SAYFALAR

17 Haziran 2016 Cuma

İnsan nezaket ve merhametle serpilir

"Merhamet... İnsanlara merhameti öğretmek, insandaki kötülük iktidarını döve döve pekiştirmek yerine; hohlaya hohlaya yumuşatmak. Merhamet... Hava gibi, su gibi muhtaç olduğumuz iksir. Baş aşağı bir cemiyeti, baş yukarı edecek bir kudret."
- Necip Fazıl, Reis Bey

Adalet, merhamet ve emniyet; insanın vazgeçilmez arayışları arasındadır hiç şüphesiz. Bu üçünden biri bile eksik olsa mekan da zaman da huzursuz olur, yaşam huzursuz bir döngüye hapsolur. Bir şehirde, bir evde yahut iş yerinde bile insan bu üçlüyü görmek, yaşamak ve sık sık tatmak ister. Eksiklik, yeni arayışları, dolayısıyla yer değiştirmeyi, bu da türlü sıkıntıları beraberinde getirir. Esasında adalet de emniyet de kökünü merhamette bulur. Merhametin olmadığı yerde adaletten ve emniyetten söz etmek mümkün olamaz. Merhamet insanın hem görmesi hem de göstermesi gereken, ruhun temel ihtiyaçlarından biridir. Uzun süre bu ihtiyaç giderilmediğinde vicdansızlıkla beraber insanî hasletlerin kaybolmasına sebebiyet verecek türlü duygular meydana çıkar. Merhamet duygusunu erken edinenle geç edinen arasında türlü farklılıklar vardır, bilhassa çocuklara çok erken dönemde aşılanması gereken fakat dengesinin de iyi biçimde korunması gereken bir duygudur. Ayfer Tunç, Büyümenin Türkçe Tarihi'nde bunu şöyle anlatır: "Her çocuk, çocukluğunun bir yerinde merhameti öğrenir. İçine tanımadığı bir eziklik veren bu duygudan hem hoşlanır, hem tekrarından korkar. (...) Ama merhameti öğrenmenin zamanı önemlidir. Geç karşılaşılmış merhamet bilgiden ibaret kalır, içselleştirilemez. (...) Erken öğrenilmiş merhametse hayat boyunca bir kambur gibi taşınacak bir ezikliğe dönüşür, büyük bir duygudur çünkü. Merhameti zamansızca, erken öğrenen çocuk, içinde o duygu ne zaman uyansa teslim olacak, bu teslimiyeti başkaları tarafından sömürülecek, sonunda kendine acır hale gelecek, hayatı boyunca bu böyle sürüp gidecektir. İnce bir denge ister merhametle başa çıkmak. (...) Doğru bir zamanda merhameti öğrenen çocuk, büyüdüğünde kendinin farkında olan 'daha insan' olur."

Şüphesiz merhamet 'daha da insan' yapar insanı. Stefan Zweig, Merhamet adlı kitabında iki çeşit merhametten söz eder. "Zayıf, duygusal olanı, bir yabancının ıstırabı karşısında kalbin duyduğu üzücü sarsıntıdan bir ân önce kurtulmak için gösterdiği sabırsızlıktır. Böyle bir merhamet acıyı paylaşmaz, ruhun yabancı bir acıya karşı kendini savunma içgüdüsüdür sadece. Asıl değerli olanı, duygusallıktan uzak, ama, yaratıcı merhamettir; ne istediğini bilir, sabırla acıyı paylaşarak, gücünün son damlasına kadar, hatta gücünün de ötesinde her şeye katlanmaya kararlıdır." der. Aslında merhamet varsa, katlanmaktan söz etmek pek mümkün değildir çünkü merhamet öteki'yi anlamayı kolaylaştırır. Dünyadaki her şey anlamak, anlatmak ve anlaşmak üçgeniyle değer kazanır. Anlamadan anlatmak, anlatmadan da anlaşmak mümkün değildir. Merhamet bu köprünün kurulmasında temel harçtır. Schopenhauer'a göre ahlak'ın temeli olan merhametin tanımlamasını bana kalırsa en iyi yapan isim Thomas Wolfe'tur: "Merhamet, öteki hislerin hepsinden daha fazla, sonradan elde edilmiş bir histir. Çocukta merhamet yoktur. Merhamet, insanın hafızasının, tecrübelerinin meyvesi, hayat acıları ve talihsizliklerinin ürünüdür."

Bu kitap incelemesinin başlığı 9 Haziran 2016'da Gerçek Hayat dergisinde Kemal Sayar'ın "Merhametin çağrısı" adlı yazısından ç/alındı. Böylesi çok daha uygundu çünkü hem çocukların dünyasında hem de iş dünyasında merhamet eksikliğinin nerelere varacağını Kemal hoca gayet güzel özetledi bu yazısında. Şuraya özel dikkat: "...İşin tuhafı büyük şirketlerin başında normal nüfusa oranla dört kat daha fazla psikopat bulunmaktadır. Kapitalizm hem acımasızlıktan besleniyor, hem de onu besliyor. Aldatma, kibir, büyüklenmecilik, tamahkarlık ve insanların acımasızca suiistimali, kapitalist şirket kültüründe övülen ‘başarı’ nitelikleri arasında gösterilebilir."

"Kalbe dönüş için son çağrı" alt başlığıyla Şubat 2008'de Timaş Yayınları tarafından yayımlanmış ve Ekim 2015'te 10. baskısını yapmış bir kitap Merhamet. Sadece bu istatistikî veri bile ihtiyacımız nasıl da sürekli arttığını gösteriyor. Kemal hoca bu kitabı babası Nuri Sayar'a ithaf etmiş ve bu sebeple dört bölümden oluşan kitabın bölümlerden evvelki kısmını Babam İçin" diyerek ayırmış. Bu bölüm acının taze olduğu zamanlarda yazılmış. Özellikle şu satırlar okuyucunun dimağını çözecek ağırlıkta: "Babalarımızın ölümü biraz da bizim ölümümüzdür. Hayat şu an bana çok boş ve beyhude görünüyor. Şu an her şeyimi babamla geçirilecek fazladan bir zaman için bağışlayabilirdim. Demek ki, maddî olan manevî olanı satın alamıyor. Demek ki, hayatın özünü maddî olanla değiş tokuş edilemeyen değerler oluşturuyor."

Kitabın ilk bölümünde kalbin sebepleri irdeleniyor. Güzellik, hayal, gerçek, bellek, hayret, ümit, iyimserlik, acımak, bağışlamak, sessizlik, merhamet gibi konular; toplumun dertleriyle beraber hem tahlil ediliyor hem de çözüm önerileri sunuluyor: "Giderek hızlanan dünyada dinlemek sanatı kayboluyor. Başkasını işitmek yeteneği köreliyor. Dosta varmak, dost için orada olmak erdemi kayıplara karışıyor. İnsanların ihtiyaçlarını, onların hikâyelerini dinlemeden bilemeyiz. Bir insana kulak kesilmeden, onun da saygın bir varlığı olduğunu, yaşadıklarının sahiciliğini, öyküsünün yürek yakıcılığını keşfedemeyiz."

İkinci bölümde aşklar ve melekler Kemal Sayar tarafından yorumlanıyor. Günümüzde bedene indirgenen, ruhun varlığını hiçe sayan modern aşk ve modern âşıklar, şüphesiz aşkın kadrini kıymetini de yok ediyor. Aşk gibi kudretli ve kutsal olan bir duygu; hızın, teknolojinin, gürültünün karşısında eriyor. "Aşk yaralar. Ama asıl olan, büyük şair gibi, 'aşk derdiyle hoşem / el çek ilacımdan tabip' diyebilmektir. Bu yaranın merhemi tabiplerde değildir. Ancak aşk, aşkı iyileştirebilir" diyor aynı zamanda bir doktor olan Kemal Sayar.

Bir hıçkırık, denmiş üçüncü bölümün adına. Hikâyesi büyük. Gönül, gam, modern kibir, mağlubiyet, hastalar ve doktorlar, tıbbın namusu, mucize, masumiyet, ev, deniz gibi tabiri caizse sırlı mevzular bu sayfaları dolduruyor. Özellikle modern tıbbın hastayı müşteri gibi görmesi, doktorların birer patrona dönüşmesi neticesinde çarenin yanlış yerlerde aranır hâle gelmesi, şüphesiz şifadan uzak bir toplum olma yolunda bizi 'çaresiz' bırakıyor: "Her sıkıntıya tıbbın bir çare bulması isteniyor. Sağlık için duyulan kuvvetli iştiyak, ilaç endüstrisini bütün endüstriler içinde en kârlılarından birisi kılıyor. Oysa her başarının ardında bir de hüzünlü hikâye var. Bu hikâyelerin ortak teması ise şu: bir ticaret olarak tıp. Temel strateji hastalara bakım sağlamak değil, müşterilere mal satmak."

Artık ne masumiyetimiz kaldı ne ahlakî ölçülerimiz. Şüphesiz bu ilişkilerimizi ve uğraşılarımızı da değiştirdi. Fesat ve ölçüsüzlük bu çağın "gerekliliği" oluverdi. "Türkiye'de hayat masumiyetini yitiriyor. Masumiyetin boşalttığı yeri, fesat dolduruyor. İnsana inançsızlık, hayata inançsızlık. İtimadın kalmadığı bir çağda herkes bir diğerinden fesat bekliyor" diyor Kemal hoca ve şunları ekliyor: "Şarkılarımız da değişti elbette, masumiyetin yerini ölçüsüzlük ve itiş kakış almakta gecikmedi. Sevgilisine naz yapan, ona siz diye hitap eden, saygı ve hürmetini karşılıklı olarak sürdüren masum âşıkların öyküsü yok artık şarkılarımızda, 'Pantolonunu çok sevdim / çıkar onu bebeğim' veya 'Allah belanı versin' diyen egomanyaklar var. McDünya gençliği öyle naz, kur, sevdiği için beklemek nedir bilmiyor; aksiyon direkt, çıkar onu bebeğim! Diplerde bir yerde masum bir Türkiye'nin hâlâ soluk alıp verdiğini hissetmek için, lütfen kalbinizin ve radyonuzun alıcılarıyla oynayınız."

Goethe'nin ölürken söylediği rivayet edilen "Biraz daha ışık", son bölümün başlığı. Bu bölümde hırs, koloniyalizm, saldırganlık, kibir, büyüklenme, korku ve itaat gibi konular yer alıyor. Kemal hoca "Bazen insanın kuvveti hayır diyebilmesindedir" diyerek korkunun her çağda despotların ekmek teknesi olduğunu belirtiyor. Buna rağmen sürüden ayrılmaktansa ahlâkın genel kaidelerini görmezden gelmeyi tercih eden insanların Karamazov Kardeşler'in Büyük Engisizyoncusunu hatırlattığı söyler. Dostoyevski şöyle yazmıştı büyük romanında: "İnsanlar yalnızca tartışılmaz  olana tapınmak isterler. Bu öylesine tartışılmaz bir şey olmalıdır ki, tüm insanlar bir anda hep birlikte tapınmaya karar vermelidir. Çünkü bu sefil yaratıkların temel kaygısı, benim ya da diğer birinin tapınabileceği bir şey değil, herkesin inanacağı ve tapınacağı bir şey bulmaktır. Burada, mutlak anlamda zorunlu olan şey şudur: Tapınma hep birlikte yapılmalıdır."

Bir hayalimizin, düşümüzün, kendimize ve karşımızdakine saygımızın, anlayışımız olabilmesi için merhamete ihtiyacımız var. Bu kitap merhametle yeniden tanışmamızı teklif ediyor.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder