SAYFALAR

2 Ocak 2020 Perşembe

Yolda olmanın büyüsü ya da yolun ne söylediği

“Yola çıkmak, haklı çıkmaktır diyorum
Halis muhlis Bursa çakısı gibi zihnim
Keskin sirke, ekşitiyor kalbimi
İyi olacak, biliyorum.”
- Yağız Gönüler, Yola Çıkmak

Edebiyatımızda birçok isimle beraber özellikle iki yazarın hak ettikleri değeri görmediğine inanıyorum. Bunlardan biri öykücü Arzu Alkan Ateş, diğeri ise bu yazının konusu olan romancı Harun Candan.

Harun Candan genç bir isim. Henüz 30’lu yaşlarının başında olmasına rağmen dört tane iyi romana sahip: Hayalname, Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek, Yarım Ay ve ekim ayında yayımladığı ve bir önceki romanı gibi yine Doğan Kitap etiketi taşıyan Yarınsız.

Harun Candan’ı bazı kesimler polisiye roman yazarı olarak tanımlasa da ben bu görüşe katılmıyorum. Evet, Harun Candan’ın bütün romanlarında iki tema önümüze çıkar: Aşk ve suç. Ve cinayet de kitabın (kitapların) başat unsurlarından biridir. Ancak Harun Candan’ın romanını sadece polisiye olarak açıklarsak onu dar bir kategoriye hapsetmiş oluruz. Örneğin ilk iki kitabında cinayet unsuru daha arka plandayken Yarım Ay’da bu unsur çok daha fazla ön plandaydı. Ancak yeni kitabı Yarınsız’da da yazar, suçu öne çıkarırken cinayet unsurunu arka plana saklamış. Fakat her halükarda bu romana polisiye roman demeyi tercih etmiyorum ben.

‘Yolda olma’ temasıyla beraber, ‘gitme’ konusu, yollarda olup maceraya, olaylara atılma-karışma konusu edebiyatımızda sıkça işlendi şimdiye kadar. Bu türün son zamanlardaki örneklerine baktığımda aklıma ilk etapta Kemal Varol’un Ucunda Ölüm Var’ı, biraz daha eskiye gittiğimde ise Hakan Günday’ın Kinyas ve Kayra’sı geliyor. Yarınsız romanını özellikle bu iki örnekle birlikte değerlendirdiğimizde, işleniş açısından elbette diğer romanlardan ayrılıyor. Fakat ‘dairesel bir yolculuk’ açısından ele aldığımızda bu tür romanların ortak yönlerini yakalayabiliriz.

Yarınsız hem bir kaçış hem de bir arayış romanı. Yollarda olma ve arayış teması Candan’ın bütün romanlarında kendini gösterir. Geniş bir mekân örneği verir yazar romanlarında. Yeni kitabında da bu açıdan bir farklılığa gitmemiş. Kaçış kelimesini ise mecazi anlamda değil, bildiğimiz somut, gerçek anlamında, baş kahraman Deniz Yelkencioğlu’nun polisten, devletten, mafyadan, gizli örgütten kaçışı olarak kullanıyorum. Kitap Deniz Yelkencioğlu’nun kaçışını konu eder. Aynı zamanda da onun aşka, kendi gibi olan Deniz’e kavuşabilme hikâyesini işler.

Deniz Yelkencioğlu, Özgür Çiçek, Şahin Yılmaz, İskender Kutlu, Özgür Uzak… Birçok isim fakat tek kişi. Peki bu hangisinin hikâyesi?

Deniz Yelkencioğlu, küçük bir kasabada babasıyla birlikte yaşayan, 17 yaşında bir gençtir. Okuldan arta kalan zamanda felçli babasına yardım etmek için ilçe kütüphanesine çalışmaya gider. Orada tanıştığı, yine bir lise öğrencisi olan Sıla’yla birbirlerine âşık olurlar. Fakat Sıla üniversiteye gittiğinde Deniz’i aldatır. Deniz de intikam almak için Sıla’nın yeni sevgilisini fena halde hırpalar. Hatta öldüğünü düşünerek korkuya kapılır ve on yıl sürecek kaçış serüveni böylece başlar. On bölümden oluşur roman. İlk bölümde yazar, Deniz’in ve ailesinin hayatına değinir. Deniz’in Sıla ile nasıl tanıştığına, babasının kazasına, annesinin kardeşini de alarak Deniz’i ve babasını terk etmesine, Deniz’in ruh hallerine, yaşayışına, hayallerine ayna tutar. Yani yazar en iyi yaptığı şekilde, okuru avucuna alır ve romana bağlar.

Bu romana bir yol romanı da diyebiliriz demiştim. Zaten yazar romanın başında bunun sinyallerini okura verir. Bunun gerçekleşme şekli tahmin edilenlerin çok ötesine geçse de yazar, Deniz Yelkencioğlu’nun gitme tutkusunu boş geçmez ve onu hikâyesine bağlayacak düşüncelerine değinir:

Sanıyordu ki, çok çalışıp seneye üniversiteyi kazanacağım, okulumuzun son yılında nişan yapacağız, mezun olup ilçeye döneceğiz, askerliğimi yaptıktan sonra da evleneceğiz. Peki ya ışıltılı limanlar ne olacaktı? Unutulmuş kasabalar? Başka hayatlar? Uzak yerler beklemeyecek miydi bizi? Kaybolmayacak mıydık kentlerin telaşlı kalabalığında, şehir ışıklarında? O büyülü ormana da mı düşmeyecekti yolumuz? Gökyüzü her yerde aynı şarkıyı söylese de başka yağmurlarda ıslanmayacak mıydık hiç? Böyle mi geçecekti koca bir ömür?

Harun Candan en iyi yaptığı şeyi bu romanda da gerçekleştirmiş: Okuru sürekli kitabın içinde tutacak merak duygusunun dozunu çok iyi ayarlamış. Her bölümü, yeni bölüme başlamak için okurda iştah duygusunu körükleyici şekilde oluşturmuş. Hatta bunu bu sefer bölüm başlarına da yaymış. Yani okur, önce Deniz Yelkencioğlu’nun son halini okur, daha sonra onun nerelerden geçip, hangi olayları yaşayıp bulunduğu konuma geldiğini bölümün ilerleyen sayfalarından öğrenir. Yazar, diğer kitaplarından farklı olarak bir de bu tarzı benimseyince okurun merak duygusu hayli artıyor.

Her bulunduğu yerden, akla gelmeyecek şeyler yaşayıp ayrılan karakterin kişiliğini de yavaş yavaş değiştirmiş yazar. Bu konuda oldukça başarılı. Yani 17 yaşındaki bir ergen ile kitabın sonlarında 27 yaşındaki genç Deniz arasında, psikolojik olarak da çok fark var. Yaşanılan akla hayale gelmeyecek olayların insanı nasıl etkilediğini, inişli ve çıkışlı, karamsar ve iyimser, dipte ve zirvedeki ruh hallerini başarılı bir şekilde işlemiş yazar. Başlardaki deli dolu ergenden sonlardaki kararlı gence geçişi iyi yansıtmış kitaba. Yol, karakteri değiştirmiş. Zıtlıklar içinde bir konum bulmuş kendine Deniz Yelkencioğlu:

Hayat bir otobüs camından, bir anlığına gördüğüm şeydi. Uçsuz bucaksız ayçiçeği tarlalarına bakıp gülümsemek de vardı, yol kenarındaki bir viranenin haline üzülmek de. Artık yol nereye götürürse…

Harun Candan’ın romanlarında tesadüfün yeri oldukça fazladır. Bu romanda bu durumu daha da artırmış yazar. Ben tesadüf ögesinin en fazla kullanıldığı roman Hakan Günday’ın Az romanıdır diyordum ancak Yarınsız da ondan aşağı kalmaz bu konuda. Ben okur olarak bu durumu çok sevmiyorum. Sahiciliği azalttığını düşünüyorum ancak romanın geneline baktığımızda bu, kitabın kalitesini aşağı çekecek bir detay değil. Yazarın tercihi. Ya da kader diyebiliriz bu duruma. Ki yazar da muhtemelen böyle diyor. Tesadüf yok, kader var. Böyle olması gerekiyordu ve böyle oldu. Hayatta tamam ama romanda olunca insan yine de direkt tesadüflerden ziyade olayların gelişiminin o noktaya getirilmesini ve okura “evet, bu karşılaşmadan başka bir yol olamazdı” dedirtmesini tercih edebilir.

Aşk-suç-arayış. Candan romanlarını bu üç kelimeyi temel alarak oluşturuyor her seferinde. Yine öyle bir roman var karşımızda. Ancak bu sefer üslûp olarak daha farklı bir kitap var karşımızda. Şu açıdan: İlk iki romanından sonra yazar üslûbunu biraz değiştirip Yarım Ay’ı yazmıştı. Daha çetrefilli bir üslûp değil ancak daha katmanlı bir üslûp tercih etmişti. Bu romanda ise yazarın ilk iki romanındaki üslûbuna yaklaştığını düşünüyorum. Daha sade bir dille beraber, daha basit bir anlatım ve tek yönlü olaylar silsilesi. Başarısız mı? Tabii ki hayır. Sadece yazarın romanlarını iki kategoriye ayırsak Yarım Ay romanını diğer üçünden farklı bir yere koyarım demek istiyorum.

Harun Candan boş roman yazmıyor. Yarınsız da edebiyatımız için gayet başarılı bir roman olarak yerini ayırtacak. Ancak bu sefer hak ettiği ilgiyi artık görmesini istiyorum, bir okur olarak.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder