Büyük yazarların birçoğu hayatlarının kısa veya uzun bir döneminde günlük tutmuştur. Tolstoy, Dostoyevski, Plath, Gide, Pavese; bizden ise Tanpınar, Ece Ayhan, Ataç, Tomris Uyar, Falih Rıfkı, Salah Birsel vb. bunların iyi ve ünlü örneklerindendir. Bu günlükler zaman zaman tematik de olabilir ama genelde günlük hayatı ve yazarının düşüncelerini yansıtıcı şekilde düzenlenmiştir. Pek tabiî her edebî türde eser vermiş olan Türk Edebiyatı’nın en velut yazarı Enis Batur da bolca günlük yazmıştır. Ada Defterleri bence bu günlüklerin en güzellerinden ve verimlilerindendir.
Günlük okumak, yazarın hem aklına hem de kalbine sokulma yollarının en önemlilerinden biri bence. Hatırat okumak biraz daha farklı. Hatırat kalabalıktır, günlük ise yapısı gereği daha tenhadır, özeldir. (Burada Gide’in “Günlüğün hatıradan tek farkı günü gününe yazılmış olmasıdır sözüne çok katılamıyorum) Bu yüzden bir yazar daha iyi bir şekilde günlüklerinden tanınır. Fakat burada şöyle bir ikilem ortaya çıkıyor: Acaba yazar günlüklerini tamamen kendine mi yazdı yoksa yayımlanmak üzere mi kaleme aldı? Bu ayrım önemli ama ben her yazarın tüm yazdıklarının elbet bir gün yayımlanması gerektiğini düşündüğünü düşünüyorum. Kafka bile tüm yazdıklarının yakılmasını dostu Max Brod’a vasiyet etmiş, kendisi yakma yoluna gitmemiştir. Hâlbuki kendisi de yakabilirdi. Fakat şu da var: Yazar tamamen sansürsüz yazmıştır, ‘o anda’ yayımlanmasını istemiyordur, daha sonra biraz sansürleyerek yayımlamayı düşünüyordur, ömrü vefa etmemiştir, bu kabul edilebilir.
Tanpınar örneğin, günlüklerinde sık sık bu metinlerin günün birinde yayımlanabileceğini düşündüğünü söylemiştir. Ancak buna rağmen ruhunun dehlizlerindeki zaaflarına varıncaya kadar yazmıştı. Fakat her yazardan onun kadar dürüst, daha doğrusu açık olmayı beklemek doğru olmaz. Yazar bunları yayımlayacaksa veya böyle düşünüyorsa kendini sansürlemesi olağan. Enis Batur’da durum biraz farklı. E. Batur zaten kısa zaman dilimlerini direkt ne şekilde yayımlayabileceğini, hangi dosyasına eklemleyebileceğini düşünerek yazıyor zaten. Bu günlükler edebî birer metin olarak yazılmış. Günlüklerin bir kısmı normal yaşantıdan oluşuyor ama bir de hemen her günlük metninden sonra italik dizilmiş daha yoğun, belli temalara odaklanan metinler geliyor. Batur’un Ada Defterleri için bir ‘günlükdeneme’ formunda metinler dersek çok da yanılmış olmayız.
Günlükleri birbirinden ayıran şeylerden biri de mekândır. Batur’un Ada Defterleri, adı üstünde, Büyükada ve Heybeliada metinlerinden/günlüklerinden oluşuyor. Adalı olmak adada yaşamak farklıdır. Bir süre adada yaşamaya karar vermek de biraz “inziva burçlarına çekilmeye” yönelmek demek olabilir. Enis Batur’da da bunu görüyoruz: “Adalılar, anakarada yaşamaya kolay alışamazlar, sanırlar ki o büyük bütünlük kaybolmalarına yol açacaktır – orada yaşayanların, bütünün içinde adalar oluşturduklarını fark etmeleri zaman alır. Gene de adalı, anakaranın felâketlerinden araya giren suların, mesafenin kendisini koruyacağına inanır.” … “İstanbul artık kişinin kendisini sakınması gereken bir şehir halini aldı: Her şeyi deliyor, tıkıyor, yontuyor, usul usul kemiriyor.”
İlk kısım Büyükada günlükleri çok kısadır (iki hafta kadar), orada niyetini ve ruhunu çok aksettiremez ama diğer iki bölüm üçer dörder aylık Heybeliada zamanlarını kapsar ve burada günlükler asıl formuna kavuşur. Çünkü kitabın italik yazılmış denemevari kısımları da asıl günlük bölümünü öne çıkarır.
Kitap, asıl üç kısımdan oluşsa da -İnce Uzun Ahşap Bir Balkondan, Temas ve Mesafe, Basso Continuo ve bunlara ek olarak Köprü, Ara Not, Samih Rifat İçin gibi kısa bölümler-. Büyükada kısmını ayırıyorum çünkü orası hem kısaydı hem de klasik günlük metinlerinin dışında italik dizilmiş metinler daha az sayıdaydı. 2006 yılının Heybeliada’sında ise rutin günlüklerinin dışında ‘temas’ izleği peşinden ilerlemiş Batur. 2007’nin Heybeliada’sının italik teması ise ‘yalnızlık’. Günlüklerde ne kadar sıradan olayları yalın bir üslûpla görüyorsak, italik metinlerde zaman zaman kopkoyu konuları çetrefilli Enis Batur üslûbundan okuyoruz. İtalik kısımlar her ne kadar ‘zor’ olsa da metni uçuran kısımlar bence. Çünkü rutin günleri okumak bir yere kadar magazinsel tat verse bile daha sonra (zamanlar uzadıkça) biraz yavanlaşıyor. Fakat bu kısımlar da o çetrefilli metinlere yumuşak bir geçiş yapabilme işlevi görüyor. Bu yüzden kitabın bu şekilde, çift metinli kurgulanması metne yaramış ve bu iki kısım birbirini beslemiş.
Peki, bir günlükte zamansal olarak nasıl bir yol izlenmeli? Geniş zamanları esas alarak uzun yıllardan oluşan bir günlük mü, yoksa kısa bir zaman dilimini kapsayan ama her gün yazılan bir günlük mü? Ben bir okur olarak ikinciyi tercih ediyorum ki Ada Defterleri’ni sevmemin en önemli sebeplerinden biri de bu. Batur, işleri veya başka sebeplerden dolayı (eşi Fatma Tülin’in babasının vefatı, Samih Rifat’ın hastalığı ve vefatı) zaman zaman anakaraya kısa süreli dönüşleri dışında, adada olduğu her sabah defterlerinin başına oturmuş ve bir önceki günü bazen uzun bazen kısa özetlemiş. Bu günlüklerde (italik yazılmayan kısımlarda) yemek yedikleri yerler, sohbet ettikleri kişiler, ada yürüyüşleri, tekrar adaya dönme planları, adaya temelli yerleşme planları gibi günlük ve hayatsal konular, yazınsal işleriyle ilgili konular ve bazı kişiler hakkındaki görüşler de yer alıyor. Ülke gündemi de günlüklerde zaman zaman yer tutuyor tabiî ki. Hatta Enis Batur’un iyi okuyucuları anlayacaktır, bu kısımlar zaman zaman, onun içbükeylerini de andırıyor.
Batur’un sıkı bir okuru olarak benim en çok dikkatimi çeken durumlardan biri de yazarın çalışma şekline kısmen şahit olabilmek oldu. Çünkü Enis Batur durmadan yazan ve bunu nasıl başarabildiği kolay kolay anlaşılamayan bir yazar. Günlüklerde o dönemde hazırladığı kitaplara değinmesi, neyi ne şekilde oluşturduğunu belirtmesi, hangi kitaplara nasıl yoğunlaştığını açıkça söylemesi onun bu kitapları nasıl yazabildiğini anlamamı kolaylaştırdı. Tabiî kolay yazabilme yeteneğini göz ardı etmiyorum. (Ona sorsak kolay olduğunu elbette kabul etmeyecektir, ama kitap sayıları da ortada).
Enis Batur’un şimdiye kadar altmış yetmiş kitabını didikleyerek okumuşumdur. Ada Defterleri en sevdiğim beş on kitabından biri oldu. Bunda aslan payı elbette iyi metinler okumuş olmam. Ancak en az onun kadar önemli olan, defterlerin bize, yazarın insanî, beşerî ve hatta süflî yönlerini de göstermesi; yazar Enis Batur ve insan Enis Batur -baba, eş, oğul, taraftar, dost, arkadaş, sarhoş, ayık- için en azından bir eskizi bize çok görmemesi. Çünkü böyle olunca yazarları daha somut birer varlık olarak anlamamız kolaylaşıyor.
Mehmet Akif Öztürk
x.com/OzturkMakif13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder