SAYFALAR

5 Nisan 2017 Çarşamba

Türk'ün nefreti Hakk'tan olur

Yılmaz Özakpınar hocanın "Kültür ve Medeniyet Üzerine Denemeler" kitabını (Ötüken Neşriyat) okuyorum. Neredeyse 20 yıl önce yazılmış bu kitapta ahiret yurduna kavuşmuş Mümtaz Turhan, Erol Güngör, Osman Turan gibi nice büyük ismin emekleri ve düşünce dünyalarıyla birlikte Türk milliyetçiliğinin coğrafyalar ve gönüller ötesi bir duruş, tavır olduğuna yine kani oldum. Üstelik bu görüşü sağlamlaştıran ispatlar ve fikir sistemleri, yeni pencereler, şüphe yok ki okuyanın farklı alanlarda araştırma yapmasına ve yeni fikirler geliştirmesine sebep oluyor. Sürekli büyüklerden bahsetmek veya onların özlü sözlerini paylaşmak bize hiçbir şey katmıyor. Bize, bilhassa da gençlere düşen onların fikirleri üzerinden yeni fikirler ve en önemlisi de çözümler üretmektir. Aksi halde o büyük isimler birer fani olarak tarihin tozlu raflarında kalıyor ki bu hepimizin üzerinde vebaldir ve hatta vefasızlıktır. Onları yâd ederken kurdukları temel üzerine inşa faaliyetinde bulunmazsak varlığımızı ne ile geliştirebiliriz?

İşte İskender Öksüz hoca da böyle mühim bir şahsiyet. Zaman zaman gazetelerin görüş sayfalarında meselelere tamamen Türkiye menfaatleri doğrultusunda ve geniş bakış açısıyla yazılar kaleme alıyor. Bu yazıların en güzel tarafları kolay okunabilir olması. Hoca bir profesör, lakin akademik dilin ağırlığından sıklıkla uzak fakat oldukça derinlikli bir şekilde yazıyor. Ağustos 2016'da Panama Yayıncılık tarafından neşredilen Türk'üm Özür Dilerim de bu tip yazılarından oluşuyor. 260 küsur sayfalık kitap, beş bölümden oluşuyor: 1) Millet: Bizim gözümüzle biz. 2) Türk'üm özür dilerim: Onların gözüyle biz. 3) Fikir savaşları - GONGO'lar: Onların gözüyle dünya. 4) Tek yol! Sapıtma rotası. 5) Kültür... ve çeşitleri.

Kitabının girişinde İskender Öksüz çok net bir biçimde yazdıklarının tarafsız olmadığını şu şekilde söylüyor: "Ben bir Türk milliyetçisiyim ve bu kimliğimle daima Türkiye'nin lehine olanları bulup çıkarmak, aleyhine olanları da teşhir etmek gayretinde oldum. İsterseniz son cümledeki "Türkiye" yerine "Türklük" de diyebilirsiniz ama birincinin yararına olan zaten ikincinin de yararınadır ve bunun tersi de doğrudur."

Adından da anlaşılacağı gibi, hocanın sık sık ironik dil kullandığı bir kitap Türk'üm Özür Dilerim. Mesela "Türkleri Türkiye'den kovmanın faydaları" başlıklı yazı, mizahın nasıl zekice ve hakikice kullanılacağına çok kuvvetli bir örnek. Hoca "Türkleri bu topraklardan sürüvermenin yolları"ndan bahsederken 'kazanılacakları' da şöyle anlatıyor: "Böylelikle o kadar problem birden çözülür ki... Kıbrıs diye bir mesele kalmaz; dünya da biz de rahat ederiz. Avrupa Birliği'ne girmek de bir hamlede hallolur. Hatta bakarsınız Avrupa Birliği bize girer. Ermenistan sınırı açıldıydı, kapandıydı da biter. Karabağ umurumuzda olmaz. Sahi belki "ben Türk'üm" diyenleri Azerbaycan'a yollarız. Oradakiler kendilerine Türk diyor ya. Biz de birkaç yıl sonra topuna birden "Azeri" deriz. Bu fantezi tabii.  (İnşallah öyledir.) Fakat o kadar fantezi olmayan bir yol daha var. Eğer Türkiye'de yaşayanların aslında otuz kırk etnik gruptan ibaret olduğuna, bir milletten bahsedilemeyeceğine, etnik grupların üstünde, millet değil, olsa olsa "vatandaşlık", yani bir pasaport bürokrasisi bulunduğuna insanları ikna etmek. Böylelikle millet gider, kavga biter. Türkiye ulus devlet değil, bir etnik mozaik olur. Dubai Havaalanı'nın transit salonu gibi bir şey.". Son olarak bu yazının son derece saçmalık kokan ve büyük bir tehlike içeren epigrafını da belirtmemiz gerekiyor: "Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovulldu. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi." (Recep Tayyip Erdoğan, AKP Düzce İl Kongresi, 23 Mayıs 2009)

Seneler geçti ve "her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alan" AKP iktidarı Türk adını tarihin tozlu raflarına gömmek için soda şişelerinden bakanlık tabelalarına kadar, hatta köy isimlerine kadar birçok 'revizyona' girişti. Çünkü adı çözüm olan fakat çözülüşten farkı olmayan süreç bunları gerektiriyordu. Seneler geçti ve Türkiye demek yerine Anadolu, Türk demek yerine Türkiyeli gibi rezaletin daniskası öneriler de yapıldı. Filistinlileri katletmekten bir an için vazgeçmeyen İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres, TBMM'de konuşma yaptı ve alkışlandı. Tarihe geçen günler yaşandı. Seneler geçti ve millet olmanın faydaları ve kıymeti üzerine hiçbir ciddiyetli çalışma yapılmadı. Hatta "internet çağında ne milleti kardeşim" diyen insanoğulları türedi. Bu konuyla ilgili İskender Öksüz'ün son derece önemli, bilimin farklı alanlarından örneklerle kuvvetlendirilmiş önemli yazıları da yine kitapta yer alıyor. Millet kavramanın yok olma yolunda gittiğini, zaten bu kavrama pek de ihtiyacın olmadığını 'kanıtlamaya çalışan' batılı yazarlara "Siz önden buyurun" diyor İskender Öksüz ve şöyle devam ediyor:

"Şimdi onların tek raylı tarihi, milletlerin ve millet devletlerinin yok olacağını göstermektedir. Daha önce diyalektik maddecilik de bunu gösteriyordu. O sizlere ömür oldu ama milletin yok olacağında ısrarları sağ ve sağlıklıdır. Heyecanlandıklarında şu "itibarlı işim tek raylı tarih" akıl yürütüşleri şöyledir:

Tamam! Edison ampulü buldu. Siz daha milliyetçilik yapın bakalım!
İnsanoğlu aya çıktı siz hâlâ millet devleti diyorsunuz!
Ohooo, İnternet ortalığı sardı, siz daha millet diye ısrar edin...

Henüz rastlamadım, fakat muhakkak şöyle bir karşı konulmaz akıl yürütme daha vardır: Kuantum çağında ne milleti kardeşim!

Nedense milletten ve millet devletinden ilk vazgeçmesi gereken de bizizdir. Ne diyelim? Rahmetli üstat Ahmet Kabaklı'nın sıkça söylediği gibi: Allah selamet versin."

Eline geçen her fırsatta Necip Fazıl şiirleri okuyup Mehmet Âkif edebiyatı yaparken İstanbul'un kadim siluetini paramparça eden muhafazakârlar yahut hocanın deyimiyle siyasî ümmetçiler, eğitimi, daha doğrusu müfredatı da parçalarken İskender Öksüz kısa mesaj nesline de uyarılar yapıyor. Paragraf sorusu görünce topukları üstünde kaçan nesli doğru anlamanın ve onlara doğru anlatmanın formüllerini de veriyor. Kanaatimce şu soruyu da hem eğitimcilere hem öğrencilere ve hem de -belki de- müzik üzerinden önüne gelen herkesi tekfir eden sözde âlimlere soruyor: "Itrî'yi, Yahya Kemal'i, mübarek Rumeli'nin kaybını, Milli Mücadele'yi nasıl çoktan seçmeli hâle getirebilirsiniz? Siz getirdiğinizi sanıyorsunuz, değil mi?"

Güzel ülkemiz, kötü entelektüelleriyle de meşhur. İşin garibi o entelektüeller de sürekli Cemil Meriç'in "aydın tarafsız olmaz, tarafsızlık namussuzluktur" sözünü paylaşıp duruyor. Gerçi çoğunun tarafı belli. Belediye kültürcülüğü, festival rantçılığı neredeyse o taraf. İskender hocanın 'entelektüel namusu' üzerine yorumları çok önemli: "Entelektüel namusu, popüler bazı lafların tekellüm ve tekrarı değildir. Entelektüel namusu, ülkeniz aleyhinde konuşmak da değildir. Entelektüel namusu, kucağınıza bırakılan iddiaların her biri için, kökten, "Gerçekten öyle mi?" diye sormak, bu sorunun cevabını bilmeden konuşmamaktır. Bu sorunun cevabını öğrendikten sonra da, cevap hâkim kanaate ters de olsa, susmamaktır. Biraz daha gelişmiş entelektüel namusu, düşüncelerinizi kucağınıza bırakılan iddialarla sınırlamayıp, "Bunlar mı konuşmalı, peki şu ötekiler niye konuşulmuyor?" diye sorgulamaktır."

Artık zenginleştik, hatta ciddi bir İslamî burjuvazi de söz konusu. Teravihe ciple gidiyoruz, kurbanımızı dokuz taksitle kesiyoruz. Bir de utanmadan bunlara şükrediyoruz. İrfanı kaybeden insanımız krediyle aldığı evinin eşiğinden besmeleyle geçmekten de imtina etmiyor. Çözülme bu mudur? Cevabını hocadan okuyalım: "Cipler bugün, eğer arazide kullanmıyorsanız, israf ve gösteriştir. Başınız açıksa da öyledir, kapalıysa da öyledir. Altın takmayacağım diye gümüş alyans takıp sonra şehirde cipe binmenin izahı yoktur. Zaten İstanbullu, Antepli, Kayserili, Ankaralı veya oraların köylüsü, bunu yapmaz; ar eder, edep eder. Ama onların İstanbul'a göçmüş torunları yapabilirler. Çözülme budur."

Netice-i kelam bir de bunların yanında sürekli Anadolu irfanına dönüşten bahseden akademisyenlerimiz, şairlerimiz var. Bu nostaljik arkadaşlara da birkaç sual etmek bana düşmez demiyorum ve soruyorum: Neyle döneceksin kardeşim? Fast-food lokantalarınla mı? 35 yıl borcunu ödeyeceğin evinle mi? Itrî'yi tekfir eden hocanla mı döneceksin Anadolu irfanına? Allah'ın evinde hutbeye çıkıp siyasî metin okuyan blue jean'li imamınla mı? İrfanı hangi Anadolu'da bulup da döneceksin? Krediyle anası ağlamış çiftçinin, madende ölümlerden dönmüş işçinin kan kustuğu Anadolu'da mı? Geç güzel kardeşim. Anadolu irfanı bitti. O çeşmeden artık su akmaz. Döneceksen Türk irfanına dön. Asırlardır vuruyorlar, ölmüyor, ayakta.

Bu yazının son cümlesi ne olmalı diye düşünürken, kitabın son cümlesi imdadıma yetişti: Nefretinize mukayyet olunuz.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder