SAYFALAR

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Hayret, mizah, intikam, trajedi dolu öyküler

Günümüz edebiyat hayatında kendini gerçekleştiren yazarlar arasında sayacağımız Güray Süngü, Dedalus’tan çıkan son kitabı Köşe Başında Suret Bulan Tek Kişilik Aşk, okuruyla buluştu. Beklentileri artırarak gelen yazar, kitabıyla farkını ortaya koyma konusunda maharetli. Maharetine karşılık olarak aldığı ödüller de gözden kaçmamalı. 2010 yılında Düş Kesiği romanı Oğuz Atay Roman Ödülü’ne, Kış Bahçesi romanı 2011’de Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü’ne, son olarak da yakın zamanda aldığı Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin İkincisi ismini verdiği öykü kitabıyla da Necip Fazıl Hikâye Ödülü’ne layık görüldü.

Yazar, kitabındaki hoş üslubuyla okuyucular üzerinde güzel ve derin izler bırakıyor. Son kitabının ismi ne kadar uzun da olsa anlaşılması güç olmayan öykülerden ibaret. Kendine has her öykücüde olduğu gibi bazı özellikleri var. Belki de her kitapta özgünlüğünü bu şekilde koruyor. Son kitabında yer alan iki öyküsünde kahramanları arasında verdiği isimlendirmelerde Ayşe’yi fazlaca ya da bizim dikkatimizi çekmek isteyecek derecede kullandığını seziyoruz. Bazı yazılar vardır ki içindeki ayrıntıları sadece kendisi ve yaşantısında yer alanlar bilir. O yüzden es geçmeden söylemekte fayda var. Süngü, öyküler vasıtasıyla güzellik ve çirkinlik kavramlarını derin aforizmalarla irdelemiş. Güzellik kişiden kişiye değişse de çirkinliğin çok fazla yer değiştirmediğini görebiliyoruz. Dilini o kadar kaygan ve sokağın içinden kullanmış ki bir anda kendinizi diyalogun içinde bulabiliyorsunuz. Kendini entelektüel olarak vasıflandıranlar gibi değil de sanatı toplumun yegâne hizmetine adamış halk adamlarının elinden çıkan bir kitap olduğu aşikâr.

Bir öğrenci nasıl en çok mizah yeteneğini kullanarak ders anlatan hocasını seviyorsa, Güray Süngü de eserinde bolca mizahla birlikte yazılarını daha da okunur kılmış. İlk öyküsü olan Derviş’te yer alan şu bölümde Vizontele’yi hatırlamamak elde değil: "Kız börek yapıyormuş, ellerini parmaklarını yermişsin. Ellerimi parmaklarımı yiyeceksem kız ne diye börek yapıyor, madem börek yapıyor, ne diye böreği yemiyorum."

Hayatınızda geçen kötü olayları mı yoksa güzelliklerimi daha çok hatırlıyorsunuz? İşte yazar burada becerisini göstermiş ve okuyucuya unutamayacağı tarzda kusursuz öyküler oluşturmuş. Değindiği ve önemsediği bir diğer konu yaşantılarda yer alan tam bir oturmamışlık. Her şey kusursuz olsun ister ama bunun için gerekli çabayı harcamayız. Böyle yaparak da hayatımız hiçbir zaman rayına oturmaz, itelemeyle sürer gider.

Rüya içinde rüya bizi filmde şaşırtmıştır fakat öykü içinde öykülerde aynı oranda şaşırtır mı sorusunu sormadan önce Stetoskop’u okumanız gerekiyor. Burada zor olan kurguyu belirlemek ve devam ettirebilmek. Yazar yine kendini aşıp, bu zorluğun da üstesinde gelmeyi başarmış. Kurgunun güçlü olması kadar onu destekleyen cümlelerinde oturaklı yerleştirilmesi gerekir. Kitapta yer alan öykülerdeki cümleler derede akan sular gibi gözümüzün önünden akıp geçiyor. Arada bizim üstümüze gelerek elbiselerimizi de ıslatmıyor değil. İşte tam o anda yazar kurguya bir güneş ekliyor ve hemen dışımızı ısıttığı kadar içimizi de ısıtıyor.

Çok yazar vardır ki sokağa değinmeden geçmek istemez. Bazıları olayları abartır, bazıları ise size orayı tam olarak anlatır. Siz sokağı sadece büyük marketlere gidip alış veriş edip daha sonra da sıcak evlerinize geri dönmek olarak algılıyorsanız zaten ona yapacak bir şey yoktur. Fakat sokağın içindeyseniz ve yazılanları yaşıyor gibiyseniz işte ortak paydada buluşulmuş demektir. Kitabın isminin son kelimesi olan aşkla alakalı da farklı bir düşünce ortaya atılmış. Karakter konuşturularak Kusursuz Dünya öyküsünde tanınmayan birine nasıl aşık olunur sorusunu iki şekilde cevaplamış:

"Bir; onunla tanışamazdım çünkü ona aşıktım. Derlerdi ki tanışmak aşkı öldürür. Aşkım o kadar kuvvetliydi ki, bu aşkı onun için bile feda edemezdim. İki; onu tanımam için onu tanımama gerek yoktu. Bu mesele biraz çetrefilli aslında. Kalbinize giren kurşunun sizi öldürmesi için, kurşunun özelliklerini bilmemiz mi gerekir. Aşk benim yaramdı."

Öykücülerin beslendiği yerler vardır. Kimisi yaşadıkları ilginç olaylardan kimisi de kafasında sürekli dolanan yeni kurgulardan. Kurguyu güçlendirense tanıdık simalarla karşılaşmak. Köşe Başında Suret Bulan Tek Kişilik Aşk’ta İsmet Özel ve Cemal Süreya’nın mısralarıyla, Kafka’nın böceğiyle karşılaşmak mümkün ve bir o kadar yerinde kullanılmış şekilde. Yazar bunu ipucu ile gösterip, anlama kısmını okuyucuya bırakıyor. Samimi cümlelerle donattığı kitabında babasının intikamını almak için katil olmaya karar veren kahramanımızın başına öyle şeyler geliyor ki insan hayret etmeyi bile bazen hissettiği trajediden dolayı unutuyor. Köşe Başı öyküsü de nasıl başladıysa işte tam beklediğimiz ama gelmesini hiç istemediğiniz biri gibi bitiyor. Kitaptan bir bölüm:

"1954 yılının soğuk bir Kasım akşamı, yani ben doğmadan tam 20 yıl önce, doğduktan sonra kırk yıl boyunca oturmayı arzulayacağım ama oturamayacağım, oturmayı arzulamayı da anca ölmeden önce, tam o tren yolunda o velet kalbime bıçağı saplamadan önce akıl edebileceğim bu mahallede, bu sokakta, bu sokağın köşesindeki sokak lambasının altında, gece saat yirmi üç otuz beşte ne oldu bilmiyorum. Ama o andan tam yirmi yıl sonra o sokak lambasının altında babamı silahla vurdular. Ben doğmaktaydım o sıra, oradan biliyorum. Annem söyledi. Sen doğduğun sıralarda vurdular babanı dedi. Sokağın köşesinde, sokak lambasının altında dedi. Aklıma Batman geldi yeminle. Onun da babasını bir sokak lambası altında vuruyorlardı. Gerçi onun babası Gotham City’nin en zengin adamıydı. Benim babam ise tornacıydı."

Seydi Özçal
twitter.com/sydozcal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder