SAYFALAR

27 Haziran 2018 Çarşamba

Okumamaya övgü!

Zaman zaman ‘okunmadan hakkında konuşulan kitaplar’ diye listelere rastlarız. Bu listelere dair serzenişler, köklü bir sorunumuz olarak sunulan ‘bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak’ tabirinin ötesinde bir duruma işaret eder. Öyle ki, okumadığı kitap hakkında konuşabilen birisi bırakın bilgiden yoksun fikir sahibi olmayı, en baştan bilmediği şey hakkında ahkâm kesebilmek gibi bir cüreti gösterebilmiştir. Hüküm son kertedir ve verilebilmesi için tamamlanması gereken süreç vardır. Üst perdeden yapılan bu eleştiri (ya da tespit) meseleyi içerik açısından değil biçim açısından ele alır. Oysa kitabın içeriğiyle onu okumadan hakkında yapılan konuşmanın içeriğinin örtüşmeme ihtimali olduğu kadar örtüşebilme ihtimali de vardır ve bu durum atlanır. Usül/esas meselesi hukuki terminolojide aranılan bir yöntem olabilir fakat hukuk dışı bir konuda, örneğin kitaplar hakkında yapılan yorumlarda aynı kesinlik aranmalı mıdır? Bir kitap hakkında konuşmak için o kitabın okunması şart mıdır? Soruyu biraz daha netleştirirsek, insanlar okumadıkları kitaplar hakkında konuşabilir mi? Pierre Bayard’ın "Okumadığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz?" adlı eseri tam olarak bu sorunun cevabını arıyor. Everest Yayınları tarafından neşredilen kitabın çevirisi Aysel Bora tarafından yapılmış. İki yüz yirmi sayfalık çalışma giriş ve sonsöz haricinde üç bölümden oluşuyor. "Okumanın Yolları" başlıklı ilk bölümde 'belli başlı okuma türleri'ni ele alan yazar, "Söylem Durumları" adını taşıyan ikinci bölümde bazı kitapları “okumadığımız halde konuşmak zorunda kalabileceğimiz durumların analizi”ni yapıyor. P. Bayard’ın en önemli kısım dediği "Benimsenecek Yollar" başlıklı üçüncü bölümde ise “kişinin okuma eylemi üzerinde derinlemesine düşünmesini sağlayacak öğütler” yer alıyor.

Pierre Bayard, insanın hangi sebeplerle okumadığı kitaplar hakkında konuşmak zorunda kaldığını ortaya koymaya çalışıyor. Kitabın hemen ilk sayfalarında kendinden örnek veren yazar, üniversitede ders verirken zaman zaman okumadığı kitaplar hakkında konuştuğunu (konuşmak durumunda kaldığını) ama bunun bazı sakıncalarının bulunduğunu belirtiyor. Dinleyiciler arasında okumadan hakkında konuştuğu kitabı okuyan birinin çıkması ve müdahale etmesi her an için bir tehlike oluşturmaktadır. Bunun yanında, konuşmanın kitabın içeriğinden bağımsız (ya da farklı) olma ihtimali dinleyicileri yanlış bilgilendireceğinden gerçekten uzaklaşılmasına neden olacaktır. İnsanın okumadığı bir kitabı okuduğu yalanını söylemesi en başta kendisi açısından zordur. Bu yalan açığa çıkmasa bile içten içe bir mahcubiyet veya suçluluk hissi doğurur. Pierre Bayard bu zor durumla ilişkilendirerek yazdığı kitabın amacını, “insanın okumadığı kitabı okumuş gibi yaptığında bilinçaltında oluşan suçluluk duygusunu hafifletmeye çalışmak” olarak belirtiyor. Kişi kitabı baştan sona okumamış olabilir fakat göz atma, benzer veya aynı mantığa sahip kitaplarla kıyaslama ya da okuyanların yorumlarından faydalanma gibi yöntemleri kullanarak kitabın içeriğiyle örtüşen bir sonuç çıkarabilir.

Yazara göre okuma gibi okumama da bir tabu alanıdır ve delinmesi pek mümkün olmayan bir takım yasaklar barındırır. Okumamaya övgü dizilmesi veya kutsal olarak addedilen okumanın olumsuz olarak eleştirilmesi (yerilmesi) bu yasakların delinmesi anlamına gelir. Okumamak genel anlamda kültürsüzlük, cahillik olarak adlandırılır fakat büyük çoğunluğun kabul ettiği bu yasağı delen bazı yazarlara göre okumadan yapılan eleştiriler isabetli olanlarıdır. Böylesi bir eleştiri için kitaba birkaç dakikalık bir göz gezdirme yeterlidir. Kitabı baştan sona okuyarak yapılan eleştiri ise metinde anlatılanlardan bağımsız bir hâl alacaktır. Çünkü kitabı tümüyle okuyan kişi yaptığı eleştirisinde yazarın beyanlarını değil öznel görüşlerini belirtir. Dolayısıyla böyle bir eleştiri otobiyografik bir görünüme bürünecektir. Bu bağlamda Bayard, bir eserin yazarından bağımsız değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini örneklerle sorguluyor.

Pierre Bayard bazı yazarlara atıfta bulunurken birçok kitaptan da alıntı yapıyor. Alıntıların birinde en iyi okumama yönteminin kütüphanecilerin kullandığı herhangi bir kitabın kapağını açmamak olduğu belirtiliyor. Kitap kataloğu dışında sayfa çevirmeyen kütüphaneciler bu sayede kitaplar hakkında çok daha fazla ve net bilgiye sahiptir. Kütüphanecinin kitaplardan uzak durması kitap sevgisinden kaynaklanmaktadır. Buradaki asıl önemli konu, okumadan bir kitap hakkında konuşabilmek için yeterli bir kültürel kazanımın oluşup oluşmayacağıdır. Bunun mümkün olacağını söyleyen P. Bayard’a göre “Kültürlü olmak şu ya da bu kitabı okumuş olmak değil, kitapların bütünlüğü içinde kendini bir yere konumlandırmasını bilmektir, yani onların bir bütün oluşturduğunu bilmek ve her unsuru ötekilerle olan ilişkisine göre bir yere yerleştirebilecek durumda olmaktır.”. Bu bağlamda kültürlü bir insan kitabın içeriğinden haberdar olmasa bile konumunu tayin edebildiği için hakkında rahatlıkla konuşabilir. Bu eğilimin ileri seviyesi ilk görüşte kitabı tanımaktır. Kitapları 'genel görüş' sahibi kültürlü insanlar tanıyabilir. Kültürlü insan kitap ismi, kapaktaki imge, seçilen renk, kalınlık ve yazar gibi verilerden kitabı asli konumuna yerleştirebilme yetkinliğine sahip kişidir. Bu kişinin okumaması bir farkındalık durumudur ve dolayısıyla bilinçli okumamadır.

Pierre Bayard, bir kitaba göz atarak veya başkalarının yorumlarından yola çıkarak o kitap hakkında konuşmanın mümkün olup olamayacağını sorguluyor. Ona göre “kültürlü olmak kendini bir kitabın içinde süratle bir yere yerleştirebilmektir ve bu konumlanma kitabı baştan sona okumayı gerektirmez.”. Kitaba dair bir şeyler söylemek için bir kitabı baştan sona okumak yerine göz atmak ya da başkalarının yorumlarını dikkate almak yeterlidir. Bunun yanında herkes tarafından bilinen kitaplar üzerine konuşmak zaten doğal bir şeydir. Diğer taraftan insanlar kültürsüz olarak görünmemek için okumadıkları kitapları okuduklarını söyleyebilmektedir. Söz konusu kültür anlayışı ‘okunması gereken kitaplar’ listesi oluşturmuştur. Hayatın akışı içinde bu kitapların okunmadığının itiraf edilemediği ortamlar olmaktadır. Bu duruma düşen birisi farklı bağlamlardan kitap hakkında edindiği bilgilerden faydalanarak o kitabı okumuş gibi davranabilir. Bu davranışın sebebi kültürsüz ya da cahil görünmek istememe veya itibar/statü kaybı korkusudur. Pierre Bayard bu anlayışa karşı “her kitabı ya da yazarı bilmek zorunda mıyız?” diye soruyor. Herhangi bir kitap okunmuş bile olsa çıkarım üzerinde bir konsensüs sağlanamayabilir ve/veya yorumların bir kesinliği bulunamayabilir. Bunun da ötesinde kültürel farklılıkların yol açtığı ‘mesafe’ toplumların aynı metin üzerinde ortak bir söylence veya anlayış oluşturmasına engel olmaktadır. P. Bayard bu farklığı doğuran şeyi “iç kitap” olarak tanımlıyor. İç kitap, “okuyucu ve ile yazılı her yeni şey arasına giren ve okumayı o farkında olmadan şekillendiren kolektif ya da bireysel mitik temsiller bütünüdür.”. Bu bağlamda okunan şeye anlamını veren kişinin anlam dünyasının oluşmasında etkili olan sosyal ve kültürel şeylerin tümüdür. İç kitap bireysel olabildiği gibi toplumu kapsayacak şekilde kolektif hâlde de bulunur.

Genel kanının okumamayı cahillik olarak algıladığını söyleyen yazar bunun tam tersinin de söz konusu olabileceğini öne sürüyor. Örneğin aşırı okumak insanı yazara/kitaba bağımlı hâle getirir ve özgün fikir üretimini engeller. Bu durumun cahillik ile çok bir farkı yoktur. Diğer taraftan çok dikkatli okuma yaparak elde edilen sonuçlar hatalı olacaktır. Özellikle akademik okumalar metni farklı açılardan değerlendirmeye maruz bıraktığından eseri bağlamından çıkarır. Bu nedenle metnin söylediğinin daha net anlaşılabilmesi için yazar, metin ve okurun birbirinden bağımsız ele alınması üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Dikkatli bir okurun metne dair anladığı veya söylediği yazarın düşündüğü veya anlattığıyla aynı değildir.

Pierre Bayard bir kitabı okumadan anlama ihtimali üzerinde duruyor. Buna göre aynı mantığa sahip iki kitaptan bilinmeyeni bilenene kıyaslayarak yapılan okuma faydalı olacaktır. Çünkü hiç bir kitap kendisiyle sınırlı değildir ve her biri birbirinin devamı olduğundan bir bütünün parçalarıdır. Bilinen kitaplardan hareketle birbirinin devamı niteliğindeki kitaplar arasındaki ilişki ağını kurabilmek bir kitabı okumadan da anlamayı sağlar. Yazar bu aşamada Sigmund Freud’dan (1856-1939) aldığı “perde-hatıralar” (gerçeğin üzerini örtmek için yaşanmış gibi aktarılan yalancı hatıralar) kavramını “perde-kitaplar” şeklinde yeniden yorumluyor. Perde-kitaplar geçmişte okunan kitaplardan hareketle okunmamış kitaplar hakkında konuşabilmek için kullanılır. Bu durum bir anlamda yalancı okuma anılarıdır. Kitaptaki en ilginç bölümlerden birisi okuma ile unutmanın eşsüremli gerçekleşmesi üzerine yazılanlar diyebilirim. Öyle ki okur, yazarın yazdıklarını okuduğu anda unutmaya başlar ve kendi hatıralarını (düşüncelerini) harekete geçirerek ortaya başka bir anlam çıkarır. Aynı metni farklı zamanlarda okumak da benzer bir durumla sonuçlanır ve farklı tarihlerde farklı anlamlar oluşmuş olur. Bu hâliyle okuma kişilik bölünmesine dönüşebilen bir süreçtir.

Yazar ana fikir olarak bir kitap hakkında konuşmak için o kitabı okumanın şart olmadığını iddia ediyor fakat öyle ulu orta konuşulamayacağını da bilmek gerektiğini vurguluyor. Örneğin kitabı konumlandırma yetisi kazanmış kültürlü insanlar okumadıkları kitaplar hakkında konuşabilir. Bu tür insanların yetiştirilmesi için ise ezbere dayalı eğitim ve kutsanmış metin anlayışından kurtulmak gerekmektedir. Ancak bu sayede özgün ve sanatsal eserler, anlamlı yorumlar ortaya çıkabilir. Okumak kadar okumamayı da sanat olarak tanımlayan yazar birçok düşünceyi ters yüz ediyor. Edebiyat alanındaki eleştiri konusunda söyledikleri de oldukça önemli. Eleştirmenlerin çoğunun kitabı okumak yerine hamasi ve çatışmacı dili seçerek dikkat çektiklerini ve isim yaptıklarını belirten Bayard, bir sanat olarak telakki ettiği eleştirinin nasıl yapılması gerektiğine dair düşüncelerini sıralıyor. Okumadığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz?; okur-kitap temalı eserlerde gördüğümüz okumaya övgü anlayışının dışında, zihni kurcalayan aykırı bir kitap. Sonuç olarak şunu söylemeliyim ki, paradoksal içeriği bir yana, bir kitap hakkında konuşmanın en iyi yolunun onu okumaktan geçtiğini gösteriyor olması oldukça manidar.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder