SAYFALAR

28 Şubat 2022 Pazartesi

Dost bağının gülleri

"Kim bir kavme benzerse o, onlardandır."
- Hadis-i Şerif

İnsanlara iyiyi, güzeli ve doğruyu öğretmek; Hak yolu göstermek için Hz. Adem’den (as) Hz. Muhammed (sav) Efendimize kadar nice peygamber gelmiştir. Cenâb-ı Hak, bütün peygamberleri aracılığıyla kullarına kendini tanıtmış ve gaflet içindeki insanın akletmesini istemiştir. İnsanın gaflete düşmesi şüphesiz ki fıtratındandır ve bunda dahi Allah’ın bir rahmeti vardır.

Eğer siz günah işlememiş olsaydınız Allah sizi yok eder, başka bir kavim getirir, onlar günah işlerler, günahlarının bağışlanmasını Allah'tan isterler, Allah da onları bağışlar.” mealindeki hadis, bize insanın günah işlememek üzere yaşamasından ziyade gaflete düşmeye karşı Allah’a sığınmak üzere yaşaması gerektiğini söylüyor. İnsanın meleklerden üstün olabilmesinin yolu da kalbiyle akledip nefsine galip gelmesidir.

Cenab-ı Hak, bu imtihan yurdunda kullarını elbette bir başına bırakmamıştır. Allah’ın veli kulları, sözleri ve davranışlarıyla Cenâb-ı Hakk’ın peygamberleri aracılığıyla yaktığı İlahî hakikat çerağını kıyamete dek diri tutacaklardır. Bizlere düşense ayet ve hadislerin rehberliğinde, sünnet ve şeriat dairesinde bu velîlerin gösterdiği sırları keşfetmeye çalışmak ve kalplerimizle aklederek hakikatten kopmamaktır. Hud suresinin 120. ayetinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini kuvvetlendireceğimiz bilgilerin her birini sana anlatıyoruz. Bunlarda sana gerçeğin bilgisi, müminlere de bir öğüt ve bir uyarı ulaşıyor” Bu ayetin ışığında şunu açık bir şekilde söyleyebiliriz ki Allah dostlarının hikayelerini okumak da bizim katılaşmış kalplerimizi yumuşatacak ve ayaklarımızı sabit kılacaktır. Cüneyd-i Bağdadî, “Sûfilerin ve velilerin sözleri, ulu ve yüce Allah’ın askerlerinden bir askerdir. Şayet müridin kalbi kırıksa, maneviyatı bozuksa bu asker onu takviye eder; mürid bu askerden yardım bekler, medet umar.” buyuruyor. Dünya kalelerini fethetmek için dünya ordularına ve dünya askerine ihtiyaç olduğu gibi gönül kalelerini fethetmek de ancak gönül erleriyle mümkündür.

Ebu Ata Abbas şöyle buyuruyor: “Eğer Allah Teâlâ’nın dostlarının sevgi eteğine yapışmaya kadir olamazsan bari Allah dostlarını sevenlerin muhabbet eteğine tutun, dostlarına dost ol çünkü onları sevenleri sevmek, aynen onları sevmektir.” Cenâb-ı Hak, “Siz hiç akletmez misiniz” buyururken bir başka ayette ise “Kalpleri vardır, onunla aklederler.” buyuruyor. Gaflet ehli olanlar, yalnızca “Siz hiç akletmez misiniz?” ayetini görüp hayatı akılcı bir anlayışla ve bilim ışığında okumaya çalışırken pek çok İlahî sırrı da gözden kaçırıyor. Cenâb-ı Hak, insanın kalbiyle düşünmesini istiyor. Burada sevgi odaklı bir düşünme sistematiğinden bahsetmek mümkündür zira kâinatın yaradılış gayesi sevgidir. Allah’ın sevgili kullarının hayatlarını, onların birer inci değerindeki kıymetli sözlerini ve ibretamiz tavırlarını okumanın Allah katında bize de bir rahmet vesilesi olacağını ümit etmeliyiz. Feridüddin Attar, “Sûfi ve veli olmadığı halde onları seven, onların eserlerini ilgiyle okuyan kimse kendini Ashab-ı Kehfin köpeği gibi görmeli. İyi insanlarla manen bulunduğu için hiçbir zaman ümitsiz ve eli boş geri dönmeyeceğine inanmalıdır.” sözüyle bizim bu ümidimizi dillendiriyor.

Pinhan Yayıncılık'tan 2011 yılında okuyucuyla buluşan Evliya Menkıbeleri, Abdurrahman Câmî’nin, Allah’ın velî kullarıyla ilgili söz ve davranışları bir araya getirdiği bir eseri. Eser, ilk olarak Sülemî tarafından kaleme alınmış. Sülemî eserinde 103 velînin söz ve davranışlarına yer vermiş. Daha sonra Herevî, eseri Farsçaya çevirirken esere 120 velîye ait söz ve davranışları da eklemiş. Abdurrahman Câmî eserdeki velî sayısını 616’ya çıkarmış. Son olarak Lâmiî, eseri Türkçeye tercüme ederken eserde yer alan isimleri 650’ye yaklaştırmıştır. Süleyman Uludağ ve Mustafa Kara hocalarımızın titiz çalışmalarıyla yayıma hazırlanan eserin hocalarımızın ifadesiyle gerçekliği sorgulanarak değil kısadan hisse alınarak okunmasını temenni ediyoruz. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde, “Alimler nebilerin varisleridir. Nebiler miras olarak ne para ne pul bırakmışlardır. Kim ilme sahip olursa büyük bir nasibe sahip olur.” buyuruyor. Bu hadiste işaret edilen alimler velîlerdir. Her ne kadar modern çağ insanı, hayatı bilimsel veriler ışığında okumaya alışmış olsa da Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve rahmet eli velî kulları aracılığıyla her zaman insanların üzerindedir. Ne var ki yüce Allah ilmini sebeplere gizlemiştir. Bu nedenle insan, hayret makamının sırrını idrak etmeli ve yaratılmış her şeye hayret makamından bakabilmelidir.

Evvela bizim gönlümüze olmak üzere gaflette bulunan bütün gönüllere rahmet vesilesi olması dileğiyle kitapta isimleri ve halleri zikredilen velîlerin sözlerine değinelim. Kararmış gönüllerimize ışık olmasını niyaz edelim. Herevî şöyle söylüyor: “Hakk’ın hastası bellidir. Onu görmüş olan kimsenin vücudundaki canı çıldırır. Nerede rahat bulsa rahata düşman olur. Zira gariban için vatan, müflisler için sermaye ve tevhid yolcusunun yol arkadaşı O’dur. Ne vakit sermeyeni elinde tutan ve derdine uygun ilacı kendisinde bulunduran bir kimseyi bulursan onun eteğini iyi tut." Mürşid, müridinin fıtratına uygun bir eğitim metodu uygular. Her müridin nasibi başka bir kapıdandır. Talip, önce doğru kapıyı bulmalı; sonrasında mürşidine bir ölünün ölü yıkayıcı karşısındaki teslimiyeti gibi teslim olmalıdır. Kalbin akletmeye başlayabilmesi ve İlahî sırları keşfedebilmesi için talibin evvela nefsini, kibrini ve aklını mürşidine teslim etmesi gerekir.

Maruf Kerhî şöyle söylüyor: “Sûfi bu dünyada misafirdir, misafirin ev sahibini (dünya ehlini) rahatsız etmesi cefadır. Edebe riayetkâr olan misafir bekleme durumunda olur, kimseyi sıkıştırmaz.” Tasavvufî hayatın özünde dünyayı terk vardır. Dünyayı terk etmenin hikmeti ise Kerhî’nin bu sözünde ortaya çıkıyor. Elbette kolay değildir dünyaya sırt çevirmek. Ciddi bir talim gerektirir. Hak yolcusu, bir kapıya kapılanmaya niyet ettiğinde önce sınanır. Yolun meşakkatine katlanıp katlanamayacağına bakılır ve titiz bir yöntemle ve sırayla mertebeleri aşması sağlanır. Nasıl ki annesinde süt emen iki yaşındaki bir çocuğa et yedirilemezse sülûkunun başındaki bir dervişe de ancak hazmedebileceği kadar İlahî sır verilir.

İnsanı dünyaya bağlayan hususların başında şüphesiz yeme, içme ve dünyevi zevkler gelir. Bu nedenle tasavvuf ehli; az yemeyi, az konuşmayı ve az uyumayı telkin etmişlerdir. Ebu Süleyman Daranî, “Her şeyin bir pası vardır, kalpteki nurun pası da tokluktur.” diyor. Bu sözdeki tokluk sadece karın tokluğu değil, her türlü duygunun tokluğudur. Beden doydukça ruh aç kalır. İnsan midesini doyurdukça kalbindeki nur da paslanır. İnsanın İlahî sırlara vakıf olabilmesi için ruhunu doyurması, dolayısıyla karnını mümkün olduğunca aç bırakması gerekir. Burada dikkat edilmesi gereken husus yemek için yaşamak yerine yaşamak için yemek düsturudur. Nihayetinde beden, ruhun elbisesidir ve aslolan ruhtur.

Herevî’nin şu sözü tasavvufun gayesini ve hangi esaslar üzerine kurulduğunu göstermesi bakımından mühimdir: “En yüce şerefe ulaşmak isteyen şu yedi şeyi diğer yedi şeye tercih etsin: fakirliği zenginliğe, açlığı tokluğa, aşağıda olmayı yüksekte olmaya, zilleti izzete, tevazuyu kibre, hüznü neşeye, ölümü hayata.” Sûfi, dünyada misafir olduğunu ve Allah’a döneceğini bilir. Bu dünyanın ahiretin tarlası olduğunu ve ahireti isteyenin dünyadan nasibinin olmadığını da bilir. Bunları bilince de güneşi sağ eline, ayı da sol eline verseler dahi yine de davasından dönmeyecek olan kutlu Nebi’nin güzel ahlâk üzerine kurulu hayatını kendine rehber edinir. Tasavvufta sohbet önemli bir yer tutar. Özellikle mürşidin sohbet halkasındaki müridler sohbet yoluyla nefis mertebelerini geçer. Mürşidin sohbeti, müridin fıtratına uygun olmalı. Bununla beraber sohbetin dahi fazlası zararlıdır. Serî Sakatî, “Kötülerin sohbetinden uzak dur, iyilerin sohbeti de seni Allah’tan alıkoymasın.” buyuruyor. Halvetteki Allah dostlarından birinin yanına giren bir derviş, “Yalnız mıydınız?” diye sorunca Hazret “Az önce Allah’la beraberdim, sen gelince yalnız kaldım.” buyurmuştur. İnsana lazım olan her daim kendisine şah damarından daha yakın olanın idrakinde bulunmaktır.

Rüveym bin Ahmet, tasavvufun ne olduğuna dair bir soruya şöyle cevap vermiş: “Tasavvuf, senin hiçbir şeye malik olmaman, hiçbir şeyin de sana malik olmamasıdır.” Bu sözü iki şekilde anlamak mümkündür. Birinci anlamında tasavvufta esas olanın fakirlik olduğu ortaya konurken ikinci anlamında dünyalık sermayedeki amacın Allah rızası olması gerektiği anlaşılır. Tasavvufta makbul olan fakirlik, kulun Allah’tan başka hiçbir sebebe güvenmemesine yönelik fakirliktir. Dervişe yakışan fakirlikten ötürü insanlara el açacak duruma düşmek değil, dünyanın nimetlerine değer vermeyip Allah’tan başkasına el açmamaktır.

Tasavvufta esas gaye hakikate ulaşmaktır ama hakikate ulaşmak için şeriat kapısından geçmek şarttır. Şeriat kapısından geçmek yeterli değildir zira örtüsünü de kaldırmak icap eder. Tarikat örtüsünün ardından hakikatin özüne ulaşılabilir. Bütün sırayı gözetmek ise marifet gerektirir. Tasavvuf ehli bu durumu izah etmek için cevizi rumuz olarak kullanır. Cevizin dışındaki yeşil renkli tabaka şeriattır. Bu tabaka cevizin içindeki lezzetli ve doyurucu özü korur. Bu tabakaya ihtimam gösterilmezse içindeki öze ulaşılamaz ancak sadece bu tabakayla ilgilenilirse içindeki öz de ortaya çıkamaz. Cevizin kahverengi sert kabuğu tarikattır. Bu tabaka içindeki özü dünyanın soğuğundan, sıcağından, yağmurundan, karından ve hatta börtü böceğinden korur. Tarikat da dervişi dünya hayatının her türlü çeldiricisinden muhafaza eder ancak derviş öze ulaşmak istiyorsa bu kabuğu da kırmalıdır. Tarikat kabuğunu da kıran derviş, cevizin içindeki zarı da soyduğunda hakikate ulaşmış olur. Şeriat, tarikat ve hakikat sırasını gözetmeye; herkese bulunduğu mertebeye göre davranmaya da marifet denir. Kuru kuruya Allah dostu olduğunu iddia eden kişi kabuğu kırmadan cevizi yediğini iddia etmiş gibidir. Bu konuya dair Ebu Hasan Verrak. “Allah’a muhabbetin alameti, dostu Resulullah’a (sav) tâbi olmaktır.” buyuruyor. Tasavvuf büyüklerinin pek çoğu, “Şeyhlik iddiasında bulunan bir kimsede sünnete ve Kur’an’a aykırı bir davranış görürseniz ondan derhal uzaklaşın.” buyururlar.

Yazıyı Allah dostlarının sözleriyle bitirelim:

Ebu Ali Râzî: “Allah Teâlâ’nın seni halktan sıkılır bir hale koyduğunu gördüğün zaman bil ki seni kendisinden hoşlanır bile koymak istemektedir.

Ebu Cafer Muhammed Nesevî: “Her kim yüce Allah’tan başkasıyla huzur bulursa Allah Teâlâ onu terk eder. Her kim Allah Teâlâ’yla huzur bulursa başkalarının huzur bulma yolu ondan geçer.

Mevlânâ Celaleddin Rumî: “Yeryüzünden yukarıya doğru uçan bir kuş, göğe erişemezse de yukarıya doğru uçtuğu ölçüde aşağıdaki tuzaklardan uzaklaşır ve onlardan emin olur. Derviş olan bir kimse de dervişliğini kemale ulaştırmak için çalışır. Başaramazsa bile yine de halk ve esnaf zümresinden üstün olur. Dünya sıkıntılarından kurtulur ve rahata kavuşur. Yükü hafif olanlar kurtuldu ağır olanlar helak oldu.

Rabiâtü’l Adeviyye: “Bendeki gam, derli ve kederli olduğumdan değil; belki dertsiz ve kedersiz olduğumdandır.

Allah dostlarının her sözü dünya hayatının tuzakları karşısında gönlümüze birer kalkan gibi gerilir. Allah cümlesinden razı olsun, cümlemizi istifade edenlerin arasına katsın.

Erhan Çamurcu
twitter.com/erhancmrc

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder