SAYFALAR

25 Şubat 2019 Pazartesi

Türkiye daha çok dindarlaşmadı, iyice sekülerleşti

Gerçek takardı gözlerine. Eğilir kasetlere bakar ve hep aynı şarkıyı çalardı;

"The temple's in ruins
The bankers get fat
The buffalo's gone
And the mountain top's flat
The trout in the streams are all hermaphrodites
You lean to the left but you vote to the right."

Akademiden dışlanma pahasına, akademik çalışmalarını, Alman İmparatorluğu için değil, bilimin kendisi için yapmaya devam edeceğini açıklayan Albert Einstein’e ve yeryüzünün farklı coğrafyalarında onunla aynı kültüre sahip akademisyenlere adanmış bu kitap; ODTÜ’lü bir felsefecinin sekülerleşme çalışmak istiyorum dediğinde “Ülke İran oldu ne sekülerleşmesi” diye reddedilen tez konusunun muhteşem dönüşü diyebilir miyiz?

Deriz!

Sosyal bilimler alanında, evren edindiği kitlenin dilinden uzaklaşmadan, yıllara dayanan titiz çalışmalar, istatistikler, röportajlar ile oya oya işlenen Volkan Ertit kitabı Sekülerleşme Teorisi, Liberte Yayınları'ndan çıktı.

Teoriye kazandırdığı evrensel kimlik ile sekülerleşme kavramının ne olduğu, ne olmadığını, “Hangimsin Sen Benim” şarkısı eşliğinde; Steve Bruce’nin klasik sekülerleşme teorisi ile bütünleyebilmiş bir yazarla yola çıkmanın keyfi ise bir başka.

Hristiyan çoğunluğun kiliseye gitme oranlarını ve inanç esaslarını merkeze alan Bruce’nin iç tutarlılığının da hakkını vererek kendi ülkesine uyarlayan Ertit, Müslümanların çoğunluğundaki toplumsal dönüşümü, pek tabi İslam’ın esasları ile ele alarak, dokunulmadan faraziliğin temizlenemeyeceği alanlarda, suya sabuna dokunduğunu göstermiş bize.

Sosyo-lojinin ideali değil mevcudu okuma zaruretini atlayıp, sosyal bilimler disiplininden uzak mecralarda “İslam düşmanlığı/takıntısı/seviciliği” şeklinde yorumlarla karşılık alır mı Ertit?

Mümkündür!

Çünkü o su-sabun yüzyıllardır, bu eleştiriler ile karşılaşılan alanların temizliğinde kullanılır!

Ertit, “Sevgili okur, ulaştığım sonuçları bağırmayan bir üslup ile seninle paylaşmak istedim. Ama zaman zaman heyecanıma yenik düştüğüm seni kolundan çekip ‘Allah aşkına şuradaki istatistik verilere bak’ dediğim anlar muhakkak olmuştur. Hoş gör beni (…) İtiraf etmeliyim ki; Türkiye batıdaki 60 yıllı devirmiş literatür karşısında emekleme aşamasında bu alanda ve senin her türlü eleştirine, itirazına, yorumuna ihtiyaç vardır” derken peşin peşin gökyüzü açar tepemize, kucağında taze bir kabulle.

İlk üç bölümde Durkheim’in dediği gibi önce kavramın tanımını ele alır. Ardından dinsizleşme, laikleşme, ahlaksızlaşma gibi kavramlarla karıştırılan sekülerleşmenin ne olmadığını belirler.

Bu bir sürecin adıdır artık!

Kabe Arabın olsun. Çankaya bize yeter” dizeleri ile Kemalettin Kamu’nun neden seküler ol(a)madığını anlarız.

Laikliğin devlete ait olup insana ait neden olamayacağını; Laik devlet yapısını savunup, dini ritüellere sadık bireyin sosyal bilimler retoriğince tutarlılığını; devletin seküler olmasının ve bireyin laik olmasının mümkün olmadığını da anlarız.

Sekülerleşme nedir, ne değildir. Evrimsel süreci nasıl olmuştur, şekillenir. Beğenmeyen küçük oğluna almayıverir ama durum böyledir. Sayılarla ifade edilmiyor diye her yere çekiştirilen sosyal bilimler Volkan Ertit kitabında tam da olması gereken bilimselliktedir.

Besim F. Dellaloğlu’nun da güzelinden dediği gibi Türkiyeli sosyal bilimciler eğer mevcut sosyal bilimin müktesebatını fazla “Batılı” buluyorlarsa o kavram bagajına alternatif kavramlar üretmek zorundadırlar. Ya da başka işle iştigal edebilirler.

Kavramları keyfimize göre kullandığımız yerde, Türkiye tecrübesinde olduğu gibi, sosyal bilimler değil siyasetin alanında konuşan binlerce retoriksiz veya “Batılı” olmamak adına uydurma bir retorikle, “bana göre” üzerinden gri alanlar oluşur. Otuz kişilik grupların birbirini alkışladığı; çok aydın ama ışığı hiçbir yeri aydınlatmamış, diğer kalan insanları kaliteden almamakla suçlayan birleşmeler içinde; sosyal bilimlerin iyicene tadının kaçtığı günlerde, böyle eserlerin tok karnına bir drajesi, şifa dağıtmaktadır.

Çünkü Ertit, değerleri, kutsalları merkezine alarak değil analiz amaçlı bir okuma yapmış ve tüm dünyada kabul görmüş, genel-geçer ölçüleri uyarlamıştır. Kitabı ise; Sosyolojinin, dini, çalışma alanı olarak görmemesi; ilahiyatçıların ise doğmalarından bağımsız, sosyolojinin bilimsel açısını yani “loji” kısmını edinememesinden, Türkiye için kangren olmuş din-sosyolojisi için tadından yenmez olmuştur.

Kitap, dördüncü bölümden itibaren Sekülerleşme Teorisi’nin evrensel dinamiklerini; bilimsel gelişmelerin, kapitalizmin ve kentleşmenin etkisindeki sekülerleşme oranlarındaki artışın nedenlerini açar.

Sekülerleşme Teorisi ilerici ya da sekülerist bir ideoloji değildir (…) başat unsuru ibadet etme oranları değildir…” diye ilerlettiği sekizinci bölümden sonra ise sekülerleşmenin ideoloji değil devam eden bir süreç; lokal değil evrensel karakterli olduğunu anlarız.

Dinin yok olması, ibadet etme şekil ve rakamları ile sekülerleşmeyi açıklamanın yeterli olmayacağı netleştikçe, sekülerleşmeyi pelesenk edinmiş birçoklarının kendi mahallelerinde sosyoloji okuduğu da ortaya çıkar.

Irklar, gelenekler de siliniyor der Ertit. Ve din harici kutsallar. Deizm sekülerleşmenin olsa olsa alt kümesi olur ki deist olunsa da seküler olunmaz; sekülerleşen bir dünyada yaşamaya devam ettiğini fark eder ya da fark edemeyebilirsin en çok.

1977’de Gümüşhane’nin Sünni köyünde bir öğretmenin; Benim alevi olduğuma inanmadılar (…) Onlara göre Aleviler boynuzlu ve kuyruklu canlılardı demesi; sekülerleşme sürecinin salt dinlere bağlamanın buzulların erimesine bağlamaktan bir parça daha uzak olduğu sonucuna ulaştırır bizi biraz zorlasak.

Son olarak; Dini Pazar Teorisi; Varoluşsal Güvenlik Teorisi; Dini Bireyselleşme Teorisi adı altındaki aynı süreci açıklama gayretini edinmiş diğer üç teorinin yıldızının neden parlamadığı; ardından, Ertit’in Doktora tezi ışığında Türkiye için Sekülerleşme Teorisi’nin, evlilik, eşcinsellik, İslami giyim modası gibi birçok pencereden okumaları yapılır.

Teori olmadan pratik kördür; ancak pratiksiz bir teori sadece entelektüel bir oyundur.

Kant’ın da altını çizdiği bu bilimsellik dengesinde sonuç bölümüne ulaşan Ertit, en çok karşılaştığı 28 sorunun cevabı ile veda eder ki sadece bu bölüm bile çok kitaptan çoktur.

"Volkan Ertit, ne bir İslamcı ne de Kemalisttir; o sadece bir sosyologtur." (Prof. Dr. Besim F. Dellaloğlu).

Mavi Çınar
the.blue.gaia@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder