SAYFALAR

24 Nisan 2014 Perşembe

Acı acı gülümsemek

"Mizah soğuk zekanın bir faciayı gülünç bir halde göstermesidir."
- Peyami Safa

"Ölümler çıplak gelir."
- Düş Sokağı Sakinleri

Türk edebiyatında ciddi bir mizah boşluğu olduğu, hepimizin bildiği bir gerçek. Mizah yapılırken de gerçekçiliğin ne kadar olduğu, fantastik/bilim/kurgu üçlemesiyle yapılmaya çalışılan mizahın ne kadar kof olduğu, kelime oyunuyla mizahın karıştırıldığı ortada. Bu kadar çok şey aşikârken birinin hesap sorması, intikam alması gerekiyordu. Bahadır Cüneyt Yalçın da bunu yaptı. Edebiyatla içli dışlı olanlar, kendisini önce Dergâh dergisinden ve daha sonra da Afilifilintalar kadrosundan tanıyacaktır. Tanımıyorlarsa muhtemelen Cosmopolitan dergisi okuyup freshome'da fink atıyorlardır. Kolay gelsin.

Kitabın kapağından başlayayım. Yaptığı tasarımları aşağı yukarı 10 yıldır takip ettiğim sevgili dostum Kutan Ural'ın el emeği, göz nuru. Kitap kapaklarında fırfırlı cafcaflı kıllı tüylü şeyler yapmaya hiç gerek yok. Sadelikte güzellik vardır, bu da okuyucunun kitaba heyecanla başlamasını sağlıyor. Kutan bunu zaten yaptığı kitap tasarımlarıyla ispatladı, üstelik Türkiye'de hiç uygulanmayan tekniklerin de uygulanmasında emeği oldu. Kitap önce ve "tabii ki" anne babaya ithafla, ardından da Fikret Kızılok'un Yadigar albümünün Başbaşa şarkısından "Oysa şimdi kalbindeki ateşi söndür, öldür, unut gitsin diyorsun" sözleri ile açılıyor. Sonra da akıyor.

"Annem Kur’an okurdu, babam ansiklopedi. Ahlakımı annemden, bilimimi babamdan almışım. Çocukluğum sefertası gibi bir apartmanda geçti. Üç katlıydı, kızartma kokardı."

Aslında "Kuş Lokumu" ile birlikte Bahadır Cüneyt Yalçın'ın mizahı yakalanmış ve sevilmişti. Okuyucuda bir kitap beklentisi oluşmuştu haliyle. Bu kitap da, "tam zamanında" denilecek bir zamanda yetişti. Malum, ülke gündemi yoğun. Kendimizden başka, herkesi düşünüyoruz. "Kuş Lokumu" demişken, birkaç örnek:

- Bacak bacak üstüne atan insan savunmasızdır. ya size güvenmiştir ya da kendine. birini tokatlamayı düşünüyorsanız bacak bacak üstüne atmasını bekleyin. kaçamayacaktır.
- “Pirincin içindeki taş gibi hissediyorum” dedi Aleksi Pavloviç, "Beni arıyorlar ama dışlamak için."

- “Niçin böyle üzgünsün?” dedi nüfus memuru, “Adın neydi?” “Gaårchtak” dedi İsveçli, “Kapılar yüzüme kapanıyorken beni çağırdıklarını sanıyorum.”
- Limon ile ağız sulanması arasındaki ilişki korniş ile kol ağrısı ilişkisiyle açıklanabilir.
- Zeki Müren, Barış Manço ve Neşet Ertaş kahvehaneye girmiş. Dünyanın geri kalanı onlar çıkana kadar çok sıkılmış.

- Merhem deyince türkü, pomat deyince tıp.
- "Seviyorum” dedim, “Örnek ver” dedi. Eşantiyonsuz yapamazdı."

- ''Sni svyrm'' dedi, "yorma kendini" dedim.

Bunlar kitap için fragman olmuştur diye düşünüyorum. Zira böyle zekice cümlelerden bol miktarda var Mütevazı Bir İntikam'da. Sürekli kuş kafesi kokan, mizah ağırlıklı spor yazıları yazan anarşist Ali, yeni taşındığı evinde deli saçması mektuplar almaya başlar. Selin'in uğruna hapisten kaçılır. Şevval'in uğruna hapse düşülür. Asker Muhterem ve mafyadan hallice Tanju ile birlikte ortalık intikam gölüne dönüşür.

"Dünyada satırların gücünü idrak edebilmiş kaç kişiyiz? Damarlarında beşeri aşk kadar edebi aşk dolaşan kimler kaldı?"

"Birinin beni anlamasını özledim. Annemin mutfakta çay koyarken bardaklara attığı kaşıkların çıkardığı sesi özledim."


"İnsanların yüzde doksan dokuzu ilk aşklarıyla birlikte değildirler."

Hiç de mütevazı olmayan bir intikam, bir roman, bir kitap. Acı acı gülümsetiyor. Acımasız, gerçekçi ve rahatsız edici. Kuş kafesi kokusu gibi.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder