SAYFALAR

27 Ekim 2022 Perşembe

Yaşarken hayaldi, vefatıyla hakikat oldu

Eskiler, her daim talihin yüzüne güldüğüne inandıkları kimselere “Seni validen kadir gecesi mi doğurdu?” diye sorar, günümüz tabiriyle takılırlarmış. Kadir gecesi doğmanın hikmeti, ehline malumdur elbette. Sâmiha Ayverdi, Hancı romanında “Ne mutlu sana ki Kadir Gecesi dünyaya gelmişsin, diyorlar. Onlara nasıl söyleyebilirim ki, seni ilk gördüğüm günün benim için Kadir Gecesi olduğunu… Evet, o gün bu gün, seninle geçen her günüm, her saat Kadir nurları ile ışıklıdır. Bunu da bilen bilir, ammâ bilen de âşikâr etmez, sâdece yaşar vesselâm.” diyor. İşte, maddi hayatı 17 Şubat 1898 Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan Kadir Gecesi, İstanbul Haseki’de, Hekimoğlu Ali Paşa Caddesi, Bostanhamamı sırasında 32 nolu evde başlayan Süheyl Ünver de Sâmiha Hanım’ın aktardığım satırlarındaki sırrı aşikar edercesine dilinde hep şu beyti gezdirirmiş: “Benim gönlümdeki yârimle vuslatta zaman olmaz.

Babası Mustafa Enver Bey, Tırnovalıdır. Bölgede pek çok kimse Ahmed Amiş Efendi’nin rahle-i tedrisinden geçmiştir. Enver Bey de Süheyl Ünver henüz iki yaşındayken onu bu büyük mürşide götürür, hayır duasını almak ister. İki cümle söyler Amiş Efendi. Birbirini tamamlayacak nispette iki söz. “Bu çocuk büyür gider beni unutmaz. Bu çocuk hayatta bir gün pişman olmaz” der. Süheyl Bey’in hayatını incelediğimizde bir gün dahi Amiş Efendi’yi unutmadığını, ceketinin cebinde dahi sözlerini taşıdığını, merak edenlere bu sözleri yazdırdığını görebiliyoruz. Annesi, 19. yüzyılın en önemli hattatları arasında gösterilen Mehmed Şevki Efendi’nin kızı Safiye Rukiye Hanım’dır. Bu aile Kastamonu’nun Seyyidîler (Seydiler) köyündendir ve soyları Halvetiyye tarikatının Şemsiyye kolunun kurucusu Şemseddin Sivâsî’ye dayanır. “İnsanın bidayeti nasılsa, nihayeti de odur” denir. Hakikaten Süheyl Bey’in doğduğu semt ve aile iklimi, çok parlak bir hayatın sembolü gibidir. Sembol demişken, doğduğu güne dair bir anı: Safiye Hanım, çocuğuna kavuşacağını hissediyor ve ebe çağrılıyor. Ancak ebenin eve ulaşması için çok zaman bekleniyor, ebe gelmiyor. Ağrısız, sızısız, zahmetsiz bir şekilde kendi hâlinde doğuveriyor çocuk. Böylece ismi de hazır geliyor: Sehil. Sonraları Süheyl Bey şu notu düşmüş o güne dair: “Acele doğdum, hem de başkasının muavenetine lüzum kalmadan. Bütün hayatım boyunca her işimde, kimseye en ufak bir eziyet dahi vermedim. Doğuşum, sembolümdür.

Çocukluğu boyunca yerinde duramayan, yaramazlıklarıyla çevreye nam salan, bazen ailesini de epey zorlayan bir mizacı var Süheyl Ünver’in. Doğumundan itibaren pek çok hastalıkla boğuşmak zorunda kalıyor üstelik. Gözlerinde hafif bir şaşılık, dilinde kekemelik var. Evdeki hizmetkâr kızın kucağında otururken düşüp yere yuvarlanıyor, kolunu kırıyor. Meşhur bir kırıkçı-çıkıkçıya götürülse de ıstırabı artıyor. Nihayet kolunu, Şişli Etfal Hastanesi’nde operatör Raif Bey yerine getiriyor, acılar diniyor. Tüm bu hastalıklar nedeniyle dört yaşına kadar yürüyemiyor. Hareketsizlik ve yatağa bağlı yaşamak ömrünün ilk önemli meşgalesini bulmasına vesile oluyor: elindeki makasla kâğıt kesmek ve onlardan şekiller yapmak. Bu arada, kekemeliğine ise çare Bayram Paşa Türbesi oluyor. Sadrazamın türbesi dolabındaki su dolu tas içinde paslanmış bir Kâbe anahtarı varmış. Paslı sudan şifa niyetine birkaç yudum ve akabinde yavaş yavaş dildeki kekemeliğin düzelmesi. Altı ila dokuz yaşları arasında resim yapmayı ve her şeyi aklında tutmaya çalışmayı da ekliyor meşgaleleri arasına. Özellikle tren, vapur ve bahçe çiçekleri çizmeyi seviyor. Yaramazlıkları bitmek bilmeyince aile Sarıyer’den Cağaloğlu’na taşınmak durumunda kalıyor.

Gelelim Süheyl Bey’in hayatındaki ilk ve en önemli acıya. 26 Mart 1909 günü babası Mustafa Enver Bey’in annesi Lisâne Hanım vefat ediyor. Enver Bey üzüntüsünü saklamaya çalışıyor zira bir korku hissediyor. Bu korkunun ardında annesinin sıkça söylediği “Mustafamın sağ yanında hançer yarası / Mustafa ile üç gündür arası” türküsü varmış. Ne acı ki Mustafa Enver Bey de annesinden üç gün sonra vefat ediyor. Kederi sırtında işinden eve dönmüş, az bir yemekten sonra yatsı namazını eda etmiş ve Sehil’in uyuduğu yatağa girmiş. Uykusunda vefat ettiğinde 48 yaşındaymış. “Sabaha yakın bir çığlıktır koptu. Ben farkında değilim. Beni babamın koynundan çıkardılar” diyor Süheyl Bey. Sonrasındaysa hayatındaki ilk büyük dönüşümün şifrelerini veriyor acıyla da olsa: “Babamın ölmesinden hâlâ müteessirim, ama onun ölmesi benim taazzuvumda, teşekkülümde bir takım değişikliklere sebep oldu. Hayatı anladım ve insanın kendisiyle ilgili hususları ihmal etmemesi gerektiğini öğrendim. Herşeyi benim kendim yapmam lazım geldiğini anladım.

Yaşamı boyunca sürdürdüğü kalp safasının kaynağı da Süheyl Bey’in anıları arasında gizli. Annesinin Beyoğlu’na ve tekkelere gitmek yok öğüdü hep aklında. Beyoğlu onu çekmeye çalışıyor, pir-i fânilere büyük ilgi duyuyor. Nihayet 15-16 yaşlarında bir hadise vuku buluyor, defterinden okuyalım: "Bana arkadaşlarım birgün dedi ki: 'Sen de birini bizim gibi sev'. 'Olmazsa olmaz mı' dedim. 'Olmaz, mecbursun' dediler. Ben de ne yapayım kimi sevebilirim diye düşündüm, bir türlü muvafık birini bulamadım. Bir akşam Haseki'de oturduğum evin önünden bir meczub-u ilahi geçerken 'öyle tek tek başa mı çıkar, herşeyi, hepsini birden sev' dedi. Şimdi herşeyi, her mevzuu istisnasız aynı derece seviyorum. Her mevzu ciddi olduğu nisbette bana saadet veriyor. Sevgide hiçbir şeyi ayırd etmiyorum. Her iyi ve güzel şeyin toptan aşığıyım."

Ünver’in eğitim hayatı ve sonrası için üç büyük hocası olduğunu söyleyebiliriz. İlki, “Tanrı Üsküdar’ı hocamla benim için yaratmış” demesine vesile olan Ressam Ali Rızâ Bey. Bu durak ona zevk-i selim’i tattırıyor. İkinci hocası; gök kubbenin mükemmelliği ile insan bedeninin muhteşemliği arasında bir denge kurmasını sağlayıp, ömrünün sonuna dek sürdüreceği “kalp safası ve beden hafifliği” formülünün şifrelerini veren bir mürşid-i kâmil: Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun. Bu durak ona kalb-i selim’i en yüce hislerle ve tecrübelerle tattırıyor. Üçüncü hocasıysa, Ünver’in Paris’te tıp ihtisası alıp hem mesleğinde hem de meşgalesinde derinleşmesine vesile olan, daha sonra asistanlığını da yapacağı Akil Muhtar Özden. Bu durakta akl-ı selim’i kendi terazisine göre tartıp, kullanıyor. “Allah katında talebe, hocadan üstündür” anlayışını koruyan Süheyl Bey, hocalarına karşı son derece vefakâr. Onlarla adeta bir ruh bütünlüğü yaşıyor ve kendi talebelerinden de bunu bekliyor. “Beni cidden seveni, ben cidden severim” anlayışı, yaşarken de vefatından sonra da talebelerinde şu karşılığı bulmuş: “Süheyl Bey’e hizmet eden, himmete uğrar”. Acizane; Süheyl Bey’in vefat ettiği tarihte, onun doğduğu caddede dünyaya gelen bendeniz bu sözü tecrübe etmişimdir. Kendisini hiç görmeseniz, ona talebe olmasanız dahi muhabbetiniz vesilesiyle birtakım gayretler içine girdiğinizde yalnız olmadığınızı hissediyorsunuz. Bu hikmeti bize Süheyl Bey’in kendisi şöyle açıyor: "Zamanımız dünyasında insanın en büyük ihtiyacı rûhî özleyişlerini tatmin etmek veya başka bir deyişle gönül huzuruna sahip olmaktır. Bu hususu kimi insan kendi terbiye, bilgi ve görgüsünde; yahut kendisinden sonra gelecek nesillerin bile gönüllerini tatmin edebilme yaradılışına sahip kimselerin manevi kudretinde bulur."

Süheyl Ünver; bugün Topkapı Sarayı’ndaki Kaşıkçı Elması gibi içinde sıfır karbon bulunan nadide bir Türk insanıdır. O bize Allah’ın bir lütfu.” diye ifade ediyor bir konuşmasında Ahmed Güner Sayar, on yedi sene boyunca sohbet ettiğini hocasını. Başka bir konuşmasında ise “Yeryüzüne gelmiş nadide çalışkan insanlardan biridir. Allah onun saatini çalışmak üzerine kurmuş, vefatına kadar hiç bozulmadan devam etmiştir” diyor ve bir anı aktarıyor: Süheyl Bey, muntazaman Süleymaniye Kütüphanesi’ne gider. Her pazartesi saat 11.00’de gelir fakat bir pazartesi gecikir. Muammer Ülker Bey telaşlanır, merak eder zira Ünver’in yaşı da vardır. Yarım saatlik gecikmeden sonra Süheyl Bey görünüyor. Daha kendisine “Neden geç kaldınız, başınıza bir şey mi geldi hocam” demeden Süheyl Bey “Muammer Beyciğim başıma ne geldi biliyor musunuz?” diye soruyor. “Aman hocam ne oldu?” diye sorulunca “Yolda Azrail’e rastladım” diyor. Muammer Bey hayretler içinde bakarken Süheyl Bey devamını getiriyor: “Dedi ki Süheyl, senin canını alacağım ama boş vaktini bulamıyorum.

İlk baskısını 1994’te Eren Yayınları’ndan yapan ve daha sonra Ötüken Neşriyat tarafından okurlara sunulan A. Süheyl Ünver: Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri (1898-1986) için Ahmed Güner Sayar hocaya ne kadar teşekkür etsek az kalır. Bendeniz, acizane fakat halisane bir teşekkür ifadesi olarak, bu nakıs yazımın başlığına kendisinin kitaptaki son cümlesini aldım, kabul buyurula. Sühey Bey’in kalbindeki nur, İstanbul semalarından hiç eksik olmaya. Âmin.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder