayı utanırlar."
Merhum Cinuçen Tanrıkorur'a göre müziğimiz daima millî bir karakter taşımalı ve batıcı yobazların elinden kurtarılmalıdır. Toplumun millî karakterini taşımayan bir müzik gürültüden ibarettir. Burada Balzac'ın "Uluslarüstü olmak istiyorsan, önce kendi usulundan söz et" sözünü hatırlatan Tanrıkorur bu gerçeğin sadece müzikte değil; sanatın her kolunda, siyasette, ekonomide, dilde kısacası toplumun aynası olan her yerde görmek gerektiğini söyler.
28 Haziran 2000 tarihinde vefat eden merhum üstadı rahmetle anarken, besteleri kadar kitaplarının da Türk düşünce hayatında çok kıymetli bir yeri olduğunu ifade etmek gerekir. Dergâh Yayınları'ndan çıkan tüm kitaplarına tıpkı güftesi Cenab Şahâbeddin'e, bestesi de Cinuçen Tanrıkorur'a ait şu kürdîlihicazkâr fantezi gibi kulak vermek gerekir: Kalbim seni bir yaz kuşu dinler gibi dinler...
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder