SAYFALAR

16 Ağustos 2022 Salı

İçimizdeki güzelliğin adı Muhammedî muhabbettir

Muhabbetten Muhammed oldu hasıl
Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl?

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) hayatı, bütün yönleriyle Müslümanlar ve dahi bütün insanlar için örneklerle doludur. Cenâb-ı Hakk’ın Fetih suresinde, “Sana biat edenler, Allah’a biat edenlerdir. Allah’ın eli onların elleri üstündedir. Kim biatını bozarsa kendi nefsine zarar vermiş olur, kim de Allah’a verdiği sözü yerine getirirse Allah ona büyük ödül verecektir.” buyuruyor. Bu ayetin nüzul sebebiyle birlikte Kur’an-ı Kerim’in bütün çağlara seslenen, çok katmanlı bir dili olduğu da düşünüldüğünde iki cihan serveri Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) sünnetine sıkı sıkı sarılmanın Cenab-ı Hakk tarafından ödüllendirileceğini, onun örnekliğini önemsemeyenlerinse ancak kendi nefislerine zarar vermiş olacaklarını söylemek mümkündür. O, öylesine büyük bir örnektir ki yalnızca peygamberlik vazifesini yerine getirdiği 23 yıllık dönemde değil bütün hayatı boyunca Allah’ın hoşuna gitmeyecek, bize örnek oluşturmayacak tek bir davranış dahi sergilememiştir. Onun hayatı; adalet, nezaket, samimiyet, hoşgörü, sadakat, tevazu, emanet bilinci, ibadet aşkı, feraset gibi hem toplumsal hayatımızı hem de ruh dünyamızı tedavi edecek reçetelerle doludur.

Öğrenme; istendik yönde, kalıcı davranış değişikliği olarak tanımlanır. Biz Müslümanlar da Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) hayatını öğrenmeyi önemseriz. Bununla birlikte tarihleri ve isimleri ezberlemekten ibaret olan bir öğrenme değildir maksat. Bütün bir hayatı Muhammedî bir ölçekten geçirerek yaşayabiliyor muyuz? İşte esas öğrenme budur. Saçımızı, sakalımızı, kaşımızı, bıyığımızı sünnete uydurmak için harcadığımız emeği; sadakatimizi, nezaketimizi, emanet bilincimizi vs. sünnete uydurmak için çaba sarf edebiliyor muyuz? Peygamber Efendimiz’in (sav) eşleriyle münasebetlerindeki adalet, nezaket ve hoşgörüden; çocuklarla olan münasebetlerindeki samimiyet ve müşfikliğinden; ashabıyla ve hatta müşriklerle olan münasebetlerindeki güvenilirlik, hoşgörü ve tevazu ve her anına sirayet eden Allah aşkından nasibimizi alabiliyor muyuz? İşte bu sorulara müspet birer cevap verebilirsek “Ümmetî, ümmetî!” feryadının muhatabı olabiliriz belki.

Ömer Tuğrul İnançer, Muhabbet Peygamberi Hazreti Muhammed (sav) kitabında; Peygamber Efendimiz’in (sav) hayatını, düşünce ve icraatlarını, muhabbete verdiği önemi günümüz Müslümanlarına örnek oluşturacak biçimde anlatıyor. Daha önce pek çok siyer kitabında gördüğümüz üzere Ömer Tuğrul İnançer de kitabı yazma amacını benzer kıssalardan hareketle açıklıyor ve Hz. İbrahim’in ateşine su taşıyan karınca ile köle pazarında satışa çıkarılan Yusuf’a talip olan yaşlı kadını misal gösteriyor; “O’nun defter-i uşşâk’ına (âşıklarının defteri) yazılıvermemiz ümit ve dileğiyle…” diyerek başlıyor kitaba. Biz de okuyanların bu rahmet pınarından istifade etmelerini dileyelim.

Peygamber Efendimiz (sav) her ne kadar bizim gibi bir anadan ve bir babadan dünyaya gelmiş olsa da onun beşer sınırlarının çok ötesinde bir varlık hakikati vardır. İnançer Hoca, öncelikle “Hangi Hz. Muhammed (sav)?” diye sorarak günümüz Müslümanlarındaki yanlış ya da eksik peygamber algısına vurgu yapıyor. Onu bütünüyle bir insandan ibaret göremeyeceğimiz gibi tamamen insanüstü bir varlık olarak da düşünemeyiz. Peygamber Efendimiz’in (sav) hakikati, Hristiyanlıktaki Hz. İsa kabulünden çok farklıdır. Biz, Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna iman ediyoruz. Bununla beraber onun sıradan bir kul olmadığını ve hatta bütün bir kâinatın yaratılış gayesi olan bir muhabbetin ifadesi olduğunu da biliyoruz. O’nun örnekliği yalnızca gündelik yaşantıya yönelik değildir. İnançer Hoca; “Hz. Resûlullah’ın kâli, yani söyledikleri şeriattır, hâli tarikattır, sırrı ise hakikattir. O sırra aşina olup şerîatten uzaklaşmamak da mârifettir.” Buradaki sır, ilimle öğrenilecek bir bilgi değildir. Bu nedenle alim olmak başka arif olmak başkadır. Nasıl ki insan dahi sırrını her önüne gelene söylemezse Allah da sırrını ehil olmayana, dahası kendisine dost olmayana vermez. Onlar; çoğu zaman gök kubbenin altında, kendisinden kimsenin haberi olmadan yaşayan velilerdir.

Bir kişiye gösterdiğimiz saygının en güzel ifadelerinden biri, “Başımın üstünde yerin var!” sözüdür. İnançer Hoca, bu sözden hareketle Hz. Muhammed’i (sav) nasıl yanlış anladığımızı şöyle açıklıyor: “Resûlullah Efendimizin yeri başımızın üstü değildir. Çünkü baş üstü olunca, baş üstünde bile olsa hâkikatte dışımızda oluyor. Böyle olmamalıdır. O iki cihan serveri pek sevgili Fendimizin yeri canımızın taaa içidir. O içimizde olmalıdır.” Bu ifadeyi doğru anlamak gerekir. Bir şeye duyduğumuz sevginin en doğru göstergesi onun gibi olmaya çalışmaktır. Cenab-ı Hakk Azhab suresinde mealen şöyle buyuruyor: “Allah’ı ve âhiret gününü arzulayan ve Allah’ı çokça zikreden siz mü’minler için Allah’ın resulünde pek güzel bir örnek vardır.” Bu ayetin ve pek çok ayetin söylediği hakikat şu ki kulun esas vazifesi her yönüyle Hz. Muhammed’i (sav) örnek almaktır.

Efendimiz Hz. Muhammed (sav) muhabbeti esas almış ve ashabıyla münasebetlerinden tutunda hane halkıyla olan münasebetlerine varana kadar, hatta çocuklarla ve hayvanlarla olan münasebetlerinde dahi muhabbetle hareket etmiştir. Bakın namaz kılmıştır ama namaz kılarken omzundaki torunu düşmesin diye secdesini uzatmaktan geri durmamış, hırkasının üzerinde uyuyan kediyi uyandırmamak için hırkasını kesmekten çekinmemiştir. Oruç tutmuştur ama ashabına kendi nefsine zulme varan orucu tavsiye etmemiştir. Mağara arkadaşının endişelendiğini gördüğünde “Üzülme, Allah bizimledir.” diyecek kadar mu; kuşunu kaybeden bir çocuğa taziyeye gidecek kadar muhabbetle doludur. İnançer Hoca’nın ısrarla vurguladığı ve mutasavvıfların haksız yere eleştirildiği bir nokta da şudur. Mutasavvıfların şerî hükümleri önemsemeyip yalnızca aşk merkezli bir düşünceye sahip oldukları ve bu nedenle İslamiyet’in temel yükümlülüklerini yerine getirmedikleri yönünde bir eleştiri yapılıyor. Bununla birlikte şerîat, tarikat ve hakikat birer mertebe olup her ne kadar içinde çürükler bulunsa da gerçek mutasavvıflar şerîat kapısından girip, tarikat kapısından geçerek hakikat mertebesine ulaşılabileceğini ısrarla vurgulamışlardır. İnançer Hoca da “Bir ayağın şerîatın merkez olduğu noktada olup diğer ayağınla pergel gibi kâinatı dolaşmalısın. Eğer pergelin ayağı şerîat-ı Muhammediye’den uzaklaşırsa sen bâtılda dolaşıyorsun demektir.” diyerek bu hakikati bir kez daha vurguluyor ve şöyle bir tasavvuf tanımı yapıyor: “Din üç sacayağı üzerine oturur: îmân, İslâm ve ihsân. Tasavvuf ihsân boyutundadır. İhsân ise Allah’ı görmesen deO’nun seni gördüğünü bilmendir; sadece bilmek değil öyle yaşamaktır. Tasavvuf işte bu ihsânın müesseseleşmiş şeklidir.

Günümüz Müslümanlarının en büyük sıkıntılarından biri de her şeyi somutlaştırma isteğidir. Maddeci bir gözle bakarak muhabbet peygamberi Hz. Muhammed’i (sav) anlamak ne kadar mümkün olabilir. Hepimiz ara sıra da olsa “İçimden geldi!” diyerek bir güzellik yapıyoruz. Demek ki içimizde güzellik var. İşte o içimizdeki güzelliğin adı Muhammedî muhabbettir. O içimizdeki muhabbetin bütün hayatımızı sarması için O’nu çok iyi tanımalı ve örnek almalıyız.

Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder