SAYFALAR

27 Mart 2016 Pazar

Hayatla ve güncelle ilişkisi güçlü bir şiir bu

Günümüz insanı hadiseleri kavramak için genelde rasyonel bir düşünce ile hareket eder. Bu, akla dayalı, faydacı bir düşünce biçimi demektir. Bu düşünce biçimi ekonomiden, sosyolojiye, cinsellikten, sanata geniş bir skalada uygulanır. Aynı mantık modern unsurlar üzerinde uygulandığı vakit kendi içinde tutarlı, faydalı sonuçlar doğurur belki; fakat “eskiye”, geleneğe ait olana, bu düşünce biçimi ile yaklaşılırsa gündelik tabirle “çuvallamak” kaçınılmazdır.

Çünkü eskiler daha çok din ve metafiziğe göre düşünce üretmekte ve mantık yürütmektedir. Bu durumun en bariz örneği ise geleneksel Osmanlı şiirinde karşımıza çıkar. Bazı Cumhuriyet dönemi aydınları bu şiiri eşcinsel şiiri ilan etmiştir. Modern bir cinsiyet algısının oluşturduğu bu yaklaşımın durumu ne kadar ne kadar problemli ve sorunlu hale getirdiği ortadadır.

Fakat işin aslı şöyledir: Özellikle âşıkane şiirler yazılan gazel formunda, methedilen şahsın erkek olmasına özen gösteriliyordu. Eğer övülen şahıs kadın olsa bu defa şiirde önemli ölçüde bulunması aranan padişah, peygamber ve Allah’a uzanabilecek çağrışımları bir anda iptal olacaktı ki bu gibi çağrışımlar eski şiirin can damarını ve asıl hedefini oluşturan en önemli besleyici kaynaklarıdır.

Eskinin anlayış ve düşünce tarzını ıskalayan entelektüellerin tekdüze ve anlaşılamamakla suçladığı divan şiiri (bu durumda anlamadığı için kişinin kendisini suçlu hissetmesi gerekir aslında) ya da daha uygun ifade ile Osmanlı şiiri hakkında yapılan eleştiriler de orijinallikten uzak, klişe ve tekdüzedir. Yani sıkıcı olduğu söylenen edebiyata karşı geliştirilen eleştiri de oldukça sıkıcı ve basmakalıptır.

Divan şiirinin yüksek zümre edebiyatı olduğu, saray çevresi tarafından halkın anlamadığı bir dilde yapıldığı liseden beri bildiğimiz en basmakalıp ifadelerden biridir. Bu şiirde kunduracı Hûfi, mürekkepçi Enverî veya şekerci Kandî gibi okuma yazma bilmeyen esnaf zümresinden şairlerin oldukça başarılı eserler vermesi, bu kalıplaşmış, düşünce ve bilgi barındırmadan ifade edilen isnatları yıkmaya yeterdir herhalde. Sanırım bilinmezliğin verdiği korku ve korkunun getirdiği bir düşmanlık bu.

Ahmet Atilla Şentürk’ün yazdığı, Yapı Kredi Yayınları'nın neşrettiği Osmanlı şiir antolojisi, bu engelin aşılmasına yardımcı olacak önemli bir eser. Kitap, sade dili ve akıcı üslubuyla ve aynı zamanda yazarın ilginç yaklaşımları sayesinde zevkle okunuyor. İçindeki resimler ise bizi o dönem atmosferini teneffüs etme imkanı veriyor. Kitap bu yanıyla zamanda yolculuk yapmak gibi. Kitapta bu şiirin enteresan simaları seçilmiş. Bu şairlerin tezkireleri, önemli şiirleri, bu şiirler hakkında ön bilgiler ve bu şiirlerin tercüme ve şerhleri, bunun yanında beyitte geçen motiflerin, tiplerin, araç ve gereçlerin resimleri, beyitlerin işaret ettiği önemli olayları anlatan minyatürlerle kitap zenginleşmiş. Tüm bunlar, bizi şiirin yazıldığı dönemin atmosferine sokup şiire daha rahat nüfuz etmemizi sağlıyor.

Çünkü o dönem şiirini anlamak için yalnız eski kelimelerin Türkçe karşılığını bilmek yetmez şiirde geçen o unsurun o dönem itibari ile hangi anlamda kullanıldığı halkın muhayyilesinde nasıl bir yerde durduğunu da bilmek gerekir. Örnek verecek olursak Tâcîzâde Câfer Çelebi bir kasidesinde feleği ihtiyar bir güreşçiye, hilali de bu ihtiyar güreşçinin perçemine benzetmiştir.

Perçemidûr pîr-i küşt –gîr-î gerdûnun hilâl
Kim sepîd itmişdürür anı mürür-i mâh ü sâl

Şairin neden böyle dediğini bilmek için dönemin şartlarına gitmek, o atmosferi yaşamak gerekiyor. Devrin insanları yeryüzünde bulunan her şeyden eski olduğuna inandıkları ve insanların kaderi ile mücadele ettiği için feleği "pîr-i küştî gîr" yani ihtiyar pehlivana benzetirlermiş. Ayın beyaz bir perçeme benzetilmesinin sebebi ise bizi çok ilginç bir tarihi bilgi ve muhteşem bir hayal gücü ile karşı karşıya getiriyor. Osmanlılar, düşmanların yüreğine korku salmak ve daha rahat güreşebilmek için (eski Türk geleneklerine uygun olarak) güreşçilerin kafalarının kenarını ustura ile kazıtırlarmış. Sadece kafanın üstünde bir tutam saç uzatılırmış (kitapta bunu anlatan bir resim bulunuyor). İşte bu bir tutam perçemi şair yaşlı pehlivan olarak hayal ettiği feleğin üstündeki ay olarak yorumlamaktadır.

Kitapta başka örnekler de var: Günlük hayatta kaşlarına kurban olayım deyince, aklımıza kaş için kendini feda etmek anlamı gelir. Ama kitapta işin aslını öğreniyoruz. Kurban, yayların konulduğu deriden kılıftır. Kaşlar da biçimi itibariyle yaya benzetilir. Osmanlı şiirinin mantığını açık eden güçlü ve klasik bir örnektir bu.

Yine öküz gibi bakmak ifadesinin Arapçada öküz ‘bakar’ demek olduğu için deyimleştiğini bu kitaptan öğreniyoruz. Öpeyim de geçsin deyiminin hikayesi de ilginç: Renginden ötürü dudaklar yakuta benzetiliyor; yakut da o dönemde hastalar için macun yapımında kullanılıyor. Şairler de bu bağlantıyı kurmakta zorlanmıyor. Osmanlı Şiiri Antoloji bize işte böyle bir yolculuk vaat ediyor.

Hüseyin Sefa Ak
twitter.com/huseyinsafaak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder