SAYFALAR

17 Nisan 2014 Perşembe

Kırgın bir mektup

Sevgili Kardeşim Yağız,

Sana kırgınım. Böyle başlanmaz biliyorum ama yazmadan edemedim, affet. Kırgınım. Kitabını elime aldığım an başlayan bu kırgınlık, okudukça katlanarak büyüdü, büyüdü, büyüdü… Her bilmek, sonrasındaki pek çok şeyi yerle bir eder, hiç eder ya. İşte kitabını bitirmeme rağmen elimden bırakamayıp öylece kalakaldığım anda da öyle oldu. Dünya “hiç” oldu. Neydi, ne oldu! Bak, dinle:

Geçim derdi, kira derdi, fatura derdi, -yarına çıkmaya senedim var sanki- doğmamış çocuklarımın senelik 12.000 liradan başlayan özel okul masraflarının şimdiden zihnime ve omzuma yüklediği dertler… Dünyaya gelme sebebimi unutmuş, 9-5 yuvarlanıp gidiyordum işte mesaili mesaili, ne güzel!

Nihavent ile başladım, hicaz ile yürüdüm, sonum hüzzam oldu.

Okurken… Ne zaman dünyalıklardan bahsetsen güleceğim tutuyor. Bakıyorum, sen de aynı yerde gülmüşsün. Şair, okuyucusuna en çok bunu öğretiyor bazen. “Birlikte” gülmeyi.

Devam ediyorum…

Beyaz yakalılar, mavi kravatlar, plazalar, asansör düğmeleri, parlak papuçlar; kendimi görüp eğlenmeler… Tam alıştım derken “Burası mı acıyor?” diye parmağını yarama bastıran sevgili gibi bakan dizelerine denk geliyorum. Aşk olsun!

Alacağım cevaplardan sonra hâl ve hareketlerim eskisi gibi olmayacaktı. Biliyordum. Bundan sebep hep erteledim bazı soruları sormayı. Erteleye erteleye de unuttum. İyi mi! Şimdi gelmiş kitabında o soruları soruyorsun. Senin kalbin güzel ve cömert kardeşim, elbet cevaplarını da hatırlatıyorsun.

Dedim ya her bilmek, sonrasındaki pek çok şeyi hiç ediyor. Şimdi rengine kandığım dünya cehaletime bakıp bakıp gülüyor. (Gözümdeki perdeyi araladı bu kitap. Artık daha net görüyorum.) Sanma ki vazifen bitti. Bu kitap yetmez. Devamını beklemek, istemek, lazım gelirse ısrar etmek de benim vazifemdir artık. Şimdiden affet.

Adının hakkını veren gönlü er kişi,

Yazdıkların akbil sesini, kulaklıktaki müziği, hesap kitap yaptığım defteri, telefondaki toplantı alarmını… kapattı. İçime döndürdü yüzümü. Perdeleri kapatıp odanın ışığını açtı. Kendi evimde bir yabancı gibi dolaştım ilkin. Sonra aynaya baktım. Sonra? Sonrasını anlatacak değilim ama bil ki payıma düşeni gördüm. Değilse de göreceğim.

Gönlünün kıblesine iman ettim -ki sözcüklerin o kıbleden doğar, o kıbleye döner yüzünü yine ve öyle yürür adımıza. Bakmasını bilene işaret ettiğin başka bir cennetin kapısıdır. Allah girmeyi nasip etsin.

Kitabı okumaya başladığımda neredeydim, şimdi neredeyim. Bir şairin en mühim vazifelerinden biri de muhatabını aldığı yerden başka bir yere terk etmek değil midir?

Allah uzun ömür ve kuvvet versin, daha çok yaz. Yaz ki; ne vakit bir yol ayrımına gelsek ‘uykumuzda’, hatrımıza bir dizen gülümsesin.

Şimdi bu masanın başından kalkıp kitabını almaya gideceğim tekrar. Ve dostlarıma armağan etmeden evvel ilk sayfaya şunları yazacağım:

Sevdiceğim,
Bir dostun en mühim vazifelerinden biri de sevdiceği, bir şairle ilk kez tanışacağı sırada orada hazır bulunmaktır. Tıpkı şu an yaptığım gibi.

Ve ardından ertelediğim mektupları yazmak için tekrar masamın başına döneceğim. Çünkü haklısın:

"Çok iyiyiz, çok mahcubuz, çok alınganız şundan bundan
Mektup yazmıyoruz, tüm bu iç sıkıntılarımız ondan."

Kal sağlıcakla.

Başak Buğday
twitter.com/snbugday

1 yorum: