SAYFALAR

24 Kasım 2016 Perşembe

Sahhaflar Pîri: Râif Yelkenci

"...Bilhassa, Sahaflar Çarşısı'nı ele alalım. Bu manzara hiç bir dekorcunun icad edemeyeceği kadar güzeldir. Ve üstelik mâziyi göz önünde canlı bir vesika gibi bulundurur. Demek ki, zamanın bir de kendi mimarisi vardır, etraf her zaman tufeyli değildir."
- Yahya Kemal Beyatlı, Mektuplar ve Makaleleri

"...Şimdi rahmet sahhaflardan elini çekti. 1980 sonrasının şartları, özellikle sosyal ve kültürelşartları kitap gibi, okumak gibi, düşünmek gibi, tarihle bağ kurmak gibi ilgileri, meşgaleleri, endişeleri sildi, süpürdü."
- İsmail Kara, Dinle Modernleşme Arasında

Portre-monografi kitapları üzerine ülkemizde hâlâ belli bir seviyeyi tutturamadık maalesef. Bu konudaki ehil kimseler bir elin parmağını geçmiyor. Şükür ki onların kitapları kuytu köşelerde, bilinmez diyarların gölgelerinde okuyucusunu bekliyor. Onların okuyucusu özeldir zira bu tür kitaplar her kitaptan daha fazla özeldir. Bir kişiyi anlatır gibi gözükse de aslında bir devri, bir dünyayı anlatır. O devirde ve dünyada nice gönüller, anılar, hatıralar, acılar, sevinçler, hüzünler ve neşeler vardır. Ahmed Güner Sayar'ın yıllar evvel Kubbealtı'ndan, şimdi ise Ötüken'den neşrolan kitabı Sahhaf Râif Yelkenci, güzide bir insanla birlikte zamanı ve mekânı okuyucunun gözleri önüne seriyor.

Daha evvel A. Süheyl Ünver, Sabri F. Ülgener, Terence W. Hutchinson, Hasan Ali Yücel ve Abdülbâki Gölpınarlı üzerine yaptığı çalışmalarla hocalarına vefa borcunu öderken aynı zamanda Türk düşünce dünyasına çok değerli portre-monografi kitapları kazandırmış olan Ahmed Güner Sayar, 171 sayfalık bu eseriyle bir taraftan genç kuşaklara "kaçırdıkları trenleri" gösterirken diğer taraftan o dönemi yaşamış yahut yaşayanları tanımış olanlara ise "kalmadı öyle istasyonlar" der gibi.

Sahhafların bir kitabı elden çıkarmadan evvel okudukları dönemler. Beyazıt Sahaflar Çarşısı'nın ise son coşkulu zamanları. Bir tarafta Hacı Muzaffer Ozak, diğer tarafta Şemseddin Yeşil Efendi ve küçücük mekânına büyük isimleri sığdırmış Râif Yelkenci. 1965-1990 yılları arasına rastlayan bu dönemde sahhafların ziyaretçileri arasında büyük hocalar, âlimler, şairler, yazarlar, mûsıkîşinaslar ve şüphesiz talebeler bulunuyordu. Sahhaflar kime hangi kitabı vereceğini o kadar iyi biliyordu ki başka bir isteyen olduğu zaman "o kitabın bekleyeni var" diyerek karşısındaki kırmadan başka bir yere yönlendiriyordu. Cebinde üç beş kuruş harçlıkla birkaç kitap almak için dükkan dükkan gezen talebelere ise her türlü kolaylık sağlanıyordu. Kiminden ne kadar verebilirse o kadar ücret alınırken kimine ise oku-getir yoluyla ekonomik bir alışveriş imkânı veriliyordu.

İşte 1894'te İzmit-Kandıra'da dünyaya gelen Râif Efendi de bu sahhaflar çarşısının pirlerinden biriydi. Kendi anlatımıyla babası Hasan Efendi'den aldığı bu 'mesleği' en kusursuz biçimde ifa etmeye çalışmış ve nice zatın gönlünde unutulmaz bir yer edinmişti. Mesleğinin ilk yıllarında (1920'nin başları) çalışmalarıyla üzerine bir ömür vereceği büyük Türk mutasavvıfı Yunus Emre'yi tanımasıyla birlikte ona olan ruhî bağlılığı iyice artmış, Yunus divânlarını edinmek için keşif seferlerini artırmıştı. Ahmed Güner Sayar da 20 yaşlarında bir öğrenciyle bir Yûnus Emre divânına sahip olmak ister. Hem bunun için hem de tanışmak umuduyla Sahhaf Râif'in dükkanına gider. İlk gidişinde aradığı divanı bulamaz. İkinci ve son gidişinde ise Râif Efendi'ye daha evvel Abdülbaki Gölpınarlı’nın Yûnus Emre Divanı’nı okuduğunu söyler. Ne olursa da ondan sonra olur. Raif Bey’in yüzünün rengi değişir ve ona Gölpınarlı hakkında kötü birkaç söz söyler. Kitapta "Sahhafın Âlimle, Âlimin Sahhafla Kavgası" başlıklı bölümü bu konuyu teferruatıyla anlatır. 1920’nin ortalarında Râif Efendi ile Abdülbaki Gölpınarlı ile tanışırlar. Râif Efendi'nin hayali, elindeki materyalleri Gölpınarlı ile paylaşmak ve onun Fuad Köprülü'nün çalışmalarını tashih edecek nitelikte Yunus eserleri meydana getirmesini sağlamaktır. Fakat Gölpınarlı ne kadar eserle tanışsa da hocası Köprülü'nün yolundan gider. Râif Efendi'yle aralarındaki anlaşmazlık daha burada başlar. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı mühim eserinde Yûnus Emre’yi 1920 öncesindeki bulgulara dayanarak Bektaşi yapmıştır, Râif Efendi her ne kadar bunları reddetse de (Ona göre Yunus şiirlerindeki Tabduk Emre aslında Yûnus’un şeyhi değil, Cenab-ı Hakk’tır. Üstelik Yunus Bektâşî değil, Mevlevi’dir) Köprülü'nün ilmî gücünü bir türlü aşamaz. 3-4 Şubat 1940’ta Cumhuriyet gazetesinde yazı yazma imkânı elde eder ve oradaki yazılarında Yunus'a dair bilinen tüm yanlışları dile getirip kendince doğru olanları yazar. Mesela bir şaşırtıcı iddiası da Âşık Paşa'nın aslında Yunus Emre olduğudur. Bu mesele adeta edebiyat dünyasında gruplaşmaya sebep olur. Bir tarafta Köprülü ve onun yolundan gidenler, diğer tarafta ise M. Cevdet İnançalp, Osman Nuri Ergin, A. Süheyl Ünver ve Râif Yelkenci. Bu dört isim tasavvufî konularda da birbirleriyle hemfikirdir ve aynı sohbet dairesinde yer alırlar. Bu dairenin ortasında ise Ahmed Amiş Efendi ve Mecdi Efendi yer alır. Bu konu hakkında daha fazla detay vermeyip sizi okumaya yönlendirmek ise boynumun borcu.

Süheyl Ünver, Râif Yelkenci'yi şöyle anlatır: "Onu kitap meraklıları çok iyi tanır. Sohbetlerinden çok istifâde edilir. [Franz] Taeschner, [Oskar] Rescher, [Helmut] Ritter gibi müsteşriklere bile yol göstermiştir. Onlar ve hepimiz onu Şarkiyatta aklî ve nakşî ilimlerde bir üstad sayarız. Eser vermez. Lâkin hepimiz üzerinde müessir olur."

Yazarın yaptığı bir telefon konuşmasında Profesör Aykut Kazancıgil'in Râif Yelkenci'yi hatıralarından şöyle anlatır: "Kitapları ihtiyaç sahipleri için ayırır ve çok cüz'i rakamlarda satardı. Bir gün babam [Tevfik Remzi Kazancıgil] ile Râif Efendi'nin dükkanına gitmiştik. Birisi için ayrılmış yazma bir kitapla ilgilendi ve satın almak istedi. Muhtemelen bu kitap yazma bir tıb kitabı idi. Bunun üzerine Râif Efendi, babama dedi ki: Tevfik Remzi Bey! Ben onu Süheylciğime ayırdım."

Haluk Güneyli anlatıyor: "Bir gün dükkânına çok sevdiğim hocam Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı Bey geldi. Râif Bey, Hoca'ya kalın bir yazma kitap vererek: "Hoca, bu yazma Hoca Sadeddin Efendi'nin Tacü't-Tevârih'idir. Müellif hattıdır. Bir müddet sizde kalsın, tereddüt ettiğiniz bir şey varsa matbuu ile karşılaştırırsın" dedi."

Cemalettin Server Revnakoğlu'nun kaleminden Hakkı Tarık Us: "Yaz ve kış, en çok gidip geldiği yer... Yelkenci Râif Sultan'ın gönüllerimizi yelkenleyen dükkanı oldu. Son güne kadar buralardan çıkmadı, bıkmadı."

Son olarak Muallim Cevdet Bey'in sözleriyle Râif Efendi: "Sahhaflar'da aziz dostum Râif, ne mûnis ruhtur, ne mâsum kalptir! Râif kimseye göstermediği itibarı bana gösterdi. Benim bilmediğim birçok yazmayla kütüphanemi besleyen bu mert, ömründe hile nedir, düzen nedir, yalan nedir, tanımamış olan bu lekesiz elmaspâreye, bu asil ve hayırhah dostuma minnettarlığımı nasıl izhar edeyim, bilmem."

Sahhaf Râif Yelkenci kitabında Ahmed Güner Sayar yalnız bir portre aktarmaya çalışmamış, aynı zamanda bir dönemin iktisadi zihniyetini, toplum birlikteliğini, entelektüel çevreyi ve maddi ölçülerin dışındaki manevi hayatı da akıcı üslubuyla nakletmiş. Bu eseri boyunca okuyucuyu çok güzel kaynak kitapların beklediğini de belirtmek isterim, elbette fotoğraflarla birlikte.

Günümüzde fazla okuyanlara "kitap kurdu" deniyor ki bu isimlendirme çok pazarlama, tüketim kokuyor. Eskiler "muhibbân-ı kütüb" dermiş. Muhibbân-ı kütüb; kitap okumayı sevmenin dışında ona topyekûn bir eşya olarak (koku, cilt, sayfa, muhteva) âşık olanlar için kullanılırmış. Mecânin-i kütüb; hastalık derecesinde kitaba düşkün (mecnûn) olanlara denirmiş. Mesela yastık yerine kitapla uyuyanlar, kitapla konuşanlar. Bu kitap hem muhibbân-ı kütüb hem de mecânin-i kütüb olanlar için oldukça lezzetli bir okuma sunuyor.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder