SAYFALAR

5 Ekim 2018 Cuma

Yas kültürünün özgün romanı

Bir kitap okuyup da hakkında yazmak için bilgisayarın başına geçmeyeli epey zaman olmuş. Buna mukabil “iyi kitap” tanımlamasına “bende ona dair yazma güdüsü uyandıran” ifadesini ekliyorum.

Bayel Ağıtçıları romanı Gulam Hüseyin’in en bilinen aynı zamanda da ustalık eseri. Birbirine bağlı sekiz hikâyeden oluşan bir roman ve bu bölümler coğrafya ve karakterler bakımından birbiriyle ilişkili ama konu bakımından birbirinden ayrışan hikâyeler. Dördüncü ve bence en lezzetli hikâye olan inek meseli “Gav” adıyla sinemaya da uyarlanmış ve böylece hem yazarın hem de kitabın ünü yurtdışına kadar ulaşmış.

Bayel Ağıtçıları kültürel anlamda tam bir “doğu” romanı. Daha özele inmek gerekirse bir şii köyü olan Bayel’in insanlarının hikâyesi. En nihayetinde de 1960lar İran’ının panoraması. Elias Canetti’nin de Kitle ve İktidar kitabında işaret ettiği gibi bir yas kültürü olan şii toplumunun serencamı bu roman. Bunda tabi toplumsal yıkımların ve büyük kederlerin kitlelerin ruhuna nasıl sirayet ettiği de açık. Gulam Hüseyin, gerek siyasi gerek de sosyal geçmişin bir köyün ruhuna nasıl da keskin şekilde sirayet ettiğine işaret ediyor. Ağıt ve yas kültürünün Bayel halkının çevresini saran efsunuyla köy halkının tek ümidinin hep göklerden gelecek bir mucizeye bel bağlaması ise yine kültürel kodlamaların dışa vurumu. Ne yazık ki o mucize roman boyunca bir türlü vuku bulmuyor.

Acıya ve kedere yas tutarak karşı koyma gayreti içindeki köy halkı aynı zamanda da fena bir yoksullukla idame ettirmeye çalışıyorlar hayatlarını ama bu konuda da bir isyanları söz konusu değil. Ve kanıksanan bu yokluk durumunu alt metne çok iyi yerleştirmiş. Anlatımda beni en sarsan şey ise tüm bu ölüm, açlık, yokluk meselelerinde kimsenin hatta köyün bilge kişisi Kethüda’nın bile sorunun özündeki gerçeği kavramaya yeltenmeyişlerindeki edilgenliğini anlatışı oldu. Meseleyi kavrama, derine inme ve değiştirme çabası yerine kabullenişlerini izah etmedeki ustalığı takdire şayan. Yüzünü tamamen batıla dönmüş bir köyün bu hastalıklı haliyle yaşama mücadelesi hem absürt hem de gerçeğe çok yakın duruyor ki okurken gelgitler yaşıyorsunuz. Bunu “gerçekle büyülü gerçeklik” arasında kalmak diye de tanımlayabiliriz.

Bayel Ağıtçıları romanı metafor anlamında da oldukça yüklü bir roman. Karakeçi, at, ana karakterlerden İslam, Kethüda, köpek, çıngırak sesi, siyah musalla taşı, siyah gömlek, Puruslular gibi atmosfere uygun imgelerle dolu. Köyün iyi yürekli ve herkese yardıma koşan kişisi İslam bir iftiraya uğrayıp da bu kırgınlıkla köyü terk etmeden önce evini çamurla kaplar ve öyle gider mesela. İslam’ın gidişinden hemen sonra komşu köyün ahalisinin İslam’a işe düşer ve Bayel’e gelip onu ararken “kimi arıyorsunuz” sorusuna “İslam’ı arıyoruz” der Seyyidablılar. Ve bu diyaloğun üzerine kitap Meşhedi Baba’nın şu sözleriyle son bulur:

Sizi ne yapacağımı bilmiyorum!” dedi. Dönüp bir daha İslam’ın evine baktı. Meşhedi Baba ve Meşhedi Safer’in oğlu yaklaşıp atlara baktılar, atlar istifra eden biri gibi ayaklarını açıp başlarını aşağı indirmişlerdi, boğazlarından gelen kıvamlı kan, yarı açık ağızlarından köpürerek dışarı sızıyor; damla damla havuzun suyuna dökülüp can buluyordu. Tıpkı kanalizasyonun karanlık suyundan kurtulup engin denizlerin pırıl pırıl sularına dökülen irili ufaklı kurbağalar gibi."

Uzun süre daha böylesine kendine has bir roman daha okur muyum bilmiyorum.

Kenan Yusuf Taşkın
twitter.com/knnysf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder