SAYFALAR

27 Şubat 2021 Cumartesi

"Cool" ve "delete" arasında insan ilişkileri

"Şurası kesin, Eros ölmedi... Artık her yerde ona rastlanıyor, ama o hiçbir yerde barınmıyor."

Bugün yeni olan, aynı gün içinde eskiyebiliyor. İnsan ilişkileri de bundan nasibini alıyor. "Sonsuza dek" sözü artık pırlanta markalarının reklam sloganı... Akışkan Aşk'ta Zygmunt Bauman, modern çağ insanındaki güven eksikliğini, kaygı problemini, sürekli bir şeylere yetişme derdini, sadakat ve ihanet arasındaki savrulmaları masaya yatırıyor. İnsanların arasını okuyucuyla birlikte bulmaya çalışıyor.

Bauman'ın 'insan dünyası'nda diyalog ve iletişim, en mühim mesele. Ona göre modern zamanların yeni insanı için bir ilişkide yenilgi varsa, bu bir iletişim yenilgisidir. Hız, gün geçtikçe felakete dönüştü ve ortaya yepyeni bir üretim/tüketim insanı çıktı. Aylaklık, can sıkıntısı ve bekleyiş gibi durumlar ortadan kalktı. Oysa "yıldırım aşkında bile, soru ile cevap arasında, teklif ile kabul arasında belli bir zamanın az da olsa geçmesi gerekir" diyor Bauman. Bu sabırsızlık hâli yalnız insan ilişkilerinde değil, makinelerin insanlığa olan tahakkümünde de zirvede. Sosyal medya dediğimiz 'yeni mekan'da bilgi önümüze hiç beklemeden, hiçbir şey sormadan (izin almadan) geliyor. Oysa bir veriyi silerken bilgisayarlarımız ve cep telefonlarımız bize muhakkak emin olup olmadığımızı soruyor. Yalnız hard diskler değil, zihinler de bu veri karmaşıklığı içinde birer çöplüğe dönüşüyor. Haliyle bir çöplüğün içinden gerekli/önemli ve hatırlanması gereken verileri yeniden elde etmek gittikçe güçleşiyor.

İnsanlar arasındaki ilişki problemlerine bakıldığında, sanki herkes 'sıcak' bir ilişkiye hasretmiş gibi konuşuyor. Herkes sıcak, samimi, gerçek bir ilişki arıyor. Peki kim ne kadar kendini ortaya koyuyor? Kim gerçekten 'ben tüm hatalarımla işte böyleyim, buyum' diyebiliyor? Herkes, ilişkisinin tam ortasına kocaman ve görünmez bir duvar örmüyor mu henüz başlarken? Örüyor. Çünkü korku, tüm ilişkilerin kurucu unsuru. En 'özgür ruh'larda bile korku var. Eşelenme korkusu, didiklenme korkusu. Bugün bir ürünü de bir insanı da beğendiğimizde neredeyse aynı duyguları ve kelimeleri 'kullan'ıyoruz. Bauman bu durumu şöyle açıklıyor: "Beğendikleri bir şey konusunda gençler, 'çok kıyak!' ('it is cool') derler. Kelime gayet iyi seçilmiştir: İnsan eylemleri ve etkileşimleri başka hangi özellikte olursa olsun, karşılıklı ilişkinin ısınmasına ve özellikle de sıcak kalmasına asla izin verilmemelidir; insanlar arasındaki ilişki cool kaldıkça OK’dir, cool olmak OK olmak anlamına gelir.>"

"Akışkan" kavramını sosyal bilimlere kazandıran Bauman için ilişkiler "ölüm bizi ayırana kadar"dan "bakalım her şey yolunda gidecek mi?" gibi soru(n)lara doğru genişledi. Bunun sebepleri arasında hiç kuşku yok ki güvensizlik, hayatın müşterekliği konusundaki umursamazlık, kamusal alandaki paylaşım eksikliği, kapitalizmin yok ediciliği gibi hususlar var. Tüm bunlar toplandığında aile kurmak, çocuk, çocuğun bakımı, eğitimi, güvenliği gibi meseleler de akışkan toplumun en büyük açmazları arasında yer alıyor. Bu açmazlar nihayet evlilikten ve hatta diyalogdan korkan insanlardan bir topluluk oluşturuyor. Yeni ve oldukça akışkan bir toplum. "Ne kadar tamamlanmış ve kendi kendine yeterli olsa da, her insan varlığını bir başkasıyla birleştirmediği sürece eksik ve yetersiz kalır" diyor Bauman. İnsan sesine ses ister, sözüne söz, adımına adım. İşte bu ahenk eksikliği de herkesin her şeyden haberdar olduğu ama kimsenin en ufak bir fikrinin olmadığı toplumun, akışkan toplumun, geri dönüşü olmayan en ciddi kaybı.

Mesafelerin öneminin kalmaması farklı sorunları insanın gündemine taşıyor. Lakin insanlık bunu pek umursamıyor. "Yakınlık artık fiziksel komşuluğu gerektirmemektedir; ama bu fiziksel komşuluk da artık yakınlığı belirlememektedir" derken Bauman, insanların ve ailelerin önem verdiği şeyleri şöyle sıralıyor: güvenlik, kariyer, mülkiyet. Çocuk üzerinden bir örneklendirme: Ev/bakıcı/kreş daima güvenli olmalı, okul/şirket daima "en iyileri yaratan" olmalı, konut/araba daima "en iyisi" olmalı. Halbuki bu tablonun neye hedef olduğu Bauman için sadece bir cümlelik: "İnsanlık, tüketim pazarının kurbanıdır."

Yalnızca kendi hilelerine güvenen, diğerlerinden daha kurnaz görünmek için çırpınan ve birbirini yok etmek adına her şeyi göze alan bireyler dünyası... Kitabın sonunda Bauman'ın röportajlarına sığ(a)mayan, kritik yorumlarda bulunduğu mültecilik ve dolayısıyla 'insan dayanışmasının sonu' yer alıyor. Nereye giderse gitsin birer "istenmeyen" olan mülteciler, ateş hattındaki kıymetlerini(!) koruyor: "Onlar yer değiştiriyor değildir, yeryüzündeki yerlerini yitiriyorlar. Hiçbir yere, yersiz bir yere, kendi kendine var olan, kendi içine kapalı ve aynı zamanda denizin sonsuzluğuna adanmış bir yere fırlatılıp atılıyorlar; ya da bir çöle, hınç dolu ve insanların ender ziyaret ettikleri, oturulmayan toprağa yollanıyorlar."

Günümüzde özellikle sosyal medyada en sık rastladığımız şey insan dayanışması. Herhangi bir konuda topluluk oluşturmak ve sesi yükseltmek mümkün. Bu, hayatta neleri değiştirir orası ayrı bir muamma. Bauman'a göre tüketim pazarı öyle bir zafer elde etti ki bu zaferin ilk kurbanı da insan dayanışması oldu. Çünkü aralarında sahici bağlar kuramamış insanlar kablosuz ağlar yoluyla bağlanıyorlar birbirlerine. Görüyorlar, beğeniyorlar ve cevap veriyorlar. Bu kadar. Üstelik 'delete' tuşuna basmak çok kolay. Dayanışmalar, dostluklar ve aşklar oldukça hassas dinamiklere sahip artık.

Boş, coşkusuz ve hissiz bir yaşam var çünkü boş, coşkusuz ve hissiz insanlar var. Akıp giden her şeye müptela olanlar, her şeyin akıp giden bir şey olduğunu düşünüyorlar. Kalıcılık müzelere mahsus, yıllanmışlık mobilyalara. Anlam, ciddiyet ve gerçek artık tuhaf birer kelime...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder