SAYFALAR

9 Temmuz 2018 Pazartesi

Eksik olanı keşfetmekle başlar her şey

"İnsan, insan olma ihtiyacından vazgeçemiyor."
- Ayfer Tunç, Eksik Olan

Eksik ve eksiklik ilk okunuşta olumsuz hissettirse de aslında anlamı yüce olan kelimeleri, hâlleri ifade ediyor. Sanki tamamlanabilir, tamamlanma imkânı olan, bir mücadeleyi gerektiren bir hissi var gibi. İçinde hem uzaklığı hem yakınlığı yaşayan, yaşatan bir durum eksiklik. Hemen Bülent Somay'ın Bir Şeyler Eksik kitabından bir cümle geliyor zihnime: "Hepimiz aynı umutsuzluğun kurbanlarıyız, aramızdaki akrabalık da buradan geliyor."

Medyascope'un kendine has programlarından biri Eksik Olan. Temmuz 2018 itibariyle 83. bölümünü geride bıraktı. Alp Kozanoğlu ve Ömer Çeşit insanı ilgilendiren birçok derinliğe dalıyor programlar boyunca. Sinemadan spora, felsefeden edebiyata hayata anlam katan birçok alanda, özel meseleler ele alınıyor Eksik Olan'da. Bazı programların, söyleşilerin kesinlikle, bu şekilde kitaplaşması gerekiyor diye düşünüyorum. Nitekim Karakarga Yayınları da Haziran 2018'de kitaplaştırdı Eksik Olan'ı, titiz ve güzel bir baskıyla okuyucuya sundu. 240 sayfalık kitap su gibi akarken hem misafirlerini hem de okuyucularını gayet güzel ağırlıyor. Şampiyonlar ligi ölüm grubu gibi demem boşuna değil aslında, söyleşen isimler şöyle: Agâh Aydın, Mine Söğüt, Sinan Canan, Nebil Özgentürk, Levent Gültekin, Muzaffer Akyol, Hakan Günday, Ahmet Mümtaz Taylan, Nasuh Mahruki, Cem Say, Alper Canıgüz, Buket Uzuner, Ayfer Tunç... Bu isimlerin yanı sıra Kozanoğlu'nun ve Çeşit'in kendilerince yazdıkları, söyledikleri de kitaba bambaşka bir nefes veriyor.

"Evet, bir şeyler eksik ama korkma sevgili okur, bir şeyler hep eksik olacak zaten. Biz, hepimiz, bu eksileri hep doldurmayla çalışacağız. Hayatın tadı da burada değil mi zaten?" cümleleriyle topu göğsünde yumuşatan kitabın ilk misafiri psikiyatrist/psikoterapist Agâh Aydın. Eksik parçamızı teşhis ediyor kendince Aydın. Bunu yaparken sözünü hiç sakınmıyor. Özellikle kendine yetmek, kendinle kalmak, kendin olmak gibi birbirinden çok farklı anlamlara sahip hâlleri değerlendirişi okunmaya ve not edilmeye değer: "Kendine yetebilmek, günlük manasında kullanılınca kulağa hoş geliyor tabii. Kendine yetmek akıl hastalığıdır. 'Her şey benim, dışarıdaki nesneleri de benim için kullanıyorum' demektir. Bütün dünya benim bir parçam. Bu ancak kâra dayalı ekonomik sistemlerin bize dayattığı bir aldatmaca. Ne demek kendine yetebilmek? Filan marka otomobili, filan muhitteki evi alabilince ben kendime yetecek miyim?"

Yazının gücü üzerine yapılan söyleşide konuk Mine Söğüt. Farkındalık üzerinde duruyor Söğüt. İnsanın her şeyin farkında olduğunu, çünkü dillendirdiğini ve her şeye bir ad koyduğunu, tüm bunlara rağmen bir yandan şuursuzluğun diğer yandan farkında oluş biçimlerinin ne kadar tehlikeli olduğunu söylüyor. Bir olay yaşanıyor ve tepkileri hemen sosyal medyadan görebiliyoruz. Şuur okunamıyor, görünemiyor. Kelimelerin her birine ideolojiler saplanıyor hemen, sanki konuşan insan değil de kalıplar, putlar. Taşlaşmış insanlar arasında yazmanın gücünü yorumlarken Söğüt farklı bir yere de dokunuyor. "Yazmazsam hiçbir şey olmaz, hiçbir şey kaybetmem hatta kazanabilirim" diyor. Sebebini de şöyle açıklıyor: "Tabii ki kazanabilirim çünkü yaşamaya çok kıymet veririm. Hayatın kaydedilmese bile ruhumuza ve aklımıza kaydettiği şeylerle birlikte çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. İçe değil, dışa dönük bir insanıım. Yazmaksa içe dönük bir eylem."

Bu içe dönük mevzusu biraz daha açmak için birkaç sayfa atlayıp Hakan Günday'ın söyleştiği bölüme geçiyorum. "Bence yalnız kalmanızı ve işinize odaklanmanızı sağlayan kapılar dıştan değil içten kapanıyor. Bu da demektir ki, eğer siz zihninizi ya da algılarınızı içten kapatabiliyorsanız, kırk bin kişinin tezahürat yaptığı bir stadyumda da yazabilirsiniz ama eğer zihninizi içten kapatamıyorsanız çölün sessizliğinde ilk kelimenizi yazamazsınız." diyor Günday. Hayatta her şeyi anlama çabasının bir hastalık olduğunu belirtirken, kendi yazım sürecinin de anlamadığı konular üzerinde şekillendiğini çarpıcı biçimde ifade ediyor: "Ne zaman ki anladım yazmak düşünmenin en iyi yolu, o zaman dedim ki ben neyi anlamıyorsam onu yazacağım. Anlamadığım şeyler belli, dehşete düştüklerim. İşleyen düzeneğin işleyen yerleri beni hiç ilgilendirmedi. Ne beni rahatsız ettiyse ben onları yazmaya çalıştım."

Ahmet Mümtaz Taylan, vicdan meselesini yüklenmiş söyleşisinde. İstemiş ki bu yükü alabilen herkes üzerine alsın. Çünkü vicdan 'sürekli bir duyu' ona göre. Acıyı hem kâğıda hem de ekrana işlerken bu acıdan ne kadar kaçılırsa kaçılsın onun ortaya çıkacağını anlatmış Taylan. "Askerler yargılanırken kafanızı çevirebilirsiniz, mütedeyyinler yargılanırken kafanızı çevirebilirisiniz, gazeteciler yargılanırken kafanızı çevirebilirsiniz, her şeye kafanızı çevirebilirsiniz ama o kafa artık bir daha bir yere dönmez" diyor.

Bilgisayar bilimleri profesörü Cem Say, yapay zekânın insan hayatını ne yönde etkileyeceğini irdelemiş söyleşisi boyunca. Yapay zekâyla birlikte bilgisayar programlarının ve dolayısıyla alışveriş sitelerinden sosyal mecralara kadar bizi yönlendiren ve hatta müdahale eden bir duruma evrildiğini vurgulamış. Çok çarpıcı bir örnek var bu konuda. Stanford Üniversitesi'nde geliştirilen psikometre testleriyle insan karakterleri tayin edilebiliyor ve sonuçlar çeşitli reklamlarla ve uygulamalarla kurumların, siyasi partilerin, alışveriş sitelerinin işleyişine sunulabiliyor: "Facebook'ta aktif olan insanlar hem bu testleri yaparlar hem de beğendiklerş, güldükleri, kızdıkları bilgisini açık ederlerse bu iki veriyi birleştirmek mümkün hale gelir. Böylece "şu tip insanlar şu tip şeyleri seviyorlar, şu tip ürünler alıyorlar, şu partiye oy verme ihtimalleri var ama o partinin şu politikasına da biraz gıcıklar" gibi tespitler yapılabilir hale geliyor. Bunu da en son Amerikan başkanı Donald Trump'ın kullandığı söyleniyor. Donald Trump, normalde Hillary Clinton'a oy verecek ama biraz ikircikli olan insanları Facebook verilerinden tespit edip onlara özel, sadece onların görebileceği Facebook reklamları kullanarak oylarını almaya çalıştı."

Oğullar ve Rencide Ruhlar gibi harikulade romanlara imza atmış Alper Canıgüz, "Uzun vadede hepimiz öleceğiz" derken, insanların yaşamlarına anlam katma oyununu hep beraber oynadıklarına dair bir gerçeği hatırlatıyor söyleşisinde. Yaşamın ne kadar sahici olduğunun yanı sıra, masumiyetin ve tecrübenin yaratıcılığı besleyen iki kaynak olduğunu, bu ikisinden biri arttıkça diğerinin azaldığını söylüyor. İnsana dokunan her şey, yazılabilir bir şey Canıgüz'e göre, burada iki önemli nokta var: yazarın ilgisini çeken olgulara dair ilişkilerle bunları bir araya getirebilen bir kurgu. Dolayısıyla iyi bir romanı paradigmalar oluşturuyor: "Mesela, Alper Kamu fikri aslında bir paradigmadır. İntihara Meyilli Çocuk Dedektif. O karakterin nelere takıldığı, hayatta karşılaştığı kişiler, oradaki olaylar bir araya geldiği zaman romanı kurgulayabiliyorsunuz."

Kurguya gelmişken, Eksik Olan'ın en beğendiğim söyleşisinin sahibine geçiyorum: Ayfer Tunç. Yazmaya başlamasına sebep olan ilk olayla başlıyor Tunç. Sonrasında neden yazdığını paylaşır insan, bunu anlatıyor. Burada okuyucuyu ilginç bir hikâye bekliyor. "Ben her insanın hikâyesinin bir parmak izi kadar biricik ve anlatmaya değer olduğuna inanıyorum" diyor Tunç. Bu anlamda haz çağının ruhu ve bedeni farklı yorgunluklara götürdüğünü söylüyor. İnsanın zihinsel hazzı hiçbir şekilde son bulmuyor. Bedensel hazlar elbette vakti gelince tükeniyor, beden ölümlü zaten. Bir çağrı gibi okunabilir şu cümlesi: "Kendinizi en iyi hissettiğiniz an, ya bir sanat eserinden haz duyduğunuz ya da bir sanat eseri ürettiğiniz andır."

Alp Kozanoğlu ve Ömer Çeşit, kitabın söyleşiler bittikten sonraki kısmına "arda kalanlar" ismini koymuş. Burada "Büyük Engizisyoncu", "Estetiğin Ruhu", "Var Olmak Üzerine", "Hakkâri'de Bir Mevsim, Anayurt Oteli'nde Bir Gün", "Godot'yu Beklerken Geçen Hayatlarımız", "Doktor Jivago ve Homo Sovieticus" başlıklı, lezzetli kısa denemeler mevcut. Bu denemeler arasından Çeşit'in yazdığı Var Olmak Üzerine'de şu cümlelerin yanına bir yıldız koymuştum: "Esasen notaların arasında uyumsuzluktan başka bir şey yok. Biz veririz anlamı, anlamsızlığa. Şiirler okuruz bazen. Bazen şiirleri söyleriz yalnızca. Kitapların sayfaları gibi biriktirdiğimizi zannederiz sevgimizi de. Koleksiyonunu yaptığımız kendimizden başkası değildir aslında."

Çok kıymetli bir kitap olarak hafızalarda kalacak -ve böylece bir şeyleri öyle veya böyle tamamlayacak- Eksik Olan'la ilgili yazımı, bir zaman evvel söylediklerimi tekrar ederek bitirmek istedim: İnsan eksiktir ve bu eksiklik müthiş bir imkândır. Eksiklik yolda tamamlanır. Kendi kıymetini bilmek için daima yolda olmalıdır insan. Çünkü sadece yolda 'ol'unur, yalnız yoldayken 'olma'ya çalışılır. Y/ol mucizedir, insan gibi.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

1 yorum:

  1. "Evet, bir şeyler eksik ama korkma sevgili okur, bir şeyler hep eksik olacak zaten. Biz, hepimiz, bu eksileri hep doldurmayla çalışacağız. Hayatın tadı da burada değil mi zaten?"
    "İnsan eksiktir ve bu eksiklik müthiş bir imkândır. Eksiklik yolda tamamlanır. Kendi kıymetini bilmek için daima yolda olmalıdır insan. Çünkü sadece yolda 'ol'unur, yalnız yoldayken 'olma'ya çalışılır. Y/ol mucizedir, insan gibi."
    Bir kitap bu kadar güzel mi anlatılır, Teşekkürler Yağız Gönüler, yorulmadan hep 'yol'da olacaklarına inandığım genç arkadaşlar Alp Kozanoğlu ve Ömer Çeşit'e selam olsun.




    YanıtlaSil