SAYFALAR

7 Nisan 2020 Salı

Modern tıp insanın manevi dünyasını önemsemiyor

Akıl hastaları veya toplumun onlara taktığı isimle ‘deliler’, tarihin her anında diğer insanların ilgi odağı olmuşlardır. Sadece toplumun değil, tabii ki tıbbın da doğal çalışma alanlarından biridir. Bu tür insanlara tıbbın yaklaşımı her zamanda farklılık göstermiştir. Bazı zamanlarda ve toplumlarda içlerine şeytan girdiği düşünülerek yakılmış, bizde ise aynı dönemlerde kuş ve su sesleriyle tedavi edilmişlerdir. Fakat modern tıp geliştikten sonra bu tür insanlara modern toplumlarda tektip bir bakış açısıyla bakılmış ve çoğunlukla da ilaçla, şoklarla veya bu tür başka yöntemlerle tedavi edilmeye çalışılmıştır. Elbette bu yöntemler birçok vakada etkindir.

Modern tıbbı reddedebilecek bir konumda değiliz şu anda, dünya olarak. Ancak 1960’lı yılların ortalarında İngiltere’de modern psikiyatrinin yöntem ve savlarını eleştiren bir akım doğdu: Antipsikiyatri. Temsilcileri arasında Franco Basaglia, Ronald David Laing, David Cooper, Michel Foucault ve Thomas Szasz bulunmaktadır. Özellikle Laing ve Cooper bu akımın başını çeker. Onlara göre şizofreni bir tür hastalık değil; kişisel bir eylem, aile veya topluma karşı gösterilen bir protestodur, başkaldırıdır. Tepkisel bir sendromdur. Bu sebepten ilaç veya bu tür bir iyileşme yöntemini bu tür kişilerde uygulamak doğru olmaz. Soruna direkt modern tıbbın yöntemleriyle yaklaşmak yerine daha farklı bir yerden bakma gerekir. Özellikle Laing bu konuda ailenin rolünü en tepeye çıkarır ve tedaviyi buradan başlatır.

Antipsikiyatriyi savunan ve bu tür kitaplar yazan birçok yazar, psikanalist veya psikiyatr sayabiliriz. Son zamanlarda bu türde okuduğum en önemli kitaplardan biri İngiliz psikanalist Christopher Bollas’ın harika eseri, Türkçeye Güneş Patladığında: Şizofreninin Gizemi adıyla çevrilen kitaptır. Bu kitabında Bollas şizofreninin tedavisinde ilaç tedavisinin işin insani boyutunun kökünü kurutmakla tehdit ettiğinin sıklıkla göz ardı edildiğini savunur. Bu görüş Laing’in görüşlerine çok yakındır. Laing de Yaşantının Politikası adlı eserinde bu türden görüşlerini genişleterek okura aktarmıştır. Laing, hasta olarak karşısına gelen kişileri bir ‘şey’, bir obje olarak görmediğini, hastayı kategorize etmekten ve onu etiketlemekten kaçındığını belirtmiş ve bunların sebeplerini inandırıcı bir şekilde anlatmıştır.

Yaşantının Politikası kitabı ünlü yazarımız ve psikiyatrımız Kemal Sayar tarafından dilimize çevrildi ve Vadi Yayınları etiketiyle ikinci baskısını yaptı. Kemal Sayar’ın bir vefa borcunu ödemek için bu kitabı çevirdiğini söylediği eser, bu alanda çalışan veya bu alana ilgi duyan birçok kişinin çok çok önem verdiği kitaplardan olacaktır. Laing’in biyografisini de içeren ve uzun bir sunuş yazısı yazan Kemal Sayar da bu kitabın öneminden bahsetmiştir. Üstünkörü geçmeden, hem bu kitaptan hem de yazarın diğer kitaplarından alıntılarla zenginleşen bu sunuş yazısı aslında kitaptan alınacak özü de içerir. Çünkü Kemal Sayar’ın belirttiği gibi ağır bir kitaptır Yaşantının Politikası. Bu yüzden Sayar’ın kitabın başında yaptığı çözümleme eğer dikkatle okunursa, okura yön gösterecektir.

Başlıkta Laing’in bir hikmet arayıcısı olduğunu belirtmiştim. Bunun sebebini kitabı okuyanlar anlayacaktır. Laing bir doktordan ziyade bir şifacı olarak yaklaşır şizofren bireye. Çünkü Laing psikiyatrik tıbbın hastaları çıldırttığını savunur. Bireylerin iç seyirlerine set çektiğini söyler. Burada Laing’in iç dünya ve dış dünya ayrımına gittiğini söylemek mümkün. Modern tıbbın kaçırdığı ya da bilerek göz ardı ettiği yer de burasıdır. Bireyin iç dünyasını anlamadan ve üstüne onu gömmeye çalışarak bir dış dünya kurmaya çalışan modern psikiyatri, Laing’e göre bireyleri birer makine gibi görmektedir.

Laing’in görüşlerini iyi anlamak için onun ilk bölümde değindiği birçok konuyu iyi özümsemek gerekir. Bunların ilki ‘yaşantı’ konusudur. Kişiler ve Yaşantı adlı bu bölümde yazar ‘yaşantı’ kavramıyla neleri kastettiğini biraz ağdalı bir dille anlatır. Hatta ‘felsefe yapar’. Hatta konuyu da biraz uzatır daha anlaşılır ifade etmek varken. Ancak kitabının ve fikirlerinin temelini oturttuğu ‘yaşantı’yı da okura özümsetir:

İnsanlar, nispeten kestirilebilir yollarla, uyurken, yerken, yürürken, konuşurken gözlemlenebilirler. Ancak bizim sadece bu tür bir gözlemle yetinmememiz gerekir. Davranışın gözlemi, yaşantılamaya dair çıkarımlarla genişletilmelidir. Ancak bunu yapabilmeye başladığımızda, insanoğlu demek olan o yaşantısal-davranışsal sistemi gerçekten kurabileceğiz.”. Bu bakış açısı bize insanları sadece davranışsal değil manevi/ruhsal olarak da değerlendirmek isteyen bir psikiyatrın, kişinin hayatında ne gibi şeyler değiştirebileceğinin de bir öngörüsünü verebilir. ‘Yaşantı’ya çok önem verir Laing çünkü yaşantılanan şey yok edilirse davranışlarımız da yıkıcı olacaktır.

İlk bölümde Laing’in bir tür toplumsal yakınma gösterdiğini görüyoruz. Kaybın felsefesi, boşluk hissinin tespiti, normal kavramı gibi düşünsel konuları kendi felsefesiyle birleştiren Laing’in sosyolojik tespitleri hiç de yabana atılacak cinsten değil.

H. S. Sullivan, kendisiyle çalışmaya gelen genç psikiyatrlara şöyle dermiş: “Hatırda tutmanızı isterim ki toplumumuzun bugünkü durumunda hasta haklı ve siz haksızsınızdır.”. Bu görüş Laing’in de görüşleriyle birebir örtüşmektedir. Çünkü Laing toplumun hastalıklı bir hale geldiğini ve şizofren bireyin bu duruma bir tepki vermek, bir çıkış yolu bulmak için bir şeyler yaşantılamaya çalıştığını ve bunun da hastalıklı toplumda anormal görüldüğünün farkına varmıştır. Sadece toplumun değil modern psikiyatrinin de bireyi anormal gördüğünü belirtir ve kitabın ikinci bölümü olan Psikoterapötik Yaşantı adlı bölümde psikiyatrlara eleştirilerini yöneltir. Farklı psikanaliz ve derin psikoloji okullarının ‘yaşantı’ya odaklanmadığını söyleyen Laing ‘yaşantı’yı ihmal edip davranışa odaklanan kuramın yanıltıcı olacağını savunur.

Laing kendi düşüncelerini oluştururken ‘yaşantı’ kavramına verdiği önemi, şizofren bireylerin tedavisinde aileye verdiği önemle birleştirir. Aile ve çevre, buna geniş anlamda toplumu da ilave ettiğimizde, Laing’e göre bu tedavide asıl incelenmesi ve değiştirilmesi gereken şeylerdir. Yaşantının Kandırmacası bölümünde ‘modern zaman ailesi’ni eleştiren Laing’e göre çocuk ve ebeveyn arasındaki ilişki arızalıdır. Aileler sevgi adı altında çocukları boğarak onlara bir dünya kurmaya çalışmaktadırlar. Çok tanıdık olan bu görüşler aslında ülkemizde de çok rahat gözlemlenebilir. Meslek edinip aç kalmaması yönünde yetiştirilen, akademik alanda en iyisi olmadığında bir hiç olacağını çocuklarına empoze eden binlerce aile vardır. Başarısızlık duygusuyla intihar eden binlerce genç vardır dünyada. Ülkemiz de hiç masum değildir bu konuda. Yazara göre böyle kıskaçlardan bir çıkış yoludur şizofreni. Yeni bir dünya arayışı, bir arınma ihtiyacıyla başvurulan bir durumdur:

Neye uyum? Topluma mı? Çıldırmış bir dünyaya mı? Ailenin işlevi Eros’u baskılamak; yanlış bir güvenlik bilinci uyandırmak; hayattan uzak durarak ölümü inkâr etmek; aşkınlıkla bağları koparmak, Tanrı’ya inanmak ancak boşluğu yaşantılamamak; kısaca, tek boyutlu insan yaratmak; saygıyı, rahatlığı, itaati çoğaltmak; çocukları oyundan alıkoymak; bir başarısızlık korkusu yaratmak; işe saygıyı artırmak; ‘saygınlığa’ saygıyı artırmaktır.

Kitapla ilgili bahsedecek onlarca şey var. 179 sayfalık kısa bir kitap olmasına rağmen çok yoğun ve içi dolu dolu. Bunlardan başka Biz ve Onlar, Şizofrenik Yaşantı, Aşkın Yaşantı, On Günlük Bir Yolculuk bölümlerine sahip kitapta ailelerin iç dinamiklerine daha derin bir bakış da yer alıyor, şizofreninin mistik yönünü yakalayıp onu bir vecd haline bezeyip okura aktarmak da. Son bölüm biraz farklılık gösteriyor. Laing’in tanıdığı bir kişinin, Tesse’nin, on günlük bir yolculuğunu ve geri dönüşünü ele alıyor konu. Tabii bu on günlük yolculuk zihinsel bir yolculuk. Metafizik bir âleme gidip gelme söz konusu olan. Bireyin bir arayış bir arınma çabasının kâğıda dökülmüş ve yazar tarafından yorumlanmış hâli diyebiliriz bu bölüme. Kitabın en ilgi çekici yerlerinden biri olduğunu söylemek mümkün.

Yaşantının Politikası iyi ki okumuşum dediğim kitapların arasında yerini rahatlıkla aldı. “Bakın bir de böyle bir şey var”, diyor Laing bizlere ve psikiyatri dünyasına. Modern psikiyatriyi şu anda reddedecek güç birçok kimsede yok; ancak bu, Laing’in örneklerle zenginleştirdiği görüşlerini de reddedeceğimiz anlamını taşımıyor. Bu durum biraz da dünyaya bakış açısıyla alakalı bence. Sadece maddi dünyaya mı yönelmeliyiz yoksa bir de manevi dünyamızın olduğunu mu düşünmeliyiz? Bazen karşımızda bir tasavvuf ehlinin konuştuğunu sanacağımız Laing’in cevabı belli. Ya sizinki?

Biz manevi yaşantıyı yitirmişken bizden iman etmemiz bekleniyor. Ama bu iman, kanıtı olmayan bir gerçeğe inanma şeklinde ortaya çıkıyor. Amos’da, ülkede bir kıtlığın ortaya çıkacağı bir zamanın geleceği, bunun ‘yiyecek kıtlığı’ ya da susuzluk kıtlığı değil, Tanrı’nın sözlerini işitme kıtlığı olacağı hakkında bir kehanet vardır. Bu kehanetin zamanı gelmiştir. Bu, içinde bulunduğumuz çağdır.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder