SAYFALAR

9 Kasım 2013 Cumartesi

Edebiyata edeple yanalım ki, yanılmayalım

"Delilsiz gidilmez yollar yamandır
Göçtü kervan kaldık dağlar başında."

- Yunus Emre

"Derd ile hursend olan derdine dermân istemez
Zevk-i mihnet bulsa, âşık rahât-i cân istemez"

- Fuzûlî, Hadikat es-Süeda

Edebiyat, hayat ve inanç. Üç kritik hassasiyet. Nurettin Topçu'ya göre insan, üç şeyin peşinde olmak için yaratılmıştır: Hakikatin, hayrın ve güzelliğin. Eğer bir bağ kuracaksak; edebiyatta hakikat, hayatta hayır ve inançta güzellik aramak, onların peşinde olmak lâzım. İnancı veya değerleri ne olursa olsun edebiyat okuyucusunun, edebiyatı hayatının neresine koyduğu yahut koyması gerektiğine dair bu "ortak" kitabın temel vasfını T. S. Eliot açıklıyor: "Edebi yargı yahut değerlendirme için aynı anda kesin biçimde iki şeyin birden farkında olmamız gerekir: "Neyi sevdiğimizin (veya neden hoşlandığımızın) ve neyi sevmemiz gerektiğinin. Çok az kimse her ikisini bilecek kadar dürüsttür."

Şûle Yayınları'ndan nisan 2011'de çıkan ve şimdiye dek 2 baskı yapan kitabı Kemal Konuşmaz yayına hazırlamış. Üç bölümden oluşuyor, sunuş bölümünde kitabın derdi özetleniyor: "...Bütün bu olup bitenler karşısında tarihinin bu nazik döneminde bu ülkenin insanlarına düşense bir an evvel cehaletten, aymazlıktan, budalalıktan, kurtulmaktır. Eğer bu topraklar üzerinde kalacak ve sendeleyerek, sağa sola yalpalayarak da olsa ayakta kalmayı sürdüreceklerse hiç olmazsa başlarına çorap örenlerin ördükleri çorapları, kurdukları tezgâhları sezecek olgunluğa, çözecek ferasete kavuşmaları gerekir."

İlk bölümün açılışında Honere Daumier'in "Resmi sergiye kabul edilmeyen ressam haykırıyor: İşte bunu geri çevirdiler, cahiller!" anlatımlı, 1859 tarihli bir çizimi var. Charles D. Warner bu bölümde edebiyat ile hayat arasındaki ilişkiyi sorguluyor. Dolayısıyla çizim, daha yazıya başlamadan zihni kurcalıyor. Eğer "kitaplarla yaşıyorum" romantizmi(?) yapıyorsak, yani kitapların dünyasında soluyorsak oksijeni, aradığımız ve bulduğumuz şey gerçekten oksijen mi buna bakmak gerekiyor. Hayatın kıymetini anlayabilmek, ufku genişletebilmek, daha iyi olmak ve iyi şeyler yapabilmek için edebiyatın konumu her sahada yorumlanıyor Warner tarafından. Siyasette, psikolojide, dinde ve geleneklerde. Özellikle Platon'un (Eflatun, İÖ 427-347) "Yasalar"ı ve Sokrates'in (İÖ 469 - 399) "Devlet"inden gelen yorumlarla birlikte yazı, oldukça güçlense de en büyük gücünü okuyucuyu yormayan üslubundan alıyor.

İkinci ve üçüncü bölümde dönemine damgasını vuran İngiliz şair T. S. Eliot (1888 - 1965), önce "Din ve Edebiyat" sonra da "Edebiyat ve Çağdaş Dünya" konularını sorguluyor. Birinci konudan önce Kathe Kollwitz'in "İhtiyaç", ikinci konudan önce de Pieter Bruegel'in "Ressam ve Müşterisi" adlı resimleri görünüyor. Yazılarla olan uyumları, bu resimler üzerine düşünmek için okuyucuyu zorluyor ve iyi de yapıyor. Eliot özellikle ilk yazısında yazıda ahlâkı arıyor, aranması gerektiğini savunuyor. Bu da okuyucu olarak bizlerin aklına -kaldıysa o kadar aklımız- Mehmed Âkif Ersoy'un "Edepsizliğin başladığı yerde edebiyat biter" sözünü getiriyor. Eliot, şu üç yorumuyla hem zihne hem kalbe aşı yapıyor:

"Edebiyatımızı dini yargılarımızdan ne kadar eksiksiz, ama yine de ne kadar akıl almaz biçimde ayırdığımızı kavrayamadığımız konusunda kati bir kanaate sahibim. Eğer tam bir ayrılma yahut kopma olabilseydi belki bu bir mesele teşkil etmeyebilirdi: fakat bu ayrılma (edebiyattaki sekülerleşme) tam bir kopma değildir ve asla da olamaz."

"İleri sürmek istediğim şey çağdaş edebiyatın bütününün, Dünyevileşme (Secularism) dediğim şeyle çürümüş olduğu, tabiatüstü hayatın anlamının, tabii hayata üstünlüğünün farkında olmadığı, bunu anlayamadığıdır: esas ilgimizin, öncelikli kaygımızın bu olması gerektiğini düşünüyorum."

"Türünün en iyilerini vaktimiz elverdiği nispette okumayı sürdürmeliyiz; fakat bunu bıkıp usanmaksızın kendi ilkelerimize göre eleştiri süzgecinden geçirmeliyiz ve sadece yazarlar ve basında eleştiri yazıları kaleme alan eleştirmenler tarafından ilkelere göre değil."


Eliot ikinci yazısında günümüzü yere seriyor, üzerinden geçiyor, gerektiği yerde çiğniyor. Çünkü konu "Edebiyat ve Çağdaş Dünya". Aman ne çağdaş. Çağ ve daş. Ne kadar arkadaş?

"İnancımız en ince noktalarına kadar sarsılmıştır: sözgelimi artık hiç kimse bilimsel keşiflerin kendiliğinden insanlığın yararına olduğuna kani değildir. İcat yahut buluşlar yaratıcı etkinlikten ziyade yıkıcı etkinlik için zemin teşkil edebilir; insanları işlerinden eder ve tüketimi düşürürken üretimi artırır. Bununla beraber ilerleme öğretisinin özünü muhafaza ediyoruz: içinde yaşadığımız zaman dilimine ihtiyacımız yok."

Şahıs olmanın, ayakta kalmanın ve çamura batmamanın şiirle mümkün olduğunu şair, yeniden belirtiyor:

"Sürekli yeni şiir üretiminden daha önemli meseleler vardır, her ne kadar yeniyi üretmekten kesilen bir halkın eskiyi değerlendirecek gücü de kaybedeceği kaçınılmaz ise de. Önemli olan şiirin yaratımının şahsiyetin muhafazasına, kişinin başka kimselerle, Tanrı ve toplumla ilişkisinin korunmasına dayandığıdır."

Bu sayfa sayısınca incecik ve konusu gereğince oldukça kalın olan kitaptan çıkan sonucu okuyucu belirleyecek şüphe yok ki. Ancak her kafada -neredeyse o kafalarımız- edebiyatın hayatımızın merkezinde olması ve oradan ne olursa olsun ayrılmaması gerektiği de yankılanacaktır. Yankılanmıyorsa, yandık demektir. Edebiyata edeple yanalım ki, yanılmayalım.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder