SAYFALAR

7 Nisan 2017 Cuma

Çelişkileriyle ve dile gel(e)meyenleriyle Türk muhafazakârlığının bir çözümlemesi

"Türkiye'de yıkım, şehirlerin yıkımı Demokrat Parti ile başlamıştı. Dolayısıyla muhafazakâr kesim kendisinin bu haliyle ne kadar yıkıcı bir etki yaptığını, yani ne kadar da çok Amerika öyle olmadığı halde Amerikanvari düşündüğünün bence artık farkına varmalıdır."
- Abdurrahman Arslan, Kıbleyi Kaybettiren Dönüşüm

Kendine sürekli geçmişten yeni tarihî argümanlar çıkaran, karşıt siyasî görüşlerle hesaplaşan, karşılaştırmalar yapan ve maçı daima 'kazanan', din dilini kullanarak aslı astarı belli olmayan bir adalet anlayışıyla ahlâkı göz göre göre perde arkasına saklayan, STK'lar vasıtasıyla toplum mühendisliğinden, yazılı/görsel/sosyal medya vasıtasıyla da algı yönetiminden oldukça kuvvetli biçimde yararlanan ve hatta bu hizmet için maaşlı elemanlar çalıştıran, özellikle kalabalık cemaatlerle çok sıkı ilişkiler kuran, ciple teravihe giden, havuzlu/güvenlikli sitelerde oturmayı kendine "bunca yıllık mazlumluktan sonra" hak olarak gören ve daha bir çok tuhaf stratejiyle yolunu (her iki anlamda da) bulan bir muhafazakârlıkla karşı karşıyayız son 15 yıldır. Bunca tuhaflığa rağmen doğru düzgün eleştiri ve düşünce kitabının raflarda olmaması ayrı bir fecaat. Abdurrahman Arslan, Fırat Mollaer ve Hasan Aksakal kanaatimce en gerçekçi yorumları yapan isimler. Bu isimlerin dışında sayılması gerekenler de vardır muhakkak ama hak geçmesinden imtina ederek kitabın içine dönmeyi daha münasip buluyorum.

2011'de "Aydınlanma" Çağından "Karanlık" Yüzyıla: Politik Romantizm ve Modernite Eleştirileri, 2013'te Türk Cogitosu ve Modern Türkiye’de Politik Yaşam, 2015'te Türk Politik Kültüründe Romantizm isimleriyle neşredilen kitaplarında, politika - romantizm - modernizm üçgeninin iç ve dış açılarını bana kalırsa doğru bir dille ve en önemlisi de doğru kavramlarla irdelemiş bir isim Aksakal. Şubat 2017'de Alfa Kitap etiketiyle Türk Muhafazakârlığı: Terennüm, Tereddüt, Tahakküm kitabı raflara çıktı, akabinde meraklısından 'uzmanına' okundu, sevildi, önerildi. Kitabın kapağında yer alan 'asla dokunulmaz' muhafazakârlar, mevzuya ilgisi olmayanlar için bile 'call to action' oldu. Çivi gibi bir giriş yazısıyla başlıyor kitap. Durumun vahametini ortaya seriyor Aksakal: "2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminin arifesinden bu yana yaşadığımız şu uzun on yıl zarfında muhafazakâr okur-yazar çevreler için günlük politik gelişmelere ilişkin köşe yazıları Osmanlı'da bir vezirin başına gelenlere değinmeden, günlük hadiseler Ahmet Hamdi Tanpınar'ın roman karakterlerine atıf yapılmadan, bayramlar Yahya Kemal Beyatlı'nın bir şiir okunmadan konuşulamaz oldu. Siyasetçiler olur olmaz yerlerde Necip Fazıl ve Mehmet Âkif'ten mısralar okuyup Mevlânâ'nın büsbütün turistikleşen Şeb-i Aruz merasiminde saf tutmakta yarış ediyor. Diyanet çocuklara tecavüzü, kadınlara sistematik şiddeti, doğa katliamlarını, kul hakkını, iş ve işçi güvenliğini konuşamaz hâle ge(tiri)lirken, her cuma camiler Alp Arslan'dan, Yavuz Selim'den tarih dersleri vaaz etmekte. Son birkaç yılda Milli Eğitim Bakanlığı'nın ders kitapları Steinbeck'i, Pir Sultan Abdal'ı, Yunus Emre'yi sansürlerken, ortalık ebru ve ney kurslarıyla doldu. Tiyatro sahnelerinden Hamlet, Faust, Sefiller gibi en temel klasikler dahi çıkarılırken, tartışmaların seviyesi, Shakespeare'in aslında Müslüman olup olmadığına kadar indi(rildi)."

Aksakal, kitapta neden daha evvel yayımlanmış yazılarını bir araya getirdiğini açıklama nezaketi göstermiş. Yazarın samimiyeti okuyucu için önemlidir. Özellikle eleştiri türü kitaplarda yazar safını türlü sebeplerle pek belli etmez. Üst bir dil kurarak meseleleri ve değerlendirmeleri o dil doğrultusunda inşa eder ve anlatır. Bu durum kavram izahını zorlaştırır oysa. Aksakal, günümüz entelektüellerini kendince iki grup misali vererek ayırıyor. Bir tarafta Süleyman Seyfi Öğün, Nuray Mert, Tanıl Bora, Ahmet Çiğdem ve Nâzım İrem yer alıyor. Diğer tarafta ise Beşir Ayvazoğlu, İskender Pala, Dücane Cündioğlu, Mustafa Armağan ve Yusuf Kaplan. Şöyle diyor yazar: "Hemen hepsine aşina olmakla ve yer yer atıf yapma gereği duymakla birlikte safımın birincilerden yana olduğunu, ancak mümkün olduğunca kendi sesimle konuşmaya gayret ettiğimi de belirtmek isterim."

"Giriş: Eleştirel Bir Çerçeve" başlıklı yazıdan sonra Avrupa-Merkezcilik ve Türk-Merkezcilik hakkında bir değerlendirmesi var yazarın. Burada özellikle kendi tarih, toplum ve sanat anlayışımızdaki bilgi eksikliğinin, şehir efsanelerinin ve klişelerin etkisini kıyaslamalı olarak okura sunuyor. Nâmık Kemal Üzerinden karşı-aydınlanma ve Osmanlı düşüncesi üzerine bir değerlendirme yaptığı yazısında, Kemal'in dayanaklarını masaya seriyor: "Toplumsal bir hareketlenme için büyük, inandırıcı bir güce gerek duyulduğunu söylerken, tutunulabilecek çok az somut gerçeği vardı ve bu yüzden aradığını enerjiyi geçmişten, maneviyattan, kahramanlardan ve halkın gücünden çıkarmaya çalıştı."

İbrahim Şinasi ile Cemil Meriç'in medeniyet anlayışları üzerine ele aldığı yazı, özellikle yüz yıl öncesi ve yüz yıl sonrası bağlamında oldukça derinlikli bir metin. Medeniyet kavramına dair "ilk sözü söyleyen Türk aydını" Şinasi Efendi ile "aynı kavrama dair en bilinen sözü söyleyen Türk aydını" Cemil Meriç'in oldukça zıt fikirlere sahip olmalarına rağmen "Avrupa'yı çağdaşları arasında en iyi tahlil edebilen serazat akıllar" olarak değerlendiriyor.

Yahya Kemal'in muhafazakâr dünyadaki itibarı üzerine ele aldığı yazıda Hasan Aksakal özellikle Müslüman camianın hiç üzerinde durmadığı yahut durmak istemediği meseleleri kendi süzgecinden geçiriyor. Bu yazıda oldukça ilginç yorumlar var, üzerine yeniden ve yeniden yazılar kaleme alınabilir, yeni değerlendirmeler yapılabilir ve en önemlisi de yeni araştırma malzemeleri için kollar sıvanabilir. Burada kanaatimce genç araştırmacılara çok iş düşüyor. Şöyle diyor Aksakal: "Türklüğü, Tanpınar'ın yazdıklarına bakılırsa hiç de gönüllü olmadan, İslamla sentezleyen yolun yapıcılarından biri olması, Yahya Kemal'i Tek Parti-sonrası dönemin kahraman kültür adamlarından biri olarak yeniden üretmiştir. Gerçeğin bu olduğu yönündeki kendinden emin tavrı benimseyenlere, "Beyatlı, çeyrek yüzyıllık Tek Parti iktidarının inkılâpçılık adına yaptıklarına, kamuoyunda pek çok tartışma yaşanırken, üstelik 'içeriden', hatta kendisine sunulan bürokratik ve edebi pozisyonlar itibarıyla bir o kadar da 'yukarıdan' tek bir yüksek sesli eleştiri getirmiş midir?" diye sorulabilir."

Kitabın tadını kaçırmamak için bundan sonraki bölümlerdeki Peyami Safa ve Necip Fazıl incelemelerinin ve eleştirilerinin oldukça yerinde olduğunu düşünerek geçiyorum. Bu iki isimin hemen peşinden gelen "1945-1950 Arası Dönemin Panoraması: Tek Parti Yönetimi Sonrasında Türk Muhafazakârlığının Yükselişi" başlıklı yazı, tamamlayıcı nitelikte. Hasan Aksakal'ın ayrıca Fuad Köprülü'nün "Türk Edebiyatı Ders Notları" ve Mehmet Efe'nin "Mızraksız İlmihal" adlı cemaat eleştirisi üzerine de 'görüntüyü netleştiren' metinleri de yine önemli. Özellikle Efe'nin kitabının yeniden basıldığını ve tekrar tekrar okunması gerektiğini, günümüzün 'atmosferini' demir leblebi kıvamında yaşanmış öykülerle idrak edebilmeyi sağladığını söylemem gerekiyor. Kitabın son yazısında nihilizm gölgesinde muhafazakârlık yanılsamaları üzerinde duruyor yazar.

Hasan Aksakal'ın sorduğu gibi; bakalım tünelin sonundan gelen ışık çıkışın habercisi mi yoksa karşıdan hızla gelen trenin mi? 'Toplumsal bir berzah' dönemi yaşadığımız bir gerçek, yazarın dediği gibi. Onun kadar karamsarım fakat iyimser hiç değilim. Son olarak, yazarın sosyalbilimler.org'da verdiği mülakatta yer alan, çok basit ve etkili bir çözüm önerisiyle bitirmek isterim: "Zaten asıl mesele Türk yeni-muhafazakârlığının artık böyle şehirli suretlere, ağırbaşlı düşünce insanlarına değil de, nevzuhur tiplere, ganimet avcılarına teveccüh göstermesinde değil mi? Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki, bugün siyasi irade sözde tarihçi, güya filozof, iliştirilmiş köşe yazarı, saldırgan Twitter fenomeni tiplerden o en bilindik on tanesini vitrinden kaldırsa Türkiye’nin gerilimi yarı yarıya azalacak. Küfürler ederek naralar atanların yerine biraz da kadim bilgelikten konuşanların sesi duyulacak. Türk muhafazakârlığının saplandığı yerden çıkabilmek için buna gerçekten ihtiyacı var."

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder