SAYFALAR

28 Eylül 2018 Cuma

Ahlâk, cahillik ve kadın mahkûmlar

Karılar Koğuşu, Kemal Tahir’in ölümünden sonra yayımlanan romanlarından biridir. Aslında tıpkı, Kelleci Memet, Namuscular gibi bu kitap da romandan ziyade anlatı türüne bir örnek gösterilebilir. 1974’te ilk kez yayımlanmasına rağmen, 1943 yılında yazılmıştır. Kemal Tahir’in Malatya cezaevinde yaşadıklarını, İkinci Dünya Savaşı yıllarını, Malatya’nın ve genel olarak ülkemizin toplumsal olaylarını, özellikle kadın mahkûmlar üzerinden anlattığı bir kitaptır.

Otobiyografik olayların ağır bastığı bir romandır Karılar Koğuşu. Kemal Tahir bu romanda karşımıza siyasi mahkûm İstanbullu Murat olarak çıkar. Hemen bütün mahkûmların sevdiği ve saydığı biridir Murat Bey. Çünkü her mahkûmun yardımına koşar. Aşığıyla beraber kocasını öldüren kadına da yardım eder, Malatya genel evinden gelen kadınlara da. Yazar, anlatımı öyle bir kurar ki, okur kimseyi acımasızca yargılamaz. Hatta herkese acır. Ve hatta idama götürülen kadının son anlarında Murat’la birlikte herkese bir hüzün çöker. Bu kadın kocasını aldatıp onu öldürse bile.

İsminden de anlaşıldığı gibi, kitabın merkezinde İstanbullu Murat olsa da, romanın diğer ana karakterleri kadın mahkûmlardır. Tözey, Hanım, Ayşe Ana, İnci, Gardiyan Şefika, Hubuş Bacı vs. olayların ama az ama çok merkezindedir. Kemal Tahir sorgulamak istediği adalet düzenini, halkın cahilliğini, ahlâk düzenini bu kadınlar üzerinden İstanbullunun bakışıyla okura yansıtır.

Ahlâk bolca irdelenir romanda. Fakat bu irdeleme yargılayıcı biçimde değildir. Yaşadığımız zamanla 1943 yılının Malatya’sında yaşanan olaylar birbirinden tamamen farklı olsa da, hatta o zamanın olayları şimdiki düzende ‘ahlâksızlık’ ve suç olarak karşımıza çıksa da okur bu duruma kötü bakmaz. Tözey ve İstanbullu arasındaki şu konuşmayı buna örnek verebiliriz. Ki bu şekilde onlarca diyalog vardır kitapta:

Murat Bey: 16 yaşında… İstanbul’da o yaştakilere biz çocuk deriz.
Tözey: Vah vah… İstanbullular şu halde körpe kıza hasret ölürler. Bizim buralarda erkekler ağızlarının tadını biliyorlar. Vaktiyle everselerdi şimdi üç tane çocuğu olurdu, sizin çocuk dediğiniz malın.

Romanda cinsellik kavramı ön plandadır. Fakat bu kavram Namuscular kitabındaki gibi erkekler üzerinden değil, daha çok kadınlar üzerinden kurgulanır. Kadınları cahilliklerinden ötürü şehevi duygularının esiri olmuş gibi gösterir Kemal Tahir. Fakat bunu suçlar gibi yapmaz. Yani suçladığı kadınlar değildir. Bazen hukuk sistemi bazen de geleneklerdir. İlk bakışta kadınları suçlar gibi görünse de koruduğu aslında kadın mahkûmlardır ve bunu Murat Bey’in cümleleriyle anlar okur:

Herkes kabahatli de cezayı Tözey, Hanım, Şefika çekiyor. Hanım’ın oğlancılık eden kocası, Şefika’nın eve orospu getiren kocası suçsuz mu? Tözey’i Maho Ağa’nın hizmetkârına verdikleri zaman 13 yaşındaymış. Üç aylık gelinken ağa, üstüne hücum ederek cebren ırzına geçmiş. Şimdi kız kerhanede, Ağa, Akçadağ Belediye Reisi.

Hapishanede hayat normal bir şekilde akar. Ancak 15 yıl hapse mahkûm olan ve bunun sadece 5 yılını tamamlayan İstanbullunun nezdinde bazen psikolojik sıkıntılar, daha doğru deyimle iç sıkıntısı görülebilir. Fakat Kemal Tahir kitabını İstanbullu Murat’ın iç sıkıntısına değil sorgulamak istediği kavramlar üzerine bina etmiştir. Yine de zaman zaman İstanbullunun nezdinde Kemal Tahir’i şu şekilde görebiliriz:

Mahpushanede yazdan kışa girmek de, kıştan bahara çıkmak da insanı manen yıpratan bir şeydi. Dünyada vuku bulan esaslı değişiklikler, mahpuslara, hürriyetsizliği daha gaddarca hatırlatıyorlardı. Aynı his, bayramlarda da gelir, gırtlağa sarılır. Terk edilmiş olmanın ütün biçareliği manasız bir öfke halinde, yüreğe çöker.

Devir, İkinci Dünya Savaşı devridir. Savaşın ortaya çıkardığı ortam da kitapta yerini alır. Kemal Tahir donanma davasından içeri düşmüştür. Kendi deyimiyle ‘komünistliğin ne olduğunu bilmeden, haksız yere’ içeri atılmıştır. Biz komünistliği içerde öğrendik der Tahir. İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili düşüncelerini açıklarken de ‘komünistliğinden’ esintiler sunar. Birkaç yerde görünen bu durum çok baskın değildir. bazı diyaloglarda kendini belli eder:

Sıcaklar birdenbire çökmüştü. Uzaklarda, harp oluyor, İstanbullu için, sıcaklar harbin dehşetini, harbin dehşeti de sanki sıcakları arttırıp tahammül edilmez hale getiriyordu. Bu harp karşısında bitaraf değildi. Hayatında bazı şehirlerin ne mühim bir yeri oluverdiğini birkaç seneden beri anlamıştı. Mesela Moskova, mesela Stalingrat, mesela Paris, mesela Vichy… Kiminde dostları, kiminde düşmanları oturuyordu. Nasıl bitaraf olmalı. Hem bitaraflık ne demek? Bu bir çeşit alçaklık…

Karılar Koğuşu ilk okunduğunda, söylemesi gereken birçok şeyi belli etmeyebilir. İkinci, üçüncü defa okunacak eserlerdendir. Kemal Tahir’in en önemli eserlerinden gösterilmez fakat kurgu olarak değil, sadece mahkûmlar ve İstanbullu Murat Bey’in diyalogları açısından bile kült bir eserdir. Bu diyalogların çarpıcılığını ikinci okuyuşta daha çok fark edecektir okurlar.

Karakterler üzerinden şekil alan bir kitaptır Karılar Koğuşu. Her karakterin kendine has özellikleri vardır. Kitabın içinde zaman zaman ana karakterler yer değiştirse de İstanbullunun yanında bir kadın karakter her zaman baskındır. Hapishanenin sözü geçen tek mahkûmu olan Murat Bey, kitabın en etkin karakteridir. (Ara not: Nâzım Hikmet’in duvardaki fotoğrafıyla da dertleşmeleri vardır İstanbullu Murat Bey’in.)

Görülüyor ki, Kemal Tahir bu kitapta, Malatya hapishanesinde 1943 senesinde geçen bir zamanı anlatmaktan ziyade, toplumun inanışlarını, ahlâk ve adalet düzenini sorgulamak istemiştir ve bana göre de oldukça başarılı olmuştur. Her kitabında bunu yapsa da, bu kitabın diğer kitaplarından geride görülmesi sanırım belli bir olaya yer vermiyor olması.

Klişe yerler yoktur kitapta. Diyaloglar çok sahicidir. Zaten Tahir’in diğer hapishane kitaplarını okuyanlar bunu anlayacaktır. (Yol Ayrımı hariç.)

Güce göre şekil alınan devirler, bazı geleneklerin kokuşmuşluğu, cehaletin yanında İstanbullunun, Hanım’ın idamı için söylediği son sözler, aslında sorgulanmak istenen her şeyi kapsayacak niteliktedir. Bu pasajla da yazıyı hitama erdirelim:

… Kanunu bildin mi? Küçük sineklerin takılıp kaldıkları, büyük sineklerin delip geçtikleri örümcek ağı… Yahut da Artaki’nin meşhur saz’ı…

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder