SAYFALAR

4 Temmuz 2018 Çarşamba

Düşüncede devamlılık sorunu

Peygamberler ve filozoflar arasındaki temel fark nedir biliyor musunuz? Peygamberler kendinden önceki peygamberleri tasdik eder ve tebliğlerini devam ettirir. Oysa filozoflar kendinden önceki filozofları reddederek veya eleştirerek ortaya yeni fikirler koyma yoluyla var olurlar.”. Bir konferansta bu cümleleri aktaran ilahiyatçı savını haklı çıkarmak için düz mantık kurmuştu ve daha önemlisi sapla samanı karıştırdığının farkında değildi. Amacının ilahi olanı yüceltmek (ve zımnen insani olanı yermek) olduğu su götürmez bir gerçekti fakat bu sözleriyle ilahi olan vahiy ile insanî olan felsefeyi birbirine eşitlemekle kalmıyor peygamberliği de filozofluğa indirgiyordu. İlahi kaynaklı iki şeyin birbirini eleştirmesi ve/veya tekzip etmesi düşünülemez. Oysa insani bir alan olan felsefe birbiriyle mücadele eden fikirlerin çatışma sahasıdır ve bu gerilim düşüncenin gelişiminin en önemli motor gücüdür. Benim burada dikkat çekmek istediğim nokta ise biraz daha farklı. Peygamberlerin birbirini tasdik etmesi dinsel karşılığının dışında önceki düşüncenin ardılı tarafından takip edilmesi anlamına da gelir. Düşüncenin gelişmesini sağlayan bu özelliği, düşüncede devamlılığın organik bir bileşeni olan İslami düşünce sahasında değil de birbirini kıyasıya eleştiren felsefe alanında görüyoruz. Bu yönüyle düşüncede devamlılık Batı felsefesinin en belirgin özelliklerinden biri hâline gelmiştir. Batılı herhangi bir düşünürün hayatına baktığımızda kendinden önceki düşünürleri/düşünceleri ister reddetsin ister kabul etsin devamlılığı sağlayıcı bir düşünce ya da bilimsel kültür anlayışıyla hareket ettiğini görürüz. İslam’a baktığımızda ise dinin sabiteleri (ilkeleri) vardır ve mantıksal olarak bu sabitelerin (ilkelerin) bağlayıcılığı sayesinde (dini) düşüncede devamlılık zorunlu hâle gelir. Oysa Müslüman toplumların tarihine baktığımızda sabitelere rağmen düşünce üretiminde devamlılığın olmadığını, aksine dindeki sabitelerin düşüncenin de sabitlenmesinde kullanıldığını görüyoruz.

Düşüncede devamlılık İslam dininin içkin bir özelliği iken Müslümanlar tüm gayretlerini farklı düşüneni ayrıştırmak ve düşünceyi donuklaştırmak için kullanmıştır. Farklı dönemlerde ortaya çıkan özgün ve nitelikli çalışmalar büyük fedakârlıklar gerektiren bireysel çabaların neticesinde elde edilmiştir. Bu çabanın en bilindik örneklerinden birisi geçtiğimiz günlerde ebediyete intikal eden Fuad Sezgin (1925-2018) diyebiliriz. Fuad Sezgin’in vefatı düşüncede donuklaşmaya meyyal yapımızı tekrar ortaya koydu. Hocanın hayatı magazinelleştirilerek servis edildi ve her olayda olduğu gibi cenazesi bir hesaplaşma alanına dönüştü. İnsanımız yine hiç tereddüt etmeden iddia ve savunma makamına oturdu. Küçümseyenlerin müzmin aşağılık kompleksinin yanında aşırı yüceltenlerin kaymış şirazelerine tanık olduk. Konuya yirmi yedi dil bildiğinden girip, günde on yedi saat çalıştığından dem vurup, darbeciler tarafından yurt dışına gitmeye mecbur bırakılmasından çıktık ve her şeyi unuttuk. Elbette oryantalist oluşuyla da yetinmedik ve çalışmalarını İslam bilimi romantizmi sosuyla sunduğunu iddia ettik. Fuad Sezgin’in çalışmaları üzerinden kuru kuruya övünenlere fetişist tarih kutsayıcıları sayesinde alışkındık. İlginç bir model olarak “hocanın şahsi kütüphanesi” yaygarası koparanlara da şahit olduk. Hocanın bilimsel anlayışının ve çalışma disiplinin mi yoksa Alman makamlarının sınır dışına çıkışına izin vermediği kitaplığının mı daha önemli olduğuna karar veremedik. Yarım kalan çalışmalarının akıbeti nostaljik bir anlatıya dönüştü. Çalışma masasındaki kitaplar ve bitmemiş yazıları… Elde kalan en dişe dokunur şey Fuad Sezgin’e yıllar sonra yapılan iade-i itibardı sanırım. O da siyasi malzeme oldu.

İslam düşünce tarihine baktığımızda onlarca Fuad Sezgin’le karşılaşırız. Kendi çabasıyla bir şeyler başarmış ve fakat vefatlarının ardından çalışmaları akamete uğramış, düşünceleri atıl kalmış onlarca bilim insanı. Elimize bir Batı felsefe tarihi kitabı aldığımızda felsefe ve/veya bilim insanlarının tespih taneleri gibi birbiri ardına dizildiğini görürüz. Aynı dizgede buluşmaları için aynı düşünceye sahip olmaları da gerekmez. Bayrağı alan yoluna devam eder. Bu görüntü ilerlemenin oluşması için gerekli olan düşünsel düzeyi ve gelişmiş bilimsel anlayışı işaret eder. Bizde oluşan anlayış ise unutturmaya meyyal bir ötekileştirme şeklinde oluşmuştur. Düşünceye engel vurmak için illa tekfir mekanizmasının çalıştırılmasına veya sapkın, mülhit ya da mürtet ilan edilmesine gerek yoktur. Sorumluluk almaktan kaçan anlayışın ürettiği kültür kendi içinde düşünceye bir mesafe koymayı başarmıştır. Dolayısıyla sorumluluk alan, düşünen, çile çeken, fedakârlıkta bulunan her bir ilim insanımızın açtığı fikri yol vefatlarıyla tıkanmış, hatalarından arındırılarak geliştirmeye yönelik bir ekol ortaya çıkmamıştır. Hâliyle devamlılık arz eden bir düşünce anlayışı oluşmamış, varsa bile hayata etki etmeyecek derecede cılız ve verimsiz kalmıştır.

Fuad Sezgin, düşüncede devamlılığın ne kadar önemli olduğunu Buhari’nin Kaynakları adlı eserinde bizlere tekrar gösteriyor. Otto Yayınları etiketini taşıyan dört yüz sayfalık eser doktora tezi olarak ilk defa 1956 yılında yayınlanmış. İçeriği bugün bile tam olarak anlaşılamamış ya da sindirilememişken yazıldığı dönem düşünüldüğünde Fuad Sezgin’in ufkuna hayran olmamak elde değil. Zaten sonraki yıllarda yaptığı işler kendisinin bu özelliğini kanıtlıyor. Dört bölümden oluşan kitabın “Hadislerin İlk Yazılı Kaynakları” başlığını taşıyan ilk bölümünde hadislerin ilk defa toplanışı, tasnif edilişi ve yazılışı ele alınıyor. Dönemin ilmi atmosferini de ortaya koyan Fuad Sezgin bu ‘tedvin’ çalışmalarını Buhari’nin (810-870) kaynaklarını oluşturması bağlamında değerlendiriyor. “Buhari’nin Kur’an Tefsiri ve Kaynakları” adlı ikinci bölüm var olan tefsir çalışmalarının Buhari’nin hadis çalışmalarına yaptığı katkısı filolojik yönüyle irdeleniyor. Hadislerin filolojik yönden araştırılması yöntemini ilk defa uygulamanın zorluğu üzerinde duran Sezgin, başarılı olunması halinde ilk dönem muhaddisler ve filologlar arasındaki ilişkinin de ortaya konabileceğini belirtiyor. “El-Cami’u’ş-Şahih’in Rivayetleri” başlıklı üçüncü bölümde Buhari’nin çalışmalarında yer alan rivayetlerin durumu analiz ediliyor ve rivayetler arasındaki uyumsuzlukların nedenleri üzerinde duruluyor. Kitabın neredeyse yarısını oluşturan “Lahikalar” isimli dördüncü bölümün ilk kısmında Buhari’nin aktardığı rivayetlerin kaynakları şematik olarak sunuluyor. Ayrıca Lahikalar bölümünün ikinci kısmında Buhari’nin hadis çalışmasıyla İmam Malik’in (711-795) hadis çalışması arasındaki müşterek yerler, üçüncü ve dördüncü kısımda ise Buhari’nin çalışmasında yer verdiği iki tefsirden (Arapça) alıntılar yer alıyor.

Tarihsel açıdan ele alındığında, hadislerin yazılı hâle getirilmeden önce şifahi olarak aktarılması ve yazılı hâle getirildikten sonra da eserlerin içeriğinin anlam bakımından sıhhati ve tutarlılığı yerine salt aktarılış şekline (ravi zincirine) yönelik sıhhat arayışı birçok sorunu da beraberinde getirdiği görülür. Basit bir tertip ve sözlü yöntemle aktarılan rivayetlerin Hicri ikinci asırdan itibaren yazılı hâle getirildiği gerçeği halının altına süpürülen sorunların üzerinde durulmayan sebeplerinden birisidir. Oysa sağlıklı bir netice almak için eserin yazıldığı dönem ve içerikteki etkileşimler yazarın durumu da göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Yani eldeki (sözlü/yazılı) malzemeler arasında konjonktürel bir bağ kurulmalıdır. Fuad Sezgin tam olarak bunu yapmaya çalışıyor fakat bunu yaparken bir noktanın altını çiziyor. Hadis konusuna vakıf olanların bildiği üzere, Buhari’nin yöntemi İslam beldelerini dolaşarak rivayetleri şifahi olarak topladığı ve tasnif ettiği yönündedir. Fuad Sezgin bu durumu göz ardı etmemekle birlikte Buhari’nin faydalandığı metinlerin de olduğunu ve bunun yüksek sesle söylenmediğini belirtiyor. Buhari’nin farklı metinlerden yaptığı alıntıların o dönem için yazılı kaynakların olduğunun kanıtı olduğunu söyleyen Fuad Sezgin, çalışmasının bu meseleyi tam ve son şeklini vermekten ziyade meselenin ortaya çıkış şeklini arayan bir deneme olarak tanımlıyor. Alanın oldukça bakir olduğunu belirten yazar, çalışmanın yeni bulgularla geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor. Çalışmada kullanılan döneme ait kayıtlı verilerin eldeki malzemeyle (rivayetlerle) karşılaştırmalı okunması yöntemi ilahiyat alanında önemli bir açılım sunuyor diyebiliriz.

Eserinde Buhari’nin hadis yöntemini masaya yatıran Fuad Sezgin, onun kullandığı kaynakları/metinleri filolojik açıdan ve karşılaştırmalı olarak değerlendirerek ortaya çıkan metnin hangi ortamda nasıl meydana geldiğini belirlemeye çalışıyor. Kitabın kaynakçasında baktığımızda yararlanılan isimlerin büyük çoğunluğunun İslam âlimi olması yazara karşı oryantalist yakıştırmasının bir ezber ürünü olduğunu gösteriyor. Fuad Sezgin bu çalışmasıyla Müslümanların esaslı bir sorununun üzerine eğilerek Buhari özelinde diğer muhaddislerin de benzer bir yöntemle ele alınabileceğini gösteriyor. Eserin akademik bir çalışma olmasının neden olduğu aşırı detaylı yapısı, uzun dipnotlar ve tekrarlar okuma açısından yorucu olabiliyor. Ayrıca ilahiyat alanında çalışanların dışında konuya ilgi duymayan ve literatüre yabancı olanların çok fazla verim alamayacağını söylemek gerekiyor. Fakat bu handikaplar eserin önemini kesinlikle ortadan kaldırmıyor. Zira kitapta ele alınan konular İslami düşünceyi sadece akademik ya da felsefi anlamda ilgilendirmiyor, Müslümanların din algısını ve günlük yaşamını şekillendiren (sosyo-kültürel) anlayışın kodlarına dair açıklayıcı bir sorgulama içeriyor.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder