SAYFALAR

24 Mart 2013 Pazar

Ne varsa eskilerde var, şok hariç

Bir romana başlarken yaşayacağınız heyecan çok önemli. Düşünün ki bu roman, Behçet Necatigil'in muazzam bir çevirisiyle bizlere sunulmuş ve İran edebiyatının kurucularından sayılan Sâdık Hidâyet'in kaleminden çıkmış olsun. Kör Baykuş ilk olarak 1977'de Behçet Necatigil çevirisiyle Varlık Yayınları'ndan çıkmış. Yapı Kredi Yayınları'ndaki ilk baskısı ise 2001 yılında yapılmış. Bu baskıda önsöz de Behçet Necatigil'e ait, sonsöz niyetine ise Sâdık Hidâyet'in yakın arkadaşı, roman ve hikâyeleriyle tanınmış Bozorg Alevî'nin bir yazısı yer alıyor. Okuduğum en kıymetli sonsözlerden biriydi diyebilirim çünkü bir biyografiden daha çok, yazarın ruh dünyasını derinlere girmeden bizlere aktarıyor, aktarabiliyor.

"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin."

Bûf-i Kûr yani Kör Baykuş'ta, sizi şoka uğratacak bir son yok. Zaten böyle bir sonu daha çok popüler romanlarda bulabilirsiniz, özellikle de Türk edebiyatında. Neredeyse bütün romanlar şoka uğratmak için yazılıyormuş gibi geliyor bana. Onlarca karakter, her yeni bölümde alıntılar, sıfır dipnot ve "şoklama" bir son. Yemezler, yemiyorlar. Balığın da şoklanmışı makbul değildir mesela. Öte yandan balık, baştan kokar. Sâdık Hidâyet hiç bu "toplara" girmemiş, pas yüzdesini hep netlik ve disiplinli bir şekilde hazırlanmış ruhsal etkiyle yüksek tutmuş. Bundandır pek çok ülkede çevrilmesi ve yüzlerce yazarı etkilemesi.

"Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. Yeryüzünün, gökyüzünün güçlülerine avuç açanlar, yaltaklanmasını bilenler için. Kasap dükkânı önünde bir sinir parçası için kuyruk sallayan aç köpek gibiydi onlar."

Kör Baykuş'ta, yazarın yaşamını görmek bir hayli mümkün. Çok zengin ve güçlü bir aileden gelmesine rağmen parayı bir köşeye atması ve geçimini kâtip olarak sağlaması, hangi mesleği seçeceğine bir türlü karar veremeden Paris'te yazmaya başlaması ve "Yaradılış Efsanesi" ile İran edebiyatına kalıcı bir anıt dikmesi, Rıza Şah'ın İran'ında hayat bulamaması ve Hindistan'a gidip "Kör Baykuş"u yazması, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ülkesi adına hiçbir umut görememesi ve ciddi bunalımlara girmesi, sırf yaşama ümidi bulabilmek için tekrar Paris'e gitmesi, Ömer Hayyam'dan çokça etkilenmesi, başbakan olan eniştesinin bir yobaz tarafından katledilişi ve böylelikle Sâdık Hidâyet'in kendi canına kıyması için bardağın son damlasının tamamlanması...

"Garip bir dağılma ve bölünme geçiriyordum sürekli. Bazen bir şey düşünüyor, buna kendim de inanmıyordum. Bazen içimde kendime karşı bir acıma duygusu beliriyor, ama aklım ayıplıyordu beni. Birisiyle konuşsam, bir şey yapsam, türlü konularda söze karışsam gönlüm başka yerde oluyordu, aklım başka yerde, ve ayıplıyordum kendimi. Dağılan, çözülen bir kitleydim ben. Sanki hep böyleydim, böyle de kalacağım: acayip, biçimsiz bir karışım..."

İşe yarar bir son adına tekrarlamak isterim; yazarın romanında ne bir zafer ne de bir mağlubiyet vardır. Onunki sadece ruhsal bir boşalmadır. Ümit ve ümitsizlik arasında bezmiş, yılgın ve hatta mahvolmuş bir adamın kaleminden çıkanlardır. Karamsarlık olduğu kadar, alay da vardır...

İntiharından (Paris'te kaldığı dairesindeki tüm delikleri tıkayıp gaz musluğunu açmış ve ölmüş. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu onu tıraş olmuş, tertemiz kıyafetler giymiş bir şekilde yerde yatarken bulabilmiş. Cebinde parası da varmış ve müsveddeleri yakılmış bir şekilde yanı başındaymış.) kısa bir süre önce bir hikâye taslağı bulunmuş. Konusu ise şöyle: Annesi "Salgı salamaz ol!" diye beddua eder bir yavru örümceğe. Örümcek hiç ağ yapamayınca, çaresizce ölüme kurban gider. Bunu bilen herkes sorar: Hidâyet'in hayat hikâyesi miydi acaba bu hikâye?

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder