SAYFALAR

4 Aralık 2017 Pazartesi

Hayal perdesi daima açık bir halk bilimci

İnsanları tanımak ve onların yaşam öykülerinden hareketle kendimizle yüzleşmek… Biyografi ya da otobiyografi kitapları okurken kişi aslında hiç farkına varmadan uzun bir yolculuğa çıkar. Hem mekân hem de zaman değişir birdenbire. Dünyaya; hayatını seyre daldığımız kişinin gözleriyle bakar; yaşadıklarını kalbiyle duyumsarız. İşte bir yolculuk bileti daha… Ülkenin siyasi çalkantılarla boğuştuğu bir dönemde bilim yapma uğraşında olan ve adı ülke sınırlarını aşmış bir halk bilimcinin hayatına, İlhan Başgöz’ün yaşamına kesilmiş bir bilet var şimdi elimizde...

Sivas’ın Gemerek ilçesinde, cumhuriyetin ilan edildiği yılda 1923’te doğan İlhan Başgöz, hayatının mihenk taşlarını, akademi öyküsünü, düşün dünyasını etkilemiş olayları ve kişileri zarif üslubuyla sunuyor okuyucularına. Gemerek Nire Bloomington Nire, yazarın çocukluk ve gençlik anılarıyla açıyor perdesini. Eserin her bölümüne sinen genç cumhuriyetin eşsiz kokusunu neredeyse tüm cümlelerde buram buram duyumsuyorsunuz.

Halk bilim(folklor) bizde ilk defa Ziya Gökalp, Ziya Paşa, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Fuat Köprülü tarafından tanımlanmaya ve tanıtılmaya başlandı. Halkın, her türlü ananevi kültürünü, geleneklerini, inançlarını ve ritüellerini araştıran folklor, DTCF’de Pertev Naili Boratav’ın açmış olduğu kürsüde ilk defa akademi dünyasına girdi. Boratav’ın ve Wolfram Eberhard’ın öğrencisi olan İlhan Başgöz; Nasreddin Hoca, Köroğlu, saz şairleri ve bilmeceler gibi önemli alanlarda çalışmalar yaptı. Yapmış olduğu tüm bu çalışmaları ve edindiği geniş bilgi birikimini, hayat hikâyesini okurken de görmek mümkün. Halk mimarisi, çocuk oyunları, masallar, saz şairleri kitapta karşımıza çıkan kimi folklor ögeleri arasında yer alıyor.

İlhan Başgöz, halk kültürüne olan ilgisinin küçükken Gül Nene’den dinlediği masallarla başladığını belirtiyor. Indiana Üniversitesi Folklor Bölüm Başkanı Richard Dorson ile bu masalları paylaştığı ve Rose Anny adıyla bu masalların yayımlandığı bilgisini de öğreniyoruz. Halil İnalcık onun için: “Boratav’ın açtığı değerli folklor araştırmaları çığırını yürütüyor.” demiştir.

Başgöz’ün satılarında; Mustafa Kemal Atatürk’ün Sivas’ı ziyaret ettiği günü büyük bir özlem içerisinde okuyoruz. Yazar, Atatürk’ün Sivas Lisesi’ne girişi sırasında kendisi için özel olarak serilen kırmızı halıdan yürümek yerine; taşların üzerinden geçtiğini ve sınıfa Sabiha Gökçen’in ardından girdiğini yazıyor. Cumhuriyetin; büyük bir savaşın ardından muazzam bir eğitim hamlesine giriştiğini aktaran Başgöz, kendisinin de cumhuriyet sayesinde okuyabildiğini belirtiyor. Lisedeki öğretmenlerinden Şükrü Elçin ve Necdet Sancar ile ilgili anılarını okurken okuyucularını gülümsetmeyi de ihmal etmiyor.

Başgöz; Ahmet Yesevî ile ilgili Türkmenistan’da katıldığı bir toplantıda, Türkiye’yi temsilen gelenlerin konuşmaları sırasında kendisinin adını bile duymadığı kimi şeyhlerden övgüyle söz ettiklerini ancak Atatürk’ün adını hiç anmadıklarını belirtiyor. Sonunda dayanamayıp oradakilere şu sözleri söylüyor: “Hepinizin gururla söz ettiğiniz bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kanla ve ateşle kurulmasında, büyük bir liderin rolü vardır. Adı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Birbirinizle anlaşmış gibi bu büyük adamın adını bile anmadınız. Onu atlayarak cumhuriyetimizle Orta Asya Türklüğü arasında bir bağ kuramazsınız, bu zincir kopuk kalır. Ben bunun nedenini öğrenmek istiyorum. Lütfen biriniz izah edebilir misiniz?”. Bu sözlerden sonra kimseden bir ses çıkmaz.

Amerika, Sovyetler, İran, Azerbaycan ve nihayet Türkiye’ye yeniden dönüş… Ülkesine döndükten sonra Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde ders vermeye başlaması ve Van’da herkesin “Hoca, Amerika’dan gelmiş.” diyerek başladıkları cümleleri ve yaşadığı olayları keyifli bir dille sunuyor okuyucularına.

Yaşar Kemal’in vefatının ardından yazmış olduğu yazıyı ve Yaşar Kemal’in Başgöz’e 1972 senesinde gönderdiği mektubu da kitabın son sayfalarında büyük bir edebi yolculuğa çıkarak iki dostun arasındaki samimi ifadeler eşliğinde okuma imkânına sahip oluyoruz. Başgöz, eserini Can Yücel, Kemal Tahir, Aziz Nesin başta olmak üzere birçok dostuyla ilgili ilginç anılarla ve anekdotlarla tamamlıyor.

Başgöz, otobiyografisini yazarken Yunus Emre’nin dediği gibi “Bir ben vardır bende benden içeri.” dizelerini anımsadığını belirtiyor ve cümlelerini yazanın içindeki gizli bir ben olduğunu dile getiriyor… Hayal perdesi kapanırken okuyucusuna, hazan mevsiminin sadece tarlalara değil kendi hayatına da uğradığı söylüyor ve Karagöz’ün vedası ile ayrılıyor sahneden: “Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola, bir dahaki oyunda yakanız elime geçerse vay halinize vay! Ustamızın adı Hıdır, elimizden gelen budur.

Yolculuğun sonunda kim bilir belki de bir kez daha gitmek istersiniz Başgöz ile yaşadığı mekânlara… İşte o anda Gemerek ile Bloomington arasındaki mesafeyi yakınlaştırır ve hayal perdesini ömür perdeniz kapanmadan asla kapamamaya ant içersiniz...

Ömer Ünal
omerunalturkce87@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder