SAYFALAR

13 Ağustos 2017 Pazar

Kalbin akletmesinde tasavvufun yeri

Kıbleyi Kaybettiren Dönüşüm, Dünyaya Müslümanca Bakmak, Modern Dünyada Müslümanlar, Nehri Geçerken, Sabra Davet Eden Hakikat ve Yeni Bir Anlam Arayışı. Bir yazarın yalnız kitap isimleri bile onun hassasiyetlerini, dertlerini ve tekliflerini bizlere beyan edebilir. Abdurrahman Arslan, düşünce dünyamızda tavır ve titizlik dendiğinde bendeniz için hep nev-i şahsına münhasır bir isimdir. Beyan Yayınları'nca neşredilen son kitabı da yine bir düşünce silsilesinin ürünüdür: Kalbin Akletmesi.

Düşüncenin, özellikle de İslâm düşüncesinin kritik noktalarına temas ede ede, soru-cevap şeklinde ilerliyor kitap. Düşüncenin üç tipini tanımlayarak başlıyor: Tezekkür, tefekkür, teamül. Bu üç tip aynı zamanda "bizim" düşünce faaliyetimizin temel kavramları. Aklın bir faaliyeti olan düşüncenin nihayetinde bilgiye ulaşılıyor. Yani bilgi, düşünce faaliyetinin bir mahsulü. Her bir düşünce faaliyetinden ayrı bir bilgi çıkıyor. Bu durumda bilginin biricikliği de söz konusu. Dolayısıyla tarafsız bilgi diye bir şey de olmuyor. Abdurrahman hocaya göre her bilgi çeşidinin üç önemli niteliği var: Birincisi, bilginin kendisine referans aldığı kaynak. İkincisi, bilginin üretilme sürecinde kullanılan usul. Üçüncüsüyse bilginin amacı. Tarafsız olması mümkün olmayan bilgi, aynı zamanda masum da değildir. "Her bilgi faaliyeti ister vahye inansın, ister başka bir şeye inansın, kime/neye inanırsa inansın mutlaka iman dediğimiz bir ön kabulden hareket ederek cereyan eder" diyor Arslan. Muhakkak bir amacı ve hedefi vardır bilginin, olmalıdır. O hedefe ulaşana kadar da süreci devam eder. Düşünceden bilgiye doğru uzanan yol, zihnin en asil eylemi hiç şüphesiz. Ancak ne yazık ki "Hayatı kuran bilgi artık o hakikat kaynağından büyük oranda kopmuştur. Kopmasa bile kirlenmiştir."

Bu kopuk-kirli bilgi havuzu ve sürekli maruz kalınan bilgi akışı içinde âlimle entelektüel arasındaki farkın önemi de ortaya çıkmış oluyor. "Âlimi entelektüelden ayıran hususlardan birisi de sadece bilgi biçimi değil, aynı zamanda onun bilgiyle hayatı arasında kurmuş olduğu o kopmaz bağdır." diyen Arslan'ın bu bağa dair 'şifre çözücü filtresi' şöyle: "Entelektüel söylediğiyle uygun yaşamak gibi bir zorunluluk ve sorumluluk taşımaz. Öyle bir sorumluluğu yoktur, sadece söyler. Kendi aklına güvenerek ürettiği bilgilerden birtakım çıkarımlar elde edilir. Bu nedenle biz entelektüelin bilgisiyle onun ameli arasında bir tutarlılık aramayız. Niye? Çünkü sebeplerden birisi de şudur: Entelektüellerin temsil ettiği bilgi biçimi zaten bilgiyle ahlakı peşinen ayırmıştır. Onun temsil ettiği bilgisinin ahlaklı olmak gibi bir kaygısı yoktur. Oysa öbür tarafta âlimin temsil ettiği bilginin ahlâklı olmak gibi bir derdi, tasası ve mesuliyeti vardır. Onun maksadı toplumun birinci dereceden ilerlemesi, kalkınması, zenginleşmesinden önce insanın kemale erdirilmesidir, iyi bir kul haline getirilmesidir. Bundan dolayı ahlaklı olmak zorundadır, çünkü adaleti savunmaktadır. Adaletse Allah'tan bağımsız düşünülecek bir şey değildir. Adaletin, nihayetinde kendisini amele döktüğü kalıp ahlakta gösterir kendini." [sf. 46]

Âlimin tarihsel bir kategori olmadığını ve bu sebeple de hocaların talebelerine daima "sultanın sarayında ve zenginlerin sofrasından uzak dur" öğüdü verdiklerini hatırlatıyor. İslâm düşüncesi, tasavvuf, modern dönemde tasavvuf, Gazzâlî, Mevlana, İslâm düşüncesinin batı düşüncesine etkisi, çağdaş İslâm düşüncesi ve Fazlur Rahman başlıklarından oluşan metinler boyunca Abdurrahman hoca kendi düşünce perspektifinden -ki bu perspektifin sınırlarını doğrudan İslâm düşüncesi çizer- sorulan soruları cevaplandırıyor. Onun bu 'gezgin' düşünce yapısında hikmetin dönüşümü, zihin kirliliğinden arınma, Helenistik düşüncenin kabulü, 'bizim' felsefi çabamız, sünnetin ihyası gibi birçok konu, okuyucuyu okurken yormadan ama düşünürken oldukça yoran bir biçim buluyor. Bu biçim hiç şüphesiz okuyucuyu yeni okumalar yapmaya zorlayan haysiyetli bir biçim. Aksinin hiçbir fayda teşkil etmeyeceği su götürmez bir gerçek.

Abdurrahman Arslan'ın tasavvufa bakışı, "günümüzdeki en mühim ihtiyaç" vurgusuyla değerlendirildiğinde daha da önemli bir yere oturuyor. Hoca, İslâm'ın kurumsallaşmaya başladığı dönemde ortaya çıkan tasavvuf yollarının şimdilerde 'geçmişe özlem' olarak yorumlanmaması gerektiğini belirtiyor. Hz. Peygamber dönemindeki iman-amel tutarlılığıyla günümüz mümini arasında derin bir boşluk olması, zühtün ve takvanın önemini yeniden ortaya çıkarıyor. İnsanın iç dünyasının düzenlenmesi gereksinimi yanında tasavvufun entelektüel dünyası da elbette insanları çekiyor. Hatta batıdaki tasavvufa merakı bu yönde de değerlendirebilmek lâzım. Diğer yandan hoca, Gazzâlî'nin entelektüel otobiyografisinin girişinde, hakikati arayan gruplarla olan temasını da hatırlatıyor: "Dalaletten kurtarıcı bir yol olarak tasavvufu önerir Gazzâlî. Onun tasavvufu, tasavvufun yöntemini, kurtarıcılığını ve sufileri açık biçimde ele almış olması kaydedilmesi gereken bir hususiyettir. Çünkü Gazzâlî'ye göre tasavvuf gerek kelamcılar, gerekse felasife tarafından müstakil bir disiplin olarak görülmemiştir. Sözgelimi, Farabi'de yoktur bu manada tasavvuf atfı. Fakat Gazzâlî tasavvufa atıf yapmakla kalmayıp, onu kurtarıcı bir disiplin olarak zikretmiştir." [sf. 77-78]

Tasavvufu Müslümanların entelektüel muhayyilesinde bir zirve olarak gören Arslan sözlerini şöyle sürdürüyor: "Ama aynı zamanda Allah'ın ahlâkı ile ahlâklı olmaktır. Bunun için de her daim Peygamber Efendimize dönmektir. Onda tecessüm eden ahlâkı, örnekliği yani sünneti hareket noktası kılmaktır... Şayet fıkıh insanın davranışlarının dışsal düzenlemesinin bir imkânıysa -ki öyledir- tasavvuf da o davranışların kalple olan ilişkilerinin bir bakıma düzenlenmesidir. İçsel bir düzenlemedir. Bunlar birbirlerini tamamlayan şeylerdir." [sf. 94-96]

Tasavvufun cemaat olmaklığımız noktasındaki önemine de değinen Arslan'ın kitaplarını okuyanlar bilirler ki hoca, Müslümanlığın en büyük gücünü, her manadaki en büyük gücünü bu cemaat olmaklıkta bulur. Öte yandan bu durumun siyasi ya da sosyal kavramlara indirgenmesini ve örnek olarak kullanılmasını da şiddetle reddeder. Mesela komün yaşamla cemaat yaşamı ya da cemaatle namaz kılmakla sosyalizmdeki sınıfsallaşma gibi.

"Akla dayanan bir toplumun yine akıl tarafından çıkartılan yeni akıl hastalıklarıyla karşı karşıyayız" diyor Abdurrahman Arslan. Tasavvuf burada akıl ve gönül ayrımı yapmadan, Müslüman'ı düşünce dünyasındaki merkez nokta olarak kalbi görmesiyle bizi asla, asıl olana, aslımıza davet ettiğini vurguluyor. Kalbin Akletmesi, bu anlamda da çok önemli bir kitap.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder