SAYFALAR

3 Ocak 2020 Cuma

Aradığını kendinde bulmak ya da kayıpla kaybolmak

“Zaman da duruyor ve onları gözlüyor. Zaman asılı kalıyor, düşüşten önce her şey asılı kalıyor.”
- J. M. Coetzee, Petersburg’lu Usta

Coetzee’nin Petersburg’lu Usta kitabında okuru Dostoyevski karşılıyor. Kurmaca bir Dostoyevski, ama gerçeğine çok benziyor. Rus edebiyatı uzmanı olan Coetzee konuya ne kadar hâkim olduğunu tüm ustalığıyla gösteriyor. Yazarın Büyük Usta Dostoyevski’yi ne kadar iyi okuduğunu, Rusya tarihi ve edebiyatı hakkındaki birikiminin ne denli olduğunu tahmin edebiliyoruz. Fakat beni, yani yazımı ilgilendiren, kitabın estetik kısmı değil. Yazımda ele alacaklarım kitabın konusuyla ilgili: Kaybetmek, kaybolmak.

Dostoyevski bir gün, gönüllü olarak sürgüne gittiği Almanya’dan Petersburg’a çağırılır. Ellili yaşlarındaki Dostoyevski apar topar ve tüm alacaklılarına rağmen Petersburg’a gelir. Çünkü üvey oğlu Pavel İsaev ölmüştür. Pavel’in ölümü şüphelidir; polis kayıtlarına intihar olarak geçse de cinayet ihtimali de var. İşte böylece Dostoyevski kendisini bir kaybı ararken bulur. Daha doğrusu bir kaybı ararken kendisini kaybediyor ya da bir başkası olarak buluyor.

Birisinin arkasında bıraktığı nesneler her zaman kıymetlidir. Bu nesnelerin sahiplerinin ruhlarından bir parça taşıdığına içten içe inanılır. Bu eşyalar (her şey olabilir) geride kalan insanlar için birer zaman makinesidir. Onların içindeki cevher bizi geçmişe veya bir gelecek hayaline götürür. Pavel’in bir odasında kiracı olarak kaldığı daireye gelen Dostoyevski, ev sahibesi Anna’dan Pavel’in eşyalarını istemesi de bundan olsa gerek. Pavel’in yastığını kokluyor, bavulundan gömleğini çıkarıp sarılıyor.

Derin derin soluyor onu, tekrar tekrar soluyor ve oğlumun hayaleti içime giriyor, diye düşünüyor.

Tıpkı Yusuf kıssasındaki gibi bir gömlek imgesi kullanılıyor. Bu gömleği Pavel giymişti, daha sonra üvey babası Dostoyevski ve müridi olduğu Neçayev giyecekti. Pavel kaybolmasına rağmen gömleğiyle başkalarında var oluyor. Hem onun ruhuna erişmeye çalışılıyor hem de o başkalarının ruhuna temas ediyor.

İnsanlığın ruhlarla iletişime geçme yöntemlerinden en kadimi olan ruh çağırma da Dostoyevski’nin kaybını telafi etme yollarından birisi oluyor. Oğlunun odasında, “Pavel” adını sayıklayarak ona ulaşmaya çalışıyor. Büyülü sözler söyleyen bir şair gibi, Pavel’i diriltecek sözler arıyor.

Tüm bunları yaparken üvey oğlunun ölümünü reddediyor. Onun yaşadığına ikna olmak ve herkesi ikna etmek istiyor. Mezarını görmesine ve toprağa kapaklanmasına rağmen inanmıyor. Bu da insanların ölüm karşısında verdikleri en bilindik tepkilerdendir. Sürekli kaybı hakkında konuşmak ve Dostoyevski’nin arzuladığı gibi herkesin kayıp hakkında konuşmasını arzulamak. Çünkü söz, varlığı kavi kılıyor. İnanılır hâle getiriyor.

Aslında Büyük Usta, mezarlıktan dönerken gördüğü yarasına saldıran sokak köpeği gibi kendi yarasına saldırmış oluyor. Ev sahibesi Anna ve kızı Matriyona bir süre buna dikkat etseler de, bu gerçeği önünde sonunda dillendiriyorlar. Hele ki Pavel’den söz edilmemesi, unutulacak gibi olması üvey babayı çileden çıkarıyor. İnsan yarasını herkese göstermek istemez mi? Yaranın hikâyesini her gördüğüne anlatmak ve dilden dile yayıldığını duymak istemez mi? Elbette ister.

Zamansal süreçte “keşke” geriye dönük olarak bir işe yaramaz. Dostoyevski de bunu biliyor olmalı ama netice de o da insan, hatta yaşlı bir insan. Pavel’e daha iyi bir eğitim almadığı, kendisini daha iyi yerlere taşımadığı için kızgınlık duymakta. Geçmiş zaman üzerine farklı teoriler kurarak bugünü değiştirmek isteği insanlığın ortak özelliği olmalı. Bu yüzdendir zaman yolculuğunu konu alan birçok film çekilmesi.

Dostoyevski Pavel’in mektuplarının, notlarının, hikâyelerinin yazılı olduğu kâğıtları komiser Maksimov’dan almak istiyor. O kâğıtlar üvey babanın yeni zaman makinesi. Üvey oğluna ulaşması, başına ne geldiğini öğrenmesi için kullanacağı bir zaman makinesi. Henüz notlara ulaşamadan bir gerçeği öğreniyor bile: oğlu, dönemin azılı anarşisti Neçayev’in yakın dostu olduğunu öğreniyor. Zaman makinesi şimdiden çalışmaya başladı. Notları alamasa da ipucu bulan Dostoyevski Neçayev’in ve müritlerinin peşine düşüyor. Tıpkı oğlu gibi. Aslında geçmişle ilgili “Nasıl oldu?” sorusu yerine “Ne zaman oldu?” sorusu sorulursa daha anlamlı olur. Ancak Pavel’in ne zaman kuleden aşağı düştüğü biliniyor. Burada devreye ilk soru giriyor: Nasıl oldu? Pavel intihar mı etti, cinayete mi kurban gitti? Cinayetse onu polis mi, yoksa Neçayev mi öldürdü? Dostoyevski artık bunun peşine düşüyor. Geçmişe takıntılı yaşamaktan daha kötüsü başkasının geçmişine saplanıp kalmak olmalı.

Üvey oğluna ulaşmak, ona yapamadığı babalığı telafi etmek için dilencilere, sokak hayvanlarına yardım etmeye başlıyor Dostoyevski. Eğer onlara yardım ederse hatalarını telafi edeceğini düşünüyor ve aslında böyle bir şey olmayacağının farkında. Sürekli çatışmalar yaşıyor. Ev sahibesi Anna ile birlikte olmaya başlıyor. Anna ile birlikteyken de oğluna ulaşmaya çalışıyor. Anna’nın kızına babalık yapmaya çalışıyor, evin babası gibi davranmaya başlıyor. Çünkü bu ev Pavel’in yaşadığı ev. Bu evde baba olursa, Pavel’e anne gibi davranan kadının kalbini çalarsa Pavel’e karşı da babalık yapmış gibi hissedecek kendisini.

Dostoyevski Neçayev’e ulaşmayı başarıyor. Neçayev’le aralarında çok büyük tartışmalar olmasına rağmen ona karşı sabırlı davranıyor. Hatta Neçayev Matriyona’ya polisten saklaması için bir bohça verdiğinde Dostoyevski o bohçayı alıp kendisi saklamaya çalışacaktı. Hâlbuki öylece ortada bırakıp Neçayev’i ele verebilirdi. Fakat öyle yapmadı:

Aradığı ne? Ansızın ve inatla kendinin oluveren o bohçanın girip unutulacağı bir delik, bir yarık mı? Hiçbir nedeni ya da mantığı olmadan, ölü bir bebek doğuran bir kıza benziyor şimdi ya da kanlı baltasıyla bir katile. İçinde Neçayev’e karşı yeniden öfke kabarıyor. Ne diye kendimi senin için tehlikeye atıyorum, diye bağırmak istiyor, sen benim için hiçbir şey ifade etmiyorsun ki!

Belli ki Neçayev’i de zaman zaman oğlu Pavel’in yerine koyuyordu. Matriyona’yı koyduğu gibi. En önemlisi kendisini üvey oğlunun yerine koyması olacaktı. Pavel’in düştüğü Kurşun Kule’ye çıkmadan önce geçmişe gitmişti bile. O kule onun için bir geçitti. Pavel gibi kulenin kapısına geldi, onun gibi yukarı çıktı ve fırtınada aşağı düşmemek için direndi. Dostoyevski’nin aşağı atlamaması ya da itilmemesi hiçbir şeyi değiştirmedi. Her zaman yolcusu gibi geçmişe müdahale edemedi. Basamakları sayarken aslında Pavel’in ölüme gidişini saydı:

Aynı anda hem yukarı hem de aşağı doğru bir sayma bu; aklını karıştıran bu mu?

Komiserden Pavel’in notlarını alan (Neçayev’le hazırladıkları öldürülecekler listesi hariç) Dostoyevski odasına kapanıp bir zaman yolculuğu daha yapacak. Geçmiş zamanı bir de başkasının gözünden görecek. Zamanın akışı içerisinde ayrıntılara dikkat etmeyiz. Ancak tekrar düşününce ya da daha dikkatli birisi bize anlattığında fark ederiz. Ya da bir zaman makinemiz varsa. İşte Büyük Usta şimdi Pavel’in gözünden tanık olacak. Pavel’e yaptığı haksızlıklar, verdiği sözler ve onu terk edişini tekrar hatırlayacak. Ama yine değiştiremeyecek. Değiştiremedikçe Pavel olacak. Çünkü geçmişe müdahale etmeye çalıştıkça benliği kaybolacak. Pavel’in günlüğüne devam ediyor. Onun hikâyelerini tamamlamaya çalışıyor.

Kimsede bulamadığı Pavel’i sonunda kendisinde buluyor. Anna’da, Matriyona’da ya da Neçayev’de veya sokak köpeklerinde, dilencilerde bulamadığını kendisinde buluyor. Aslında kendisini yok sayarak buluyor, vazgeçmek pahasına. Kendi zamanından, şahidi bile olmadığın bir zamana gitmek, insanı şu anki kendisine yabancılaştırır. Dostoyevski de artık yabancısı olduğu üvey oğluna yakınlaşırken kendisinden uzaklaşıyor. Bir delilik buluyor onu. Kaybıyla kayboluyor. Zamanın içinde süzülüyor artık. Her kaybı olan sahip olamaz ama Dostoyevski kaybının sahibi oluyor. Ona sahip çıkıyor.

Burak Çelik
twitter.com/burakcelikyada
* Bu yazı daha evvel Hece dergisinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder