SAYFALAR

18 Ağustos 2020 Salı

Bizi insan sıfatında toplayan emsalsiz şey: beynimiz

Bizi “insan” sıfatında toplayan ve diğer canlılardan üstün kılan emsalsiz yapan şey; beynimiz. Geçen yüzyılda aldığımız yola rağmen sonu henüz bulunamadı. Belki daha doğru ifade ile sonu yok ama bu sonsuzluk henüz itiraf edilemedi. John E. Dowling tarafından yazılan ve Ketebe Yayınları’nın bastığı Beyni Anlamak ile bilinen beyin coğrafyası, ilk dört bölüm ve geri kalanı olarak ikiye ayrılmış. İlk dört bölüm beyinle ilgili güncel anlayışı aktarmak için gerekli temel bilgileri sunuyor ki bir nevi meraklısına ön hazırlık. Kalanı ise beynin zihni nasıl ortaya çıkarttığıyla ilgileniyor denilebilir. Görme, algı, dil, bellek, duygu ve bilinç irdeleniyor. Nörobiyolojinin bir psikoloğa zorunlu olarak verilmesinin gerekliliği de tam olarak burada önem kazanıyor.

Sayısal sözel olarak ayırdığımız bilim ile vasıfsızlığın kapılarını araladığımız alanların yüzlerce ispatından biri daha bu alandadır. Nörobiyoloji psikolojide devrim yaratsa da, psikologların bölünebilme kurallarını kavramayı beceremeyenlerden eğitildiği toplumlarda bu devrim pek de sahaya yansımamıştır.

Bilinç, tarih boyunca ne kadar anlaşılmaz ise o kadar üzerine konuşulmuş bir kavram olmuş. Beyin biliminden etkilenmeyen hiçbir tıp alanı olmamış. İnsan vücudunun hatta evrenin bütünlüğünü kavrayamamış meslek erbaplarından beklenebilecek bir kalite pek tabi değildir bu bütün ile amel etmek. Bu nedenle, şayet varsa üç beş meraklısı, meraklarını giderip evrenlerini genişletebilecekleri, kesret bilgisine ulaşıp vahdeti görebilecekleri bir kitap olmuş Beyni Anlamak. Bu kavrama için taşınması gereken can simidi; Nörobiyoloji ile bilişsel bilimin, psikolojide harman edilmesidir. Edilmezse ne olur: Şimdiki gibi aynı cümlenin öznesini yüklemini değiştirip beylik mottolar yazan çok da üstün olmayan dökmeler veya “yolla kocayı keyfine bak” diyen ablalar psikolojinin pirleri arasında kalırlar, raiting rekorları kırarlar. Epifiz bezinin ne olduğunu, bünyenin biyolojik saatlerini bilmeyenlerden “Prozac” medeniyetleri kurulur. Yer miyiz? Yeriz. Yiyoruz. Bu yüzden 21.yy’da Nörobiyoloji’nin en önemli işlevi bu birleşme olmalıdır ve olacaktır.

Aksi halde; vakıf olunamayan bu bütünsellikte, anlattığımız ilimsiz alimlerin yani nörobiyoloji ve davranış arasında köprü kuran mekanizmaları bilmeyenlerin sunabileceği iki tedavi yöntemi vardır. Birincisi yeni nesil: Bir dağ başında hayatın anlamını ara, yoga yap, evrene mesaj yolla ama mümkünse vahşi hayvanlara da yolla ki az öteden geçsinler, der. Yine mekanizmaya hakim olduğundan değil “iyi düşün iyi olur” geyiğinden. Bununla beraber yogacıların çoğu panik bozuklukları olan bireyler olunca demek sayısal bilimi atlayarak olmuyormuş çıkarımına kolaycana varılabilir. İkincisi de klasik ekol: “Kaygı bozukluğu” var sende al bunu uyu, derler. Uyu uyu, uyumak iyi gelir. Gece gündüz uyu. Çok da düşünme. Aman ha düşünme. Düşünüp de n’pcan? Alışverişe git. Tatile git. Kuaföre git. Saat koleksiyonu yap. İç bu ilacı, uyanıkken tekstil ve modaya, uyurken ilaç sektörüne çalış. Üçüncü bir yol yok. Birleşmiş bir yol da yok. Oysa kimyanın da nefes alma biçimlerinin de diyaframındaki oksijen miktarının da çalışan bağırsak, güneşten aldığın enerji, inanç, telkin, koaför veya tefekkürün de; gülümseme, ağlama, doğru sinir resöptörüne yapılan müdahale, beslenme ve kan dolaşımının da senin huzurunda payı vardır.

Bilim bölündükçe hikmetin sadece bir olduğunda kavranan manası silinmiştir. İşte bu birliği kavratma derdindeki yazarın, yıllarca, Harvard’da birinci sınıf öğrencilerine verdiği seminerlerin temel kitabı olarak kullandığı Beyni Anlamak, nörobilime ilgi duyan fakat nörobilim alanında uzmanlaşmaya niyeti olmayanlar tarafından da kolaylıkla anlaşılacak keyfiyettedir. İlk dört bölümde, beynin genel yapısı, beyin hücrelerinin bilgiyi nasıl aldığı, hücrelerin birbiri ile iletişimi ve duyusal reseptörlerimiz ile deneyimlediğimiz dünyanın bilgisini nasıl edindiğimiz, terim ve retoriğe hakim olmayanları da kitaba hazırlıyor. Beşinci bölümden itibaren ise omurgasızların nöral ve davranışsal mekanizmalara ışık tutmasındaki maharetine; mürekkep balığında büyülenip, oradan insan beyninin bölümlerine; beynin en bilindik kısmı görsel algı mekanizmalarına; beynin genişleyebilir oluşu ve esnekliğinin mümkün oluşuna yer veriyor. On ikinci bölümden sonra ise daha çok zihin devreye giriyor. Duygusal davranışlarınla veya rasyonelliğinle neresi ilgileniyor ve bu yer zarar görürse neler olur? Özellikle bu konudaki örnekler ve yazarın her bölümü örnekler ile anlatmasının çekiciliği tahmin edilebiliyordur eminim.

Alan ile ilgili olan bu çekicilik otonom sinir sistemi içerisindeki diyalektikten gelir. Organlar beyinden karşıt tepkileri sempatik sinir sistemi ve parasempatik sinir sistemi olarak ikiye ayırıp emir alırlar. Sempatik sistem kan akışını hızlandırır, kalp hızlanır, göz bebeği büyür, sindirim durur. Bu ortalama herkesin bildiği. Bilinmeyen, sürecin tersine de işlediği. Mesela bağırsağınıza iyi bakmadığınızda aynı duraklar geriye doğru, eksi çalışır ve zamanla sempatik sinir sisteminizin savunmaları göçer. Yani bu sistemi düzenleyecek olan parasempatik sinir sistemi “dinlen ve sindir” emrini yerine getiremediğinde, buna izin verecek beslenmeyi sağlamazsa, hayatın anlamı, yüce dağ başlarındaki mide gazı ile bulunamaz. Mesela, kaza sonucu otonom sinir sistemi zarar görenler daha başarısız daha kaygısız daha umursamaz daha tembel insanlara dönüşebilirler. Huyunun değil beyninin değiştiğini kavrayamayan bir psikolog bu insanların hayatında yorucu bir hal alır.

Hülasa “Zekanın gerçek işareti bilgi değil hayal gücüdür” diyen Einstein düşünülünce ve bilincimizin keşfedilememesinin bizi koruduğu olasılığı ağır bassa da beynin yüzeysel işleyişinden haberdar olmadan anlam olanaksızdır. Hatta yaşam olanaksızdır.

Mavi Çınar
instagram.com/psikologmavicinar/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder