SAYFALAR

24 Ocak 2023 Salı

Tüm zamanları elinde tutmak

“Ömürlük arkadaşlar, dedi adam. Onları bazen bir ömür bekleriz.”

Çağımızın deha kadın romancılarından olan Ali Smith, aynı zamanda öykücü, oyun yazarı, gazeteci ve akademisyen olarak da anılıyor. Aslen İskoçyalı olsa da eserleri yaşadığı sınırları çoktan aşmış ve dünya edebiyatına dahil olmayı başarmış. Ona “deha” denmesinin sebebi gerek yazdıklarıyla gerek söyledikleriyle yaratıcı gücünün en üst kertede olduğunu bizlere kanıtlayan bir sanatçı olması. Daha önce farklı bir yayınevinden kitaplarını okuduğumuz Ali Smith’in mevsimler üzerine kurguladığı roman dörtlemesinin ilk ikisi Sonbahar ve Kış yakın zamanda Seda Çıngay Mellor tarafından Türkçe’ye çevrildi ve Kafka Kitap tarafından okurlarına sunuldu.

Sonbahar romanı Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi romanının ünlü girişi “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü” cümlesine bir atıf yaparak “Zamanların en kötüsüydü, zamanların en kötüsüydü,” diye başlıyor. Bu selamı alan okur, ardından Virginia Woolf etkisinin hâkim olduğu bilinç akışı bir metinle karşılaşıyor. Yüz bir yaşındaki Daniel Gluck, bir bakım evindeki yatağında ölü olduğunu hayal ediyor. En yakın arkadaşı olduğunu sonradan öğreneceğimiz otuz iki yaşındaki Elisabeth onu ziyarete geliyor, elinde Cesur Yeni Dünya kitabı var, bu kitabın isminin bir Shakespeare oyunundan alıntılandığını biliyoruz, böylece zamanı zaman üzerine koyup geniş bir yelpazeye yayıyoruz edebiyatı. Roman ilerledikçe ikilinin dostluklarının Elisabeth’in sekiz yaşındayken mahalleye taşınmasıyla başladığını, küçük kızın annesinin buna en başında karşı çıktığını, mahalledeki herkesin bu dostluğu tuhaf bulduğu öğreniyoruz. Hayır, altından şehvetli bir Lolita masalı çıkmıyor. Aksine, küçük yaşlarda “gerçek” sevgiyle yoğrulmuş bir dostluk hikâyesiyle başlıyor, ergenlik dönemlerinde Elisabeth’in “eksik” babasını tamamlayan paternal bir sevgiye dönüşüyor ve yetişkin döneminde de Elisabeth’in “fiziksel hiçbir şey yok ama aşk başka türlüsü olamaz” diye tanımladığı tuhaf bir aşk ortaya çıkıyor. Daniel, Elisabeth’in bakıcısı, çocukluk arkadaşı ve ruhdaşı olurken aynı zamanda küçük kızın entelektüel, bilişsel, duyuşsal ve düşünsel gelişimini sağlıyor.

Kış romanına gelince, dörtlemenin ikinci romanı olmasına rağmen tamamen bağımsız bir anlatı sunuyor Smith. Bu kez Noel zamanında emekli ve zengin bir kadın olan Sophia Cleves’ın on beş odalı evine konuk oluyoruz. Yine Charles Dickens etkisi mevcut, bu kez Bir Noel Şarkısı'ndaki “yaşlı, huysuz, mutsuzEbenezer Scrooge’un dişi versiyonu var karşımızda. Sophia’nın oğlu Arthur (Art) sevgilisi Charlotte tarafından terk edilince, trende tanıştığı Lux isimli bir kıza para teklif ederek onu annesinin Noel yemeğine getirir. Geçmişe dönüşlerle Sophia’nın ablası İris’in bir aktivist olduğunu ve nükleer savaş, kimyasal atık ve mülteciler gibi önemli politik meselelere karşı savaştığını öğreniriz. Kış romanı Sonbahar'ın devamı değil ama geçmiş anılar, zaman, politik meseleler ve ileri yaş birinin yeni jenerasyondan biriyle ilişki kurması gibi temalar birbiriyle örtüşüyor.

Monologlar Virginia Woolf’a, espriler Shakespeare’e, karakterler de Dickens’a selam veriyor. Romanın girişindeki “Tanrı ölmüştü… Romantizm ölmüştü. Şövalyelik ölmüştü. Şiir, roman, resim, hepsi ölmüştü, sanat da ölmüştü…” diye uzayıp giden listede birçok şeyi “ölü” tanımlayan yazar en baştan bize şu mesajı veriyor: “Bu klasik bir hikâye değil.

Ali Smith’in zamanı düz bir çizgide değil ama fragmanlar halinde yazması, zamanı bükmesi, zamanın akışını ve sembolik saatleri sorgulaması her iki romanın da en temel izleği. Özellikle Daniel’ın kol saatini nehre fırlattığı sahnede bu zaman deneyimini hissediyoruz. Bir röportajında şunu söylüyor Smith, “Zamanı doğum, yaşam, ölüm gibi düz bir çizgide yaşadığımızı sanırız ama aslında biz tüm zamanları, geleceğimizi, geçmişimizi elimizde tutarız.

Bu da aslında Byung-Chul Han’ın zamanın atomlaşmasını ve “diskroni” terimini anlattığı Zamanın Kokusu metnindeki zamansal dağılma teorisini destekliyor.

Özetle; Ali Smith okurlarına içinde yaşadığımız yüzyılın edebiyatına dair, “deneysel” ve “özgün” diye nitelendireceğimiz bir deneyim yaşatıyor.

İrem Uzunhasanoğlu
twitter.com/irem_uz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder