SAYFALAR

13 Eylül 2022 Salı

Hakk'a selîm bir kalp ile varılır

“Sanma ey hâce ki senden zer u sîm isterler
‘Yevme lâ yenfau’da kalb-i selîm isterler.”
- Bağdatlı Ruhî

Şüphesiz dünya hayatının sonu var ancak hayatın sonu yoktur. Müminler bilir ki dünya, ancak bir gurbet yurdudur. Mevlânâ’nın Mesnevî’nin girişinde ney ve kamışlık üzerinden tasvir ettiği gibi insan aslî yurdundan izler taşır ve aslî yurduna ulaşmak için için dert yanar. Buradaki aslî yurt, cennet değil bizzat Hakk’ın kendisidir zira Cenab-ı Hakk. Enbiya suresinde “Biz ona ruhumuzdan üfledik.” buyuruyor. Ayrıca, Cenab-ı Hakk insanı yeryüzünde kendisine halife olarak yaratacağını meleklerine bizzat beyan ediyor. İnsan, halifetullah olması itibariyle Allah’ın hoşnut olacağı şekilde hareket etmelidir. Ömer Tuğrul İnançer Hocamız, “İnsanlar size bakıp Müslüman olmaya karar vermiyorsa eksiksiniz demektir.” derken bir anlamda bu helifetullah olma durumuna işaret ediyor. Halifetullah olan insanın üzerinde Allah’ın esması tecelli etmelidir. Allah’ın esmasının tecelli ettiği en yüce insan şüphesiz Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’dir. (sav) Bu nedenle müminler Peygamber Efendimiz’in hadis ve sünnetlerini rehber edinirler. Peygamber Efendimiz’i (sav) rehber edinmenin yolu ise onun varisleri olan alimleri ve arifleri rehber edinmektir. İşte tasavvuf, insanda Allah’ın esmasının tecelli etmesi için izlenen İslâmî bir terbiye yoludur ve rehbersiz yürünmez. Merhum Hocamız Ömer Tuğrul İnançer son dönemde manevî dünyamızı imar eden önemli şahsiyetlerden biriydi. Hocamızın son kitabı Kalb-i Selîm tasavvufî hayatın önemli kavramlarından kalb-i selîm, benlik, enaniyet, riya, gıybet, haset, ucb vb. hakkında ayet ve hadisler ışığında çeşitli açıklamalar yapıyor ve gündelik hayatın çeşitli açmazlarına İslâmî izahlar getiriyor.

Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde, “Allah sizin suretlerinize ve şekillerinize, mallarınıza ve mülklerinize bakmaz ama kalplerinize ve amellerinize bakar.” buyuruyor. Bu hadis üzerinden pek çok çıkarım yapabiliriz. Mümin, dünyaya zengin ya da meşhur olmaya değil Allah’a kul olmaya geldiğini bilir. Ayrıca mümin bilir ki Allah insanların kalplerinden geçenleri bilir. Peygamber Efendimiz’in (sav) sünnetine uymaktan gaye onun şekline ve görüntüsüne benzemekten ziyade onun ahlâkıyla ahlâklanmaktır. Enfâl suresinde, “Oysa sen onların içinde olduğun sürece Allah onlara azap edecek değildi. Onlar bağışlanma diledikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir.” buyruluyor. Peygamber Efendimiz’in (sav) içimizde olması sadece aramızda olması değil, bizzat kalbimizde yer almasıdır, yani onun ahlâkıyla ahlâklanmış olmamızdır aslolan. Peygamber Efendimiz (sav) bir başka hadisinde şöyle buyuruyor: “Bilin ki insan vücudunda bir et parçası vardır. O salih olursa bütün beden düzgün çalışır, o bozuksa bütün beden bozuk olur. İşte o kalptir.” İçinde Muhammedî bir ahlâk bulunan kalp elbette salihtir. Aksi taktirde hiçbir kalp salih değildir. Müminler; cömertlik, alçak gönüllülük, hoşgörü, tevazu, iyi niyet gibi aklımıza gelebilecek bütün güzel huyların en güzel örneklerini Efendimiz’de (sav) bulur.

İnsanın kulluk yolculuğunda en büyük engellerinden biri benliktir. “Attığın zaman sen atmadın fakat Allah attı.” ayetinin sırrına erebilirsek kulluğun esasının benlikten kurtulmak olduğunu da anlarız. Cenâb-ı Hakk Maide suresinde “Müminler birbirlerine karşı alçakgönüllü, kafirlere karşı izzetli olurlar.” buyuruyor. İsra suresinde de “Yeryüzünde ayaklarınızı yere vura vura, böbürlenerek yürümeyin çünkü ne yeri delebilir ne de boyca dağlara erişebilirsiniz.” buyuruyor. Mümin; “İslâm’ın şartı beştir, altıncısı haddini bilmektir.” düsturunca hareket eder. Haddini bilmek, nefsine galip gelmekle mümkün olur. Nefsi yenmenin yolunu ise Mevlânâ şöyle açıklıyor: “Nefis yanmakta olan bir ateş gibidir. Sen bu ateşi söndürmek istiyorsan üzerine odun atma.” Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hakk; zina, içki, kumar gibi günahlara “Yaklaşmayın” diyor. “Yapmayın” demek yerine “Yaklaşmayın” diyor zira nefs, kötülüğü emreder. Ömer Tuğrul İnançer Hocamız, tasavvufun nefs terbiyesi hakkında şunları söylüyor: “Tasavvuf zaten baştan aşağıya hizmet ettirmek ve nefse ağır gelen hizmetleri yaptırmak suretiyle kişinin nefsini evvela törpüler, sonra eğeler, daha sonra cilalar, bir kenara koyar. O nefis terbiyesini geçen kulda ise İlahî tecelliler parıldamaya başlar.

Nefs ve benlikle birlikte düşünülebilecek bir başka kavram da riyadır. İki yüzlülük, samimiyetsizlik, sahtekârlık gibi kavramları da çağrıştırır riya. Olmadığı gibi görünmek, yapmadığı şeyleri yapmış gibi konuşmak… Özellikle yaptığımız iyilikleri, verdiğimiz sadakaları, kıldığımız namazları, tuttuğumuz oruçları vs. insanlar görsün, bize “Ne kadar güzel bir insan” desinler diye yapmak… Ömer Tuğrul İnançer Hocamız bu duruma farklı bir açıdan yaklaşıyor. “Sağ elin verdiğinden sol elin haberi olmazsa benim çocuğum nereden öğrenecek sadaka vermeyi? Fiilen görmeden, kitapta yazılanlardan öğrenemez.” Müslüman bütün iyilikleri gizli kapaklı yaparsa yeni nesiller bu iyilikleri kimden öğrenecek? Bu nedenle örnek olması bakımından bazı davranışları açıktan yapmakta ziyan yoktur.

İnsan, fıtratı gereği gaflete düşer ve günah işler ancak Allah kulunun tövbe etmesini ister. İnsanı şeytandan ayıran en önemli özellik, hatayı kendinden bilmesidir. Şeytan Allah’a “Beni sen azdırdın” diyerek kibre düşerken Hz. Âdem “Biz nefsimize zulmettik” diyerek hatayı kendinden bilmiştir. Bu nedenle Şeytanın özrü kabul edilmezken Hz. Âdem affedilmiştir. Şeytanın kibre düşmesi, kendisinin ateşten yaratılmasına rağmen Hz. Âdem’in topraktan yaratılmış olması sebebiyledir. Bu durumla peygamberlerin davetini kabul etmeyen insanların tavırları arasında bir benzerlik kuruyor Ömer Tuğrul İnançer Hocamız.

Tasavvufun en fazla eleştirilen yönlerinden biri de mürid ve mürşid arasındaki ilişki. Müridin iradesini mürşidinin eline vermesini kölelik sanıyorlar, mürşide İlahlık atfedildiğini zannediyorlar. Müslümanlar değil herhangi bir şeyhe Hz. Peygamber’e (sav) dahi ilâhlık atfetmemiştir. Şeyhlerin tek rolü yol göstericiliktir. Ehl-i irfan bu durumu kesin bir şekilde şöyle açıklıyor: “Allah, Allahlığını kimseye vermez. Allah Allah’tır, kul da kul.” İnsan, dünyada kayıp bir yolcudur. Nihai hedef ise rıza- yı İlâhî’dir. Mürşid, bu yolculukta müridin elindeki harita gibidir. Her ne kadar haritaya bakarak yol alsa da haritaya varmak için değil menzile varmak için ilerler. Ömer Tuğrul Hoca bu konuda “Bilmiş olmak lazım ki Allah ile aranda ya nefsin vardır ya da adam gibi bir adam vardır.” diyor. “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.” prensibinin bir başka ifadesi de budur.

Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder