SAYFALAR

21 Nisan 2015 Salı

Tarihin her yerinde ve her anında Türkler

İlber Ortaylı'yı seversiniz sevmezsiniz ayrı fakat yazdığı eserler kadar yaptığı yorumlarla da ülkemizin kıymetli tarihçilerinden biri. Maalesef milli bir tarih okutulmayan okullarımızda da, televizyonlarda da Türk adının gerçeklerinden söz eden, bu gerçeklerin gözle görülür biçimde yok edilmesine doğal olarak karşı koyan ve taraf olmadığı için hiçbir yere konamayan adamlar sevilmez. Bilhassa ilki, birçokları için doğrudan sevmeme sebebidir. Allah kalplerindeki putları devirsin. Âmin.

1930'larda tarih müderrisi ve aynı zamanda yüzbaşı olan Ahmet Refik Altınay'a "Tarihi sevdiren adam" denirmiş, İlber Ortaylı'ya da çağımızın "tarihi sevdiren hocası" demek mümkün. Dedikoducu, popüler ve slogancı tarihe her şartta bir refleks olmuştur Ortaylı. Fakirin üzerinde de hakkı vardır zira kronolojik bir külliyattan ziyade, eserlerinde hep farklı alanları keşfetmeye ve bilhassa çapraz okuma yapmaya götürmüştür beni. An gelir VII. Henry'nin elini sıkmış gibi endamını tüm detaylarıyla görürsünüz, an gelir Mısır'daki bir kahvehanenin duvarlarını yorumlar. İstanbul fethedilirken batıdaki ve orta doğudaki vaziyeti detaylıca çapraz sorguya tutar ki olması gereken de budur. Cennet Kültür Merkezi'ndeki bir söyleşisinde "Sözde İslam ülkesi olan bir ülkede, barların kapısına kocaman Mekke yazılıyor, bunu kınayan ve umursayan kimse yok." demiş ve kimsenin dikkatini çekmemiş bir konuyu dile getirmişti. Yine bu söyleşide "İkinci harpte Yahudilerin toplandığı konsantrasyon kamplarında Nazi subayının birisi, Tevrat rulolarını var ya kutsal şeyler, deridir onlar. Onlardan kendine yelek diktirmiş ayı, iyi mi?" diyerek de kolay kolay bir yerde okunamayacak notları geçmiştir kulaklara. Çünkü Türkler asla dini itikatla, dini inançla alay etmez hocaya göre.

Klasik batı müziğini sever, gazete tarihçiliğinden haklı olarak hazzetmez, yabancı dil bilgisine önem verir. Laf üretilmesine karşıdır, eser görmek ister. Hala Osmanlı tarihçiliğinin 14. yüzyıldan başlamasına içerler zira sağlam belgelerin çoğu Vatikan arşivindedir. Tarihi değil tarihçiliği böler, ayırır, anlamlandırır. Deniz tarihi, idari tarih, savaş tarihi, askeri tarih, iktisat tarihi, hukuk tarihi uzmanlarının eksikliğinin tedavi edilmesi gereken bir hastalık boyutuna ulaştığından sıklıkla bahseder. İlahiyat fakültesi hocalarının Türkçelerinden, milletvekillerinin konuşma üslubuna ve hatta okunan ezandaki üsluba kadar el attığı çok konu vardır, haklıdır. Topkapı Sarayı'nda yaptığı müdürlüğünde yaşına ve şeker hastalığına rağmen kendinden vererek çok ciddi düzenlemeler yapmıştır. O zaman alkışlanmıştır, saraydan çıkıp orada yaşadığı zorlukları anlatınca da yuhalanmıştır. Hala Galatasaray Üniversitesi'nde Hukuk Fakültesinde Türk Hukuk Tarihi dersleri vermektedir. Edebiyattan doğal olarak çok iyi anlar, öyle ki "Türklerin Tarihi"ni okurken Figânî'ye mâl edilen "Dü İbrāhīm āmed be-deyr-i cihān / yekî büt-şiken şod yekî büt-nişān" beytinin Firdevsî'ye ait olduğunu veya İdrîsî'nin yazdıkları üzerinden giden Avrupalı tarihçilerin "Rus" isimlendirmesini evvela Müslümanların ve Türklerin yapmış olduğunu öğrenince şaşırabilirsiniz. Yani İlber Ortaylı size "dıgıdık dıgıdık" oradan buraya geldik, şunu yaptık bunu ettik diye tarih anlatmaz. Üslubu başta karışık gibi görünse de alıştıkça keyif verir, lezzetlidir zira kronolojik bir ilerlemeden çok kapsamlı, çapraz, sorgulayıcı bir anlatımı vardır. Maalesef youtube üzerinden tarih videoları izleyerek yahut köşe yazarlarından, siyasetçilerden okuduklarıyla, duyduklarıyla tarih öğrendiğini, bildiğini zanneden bir karakterden Ortaylı'yı anlamasını bekleyemeyiz. "Amma da övdün be" diyenlere de naçizane şu iki hatıramı anlatıp kitaba geçeyim: Merhum kıymetli tarihçimiz Yılmaz Öztuna'ya Türkiye gazetesindeki bir yazısı için "Sizdeki bu Enver Paşa düşmanlığı ne ola ki? Hâlâ anlamak istemediğiniz şeyler var!" deme cür'etini de göstermiştim, "Şiirle düşünülmez, tarih şiirle yorumlanamaz" diyen İlber Ortaylı'ya da "ancak" bir fanzin üzerinden "Hoca orada dur! Bu vatan şiirle kurulmuştur!" deme hiddetini gösteren de bendim. Kimsenin olmayacağı gibi, hiçbir tarihçinin her yorumuna "Eyvallah" deme hakkımız yok. İster öğrenci olarak, ister tarihçi olarak, ister şair olarak, isterse de öylesine bir meraklı okuyucu olarak. Lakin bazı doğrular insana ağır gelir, okuduktan yahut işittikten sonra yüzündeki ifadeden ağırlığını anlayabilirsiniz.

İlber Ortaylı'nın önsözünden anlaşıldığı kadarıyla kitap TRT kökenli Engin Atatimur'la birlikte editöryal bir çalışmadan sonra ortaya çıkmış. Yani uzun bir sohbet, kitap hâline gelmiş. Metni gözden geçirip yayımlanır duruma getiren ise Timaş Tarih editörü sevgili Adem Koçal olmuş. Ortaya 300 sayfalık, yoğun olmasa da kronolojik bir hassasiyeti olan, soru cevap şeklinde ilerleyen son derece akıcı bir tarih kitabı çıkmış. Türklerin ortadoğu sahnesine çıkışı, Türklerin devlet anlayışı ve İslam'la tanışmaları, dünya tarihinde Türklerin yeri, Türk yazısı, alfabesi ve dili, Sasaniler, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Malazgirt Savaşı, Selçuklularda devlet yönetimi, toplumsal yaşam ve dil, şehir hayatı, Anadolu Selçukluları ve Bizans, II. Kılıçarslan dönemi ve Osmanlı beyliği, Osmanlı'nın kuruluş zamanında Orta Asya ve Anadolu, Osmanlı'nın doğuşu kitabın bölümlerini oluşturuyor.

İlber Ortaylı soruları cevaplandırırken, okuyucunun daha derine ulaşması için çeşitli kitaplar da işaret ediyor. Çalışmaların dallanıp budaklanması hususunda isimler zikrediyor. Mehmet Fuad Köprülü, Ömer Lütfi Barkan, Halil İnalcık, Mehmet Genç, Mübahat Kütükoğlu, Mustafa Akdağ, Claude Cahen, Speros Vryonis, Michel Balivet bu isimlerden bazıları.

Türkiyeli ile Türk arasındaki farkı sık sık vurgulayan ve Türkiyeli diye bir kavramın olamayacağını söyleyen İlber Ortaylı, bir röportajında şöyle diyor: "Türk Türk’tür, Türkiyeli diye de bir şey yoktur. Bu kadar açık. Beğenmeyen Türklüğü, başka kimliği varsa söyler! Böyle Türkiyeli – Mürkiyeli diye bir şey olmaz, bunlar özenti. Türk vardır, Türk’tür. Beğenmeyen Türk olmayı, başka bir kimliği varsa söyler. Ama tabii gülünç olmasın, mesela Gürcü’yse Gürcüce bilsin, çok rica edeceğim..."

Kitaptan bazı kritik cümleleri peş peşe sıralarsak:

- Türkler olmadan bir dünya tarihi yazmak mümkün değildir.
- "Türkiyeli" ismi tercüme edilemez, içeriği bakımından bu kelimeyi teklif edenlerin amacını da zaten karşılamaz.
- Oğuz boyları, 10. asırda İslamiyet'i kabul etmiş ve Ortadoğu tarihinde bir güç olmalarıyla İslam tarihinin de seyrini değiştirmişlerdir.
- Bizim hayalî Türk kahramanlara ihtiyacımız yok; her devirde, coğrafyanın her yerinde varız zaten.
- Türk kimliğini anlamanız için sadece etrafındaki bölgeyi değil, tüm dünyayı bilmeniz gerekir.
- Eski Türk tarihini izleyebileceğimiz bir sentez eser bulunmadığı gibi, bir müracaat kitabının noksanlığı da ortadadır.
- Türkçenin eski metinlerinin okunması ve bilinmesi dar bir zümreye mahsus kalmamalıdır.
- Türkiye'de nesillerin tarih şuurunu ve edebiyat ustalığını kazandıracak tipte bir dil eğitiminden uzak kalındığı açıktır.
- İran bizim için sadece komşu kültür değildir; medeniyetimizde, edebiyatımızda ve dilimizde yeri çok büyüktür.
- Sahip olduğu mirası tutamayan, bir toplumun medeni kimliğini, medeni kişiliğini, medeni zenginliğini ispat edip ortaya koyması fevkalade zordur.
- Küçük Asya'da tarikatların rolü, İslam tarihinin hiçbir çağında görülmediği kadar etkin ve örgütlü.
- Anadolu homojen ve yeknesak bir Helen ülkesi değildi. Öyle olsaydı biz de Yunanca konuşan Müslümanlar hâline gelebilirdik.
- Türkler bilinçli olarak yer adı değiştirmezler, bu isimler zaman içinde telaffuzlara göre değişir.
- Kitabe okumak, eski Türkler arasında bir spordur; şimdi de olabilir fakat anlaşılan o ki yeni Türklerin başka merakları var.
- Ahiler bütün beyliklerin ortasında, beylik değil, adeta bir cumhuriyet gibiydi.
- Üsküdar 1300'lerin ikinci yarısında, hiç değilse Ankara Savaşı'ndan evvel ve II. Murad devrinde artık Türklerin oturduğu bir yerdi.
- Anadolu'nun idari yapısını ve coğrafyasını öğrenebilmek için yapılacak tek şey var; Roma dönemindeki idari yapılanmayı öğrenmek.
- Osmanlı'da sadece asker değil, saraydaki Enderunlu da çamaşırını yıkamayı bilmek zorunda... Şehirdeki halk için de temizlik önemli; neredeyse hamamsız mahalle yok.

Kitap, tarih meraklılarına ilginç bir seyir rehberi olabilir. Nereden okumaya başlanılacağı konusunda ufuk açabilir. En önemlisi de gündemi, daha dikkatli bir yerden yorumlamak gerektiğini gösterebilir. İlber Ortaylı’nın son dönemde artan popülaritesi ciddi bir tarihçi için çok hoş görünmüyor. Ondan yeni eserler beklemek ve bu hususta onu teşvik etmek ise hem tarihçilerin hem de tarih okuyucularının görevi olmalı.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder