Bu haritayı istinaden, gazeteci, Televizyoncu, Yeni Medya’nın (Dijital) isimlerinden İsmail Halis Beyefendi, Ketebe Yayınları'ndan Semerkand Günlükleri adıyla kitap çıkarmıştır. 2016 yılında Ramazan programında, TRT’nin elinde bulunan imtiyazı delerek, yeni bir döneme imza atmıştır, Kudüs’te Ramazan programıyla tam tamına 30 gün boyunca, Ahmet Murat ve Ömer Lekesiz ile beraber evlerimize konuk olmuştur. Daha sonra bu seriyi, Endülüs Granada, ve Semerkant’ta sürdürmüştür. Bizi birbirimize bağlayan bağları göstermiştir. Farkımızın olmadığını aynı nehrin, Amuderya’nın sularından içtiğimizi, iliklerimize kadar hissettiren bir isim olmuştu. 30 günlük Semerkand ikamet safhasını, yollarda, trende, uçakta yazarak kayda almış, sâdece video ile değil kelimelerle de hafızalara geçirmeye çalışmıştır.
Kudus’ü mimlediğimizde yani Pergeli orada sabitleyip, çevirme kolunu döndürdüğümüzde, ilk hareketli ayak Endülüs’e ve sonra Yavuzun doğusuna Semerkand’a hareket etmelidir. Böylece bir yay oluşur ve oradan o derunî, Peygamber kokulu Horasan nefesin yayılabileceğini, bunun gerekliliğini aktarmaktadır. Onun en önemli üç meselesi, bu üç kadim şehirlerdi. “Ömrümün üç güzeli, üç meselesi idi Kudüs, Endülüs ve Semerkand.” İsmail Bey’in, günlüklerini tutma gerekçesi niyetinin dijital literatürdeki büyük eksikliğin giderilmesidir. Ve Kudüs hattını bir kitaba dönüşme imkânı bulmadığı için Semerkand bölgesini günlüğe çevirmesi, en önemli vazîfelerinden biri olmuştur. 134 sayfalık eseri, elinize aldığınızda bir nefeste okuyabilirsiniz. Bir seyyah değil bir gazeteci kaleminden çıktığını, olaylara ve şehre bakış açısından anlayabiliyoruz. Ne anlatmak istediğini hayalleyip, hızlıca kaleme geçirildiğini kavrayabiliyoruz. (Eleştiri hakkı olduğunu düşünerek.) Cümleler, bir gazete köşesine yetiştirmek için zaman darlığından çıkmış bir tarzda. Bu bazı bölümlerde, yazının serencamında ve anlatımında yer yer kopukluğa, devrikliğe neden oluyor. Ve en önemlisi (burada yayınevlerine oklar) neden şapkalar kullanılmıyor, özellikle -sağ cenahta- dil inkılâbını doğru bulmayan, yayınevleri buna âzamî ölçüde neden önem vermiyor? ”İşâret, sâdece, dâvet mesâî,” diye neden kelimeler yazılmıyor? Bu tenkidimiz kitabın muhtevasıyla ilgili değil, genel olarak yazın dünyasınadır. (Kısmet İsmail Bey’in kitabına olmuştur.)
Sayın Halis, kitabın içinde Türkistan bölgesindeki izlenimlerini ele almış. Taştan topraktan, doğa güzelliğinden değil, insanından ve o irfan mayasından bahsetmiş. Ekrem Hakkı Ayverdi, Anadolu kültürü ve irfan masalını kabul etmez ve îtiraz eder. Ona göre, bu köklerinden koparmanın ve olmayan bir medeniyete mâletmenin yoludur. İrfan, Yesevî ocağından, Mâturîdî nefesinden yani Horasan’dan buraya taşınmıştır. İsmail Bey’de kitabında bunu anlatmak istemiştir. Bizim o kadim ve kudretli inancımızın, bin yıldır sağlam direklere sâhip olmasını Buhara ve Semerkant’a bağlar. Özellikle Nakşibendiyye ekolüne yer verdiğini ilâve etmeliyiz. Türkistan çıkışlı Kadirriye’den sonra ikinci büyük ekolün, dünyanın dört bir yanına yayıldığını düşünürsek tâbi olarak bâhislerin başköşesine yerleşecektir. Kitapta, Piri Türkistan Ahmet Yesevî’de çokça anılmıştır. Koca Türkistan Piri’nin huzurunda çimlerin üstünde diz kırarak Divan-ı Hikmet okumak kendisine nasip olmuş. Sâdece bununla kalmamış, Buhara’da Kalan Minare’ye çıkıp çekim yapmak da kısmetine düşmüş.
"1860’lardaki Rus –Sovyet işgalinden beridir, Kur’an ve ezan sesinin duyulmadığı Registan Meydanı ve Tilla Kâri Medresesi, 150 yıllık bir aradan sonra, Kur’an-ı Kerim ve ezan sesiyle yankılandı."
Elbette, Türkistan bölgesinde olan biri Buhara’yı es geçemez. Hadis ilmi denildi mi hemen hemen her evin köşesinde, gönlünde İmam Buhârî sevdasını dile getirmiştir. Bin yıl yakındır süregelen hadis okuma meclislerine yer vermiştir. Buhârî-i Şerif tedrîsatının bizim geleneklerimizde önemini örneklerle detaylandırmıştır. Orduda askerlerin yanında Sahîh-i Buhârî taşıdığını ve Ahit sandığı gibi en önde gittiğini öğreniyoruz. Küçük hayret ünlemi bırakacak ek bilgi ise İmam Buhârî’nin çok iyi okçu olduğu ve hedefini hiç ıskalamadığıdır. Peygamberimizin amcasının oğlu, Hz. Hüseyin’in sütkardeşi peygamberimizi kabrine yerleştirip en son çıkan, Kusem Bin Abbas’ın, türbe-i şerifi de Semerkant’ta sizi karşılayan yapı olarak kitapta anlatılıyor.
Mânevî büyükleri ele almasının yanı sıra, Sovyet dönemindeki baskılar, Stalin’in yok ettiği Müslüman Türk aydınlarını bize hatırlatıyor, rûhâniyetlerine selâm yolluyor.. Sovyet rejiminin Türklüğe ait ne varsa Rusya’ya mâletme çabasını ve bu yüzden gelen baskıları, zulüm altında süren 80 yılı tekrardan dinliyor, hafızalarımızı tazeliyoruz. Millî mücâdele döneminde Pakistanlı Müslümanlardan, Haleb’li kardeşlerimizden gelen yardımları bilinen gerçeklerdir. Lâkin efsanevî şekilde dolaşan Lenin’in bizi desteklediği ve altın yardımının gerçek yüzünü , "Buhara Halkının 100.000 Osmanlı Nasıl Bolşevik Yardımı Oldu?” bölümünde işleyerek, Lenin güzellemesi yapanlara, yerinde cevap veriyor. Buhara Cumhuriyeti’nin, ilk ve son cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu, yardım için kolları sıvıyor halk düşünmeden ellerindeki Osmanlı altınlarını ve rubleleri hiç tereddüt etmeden, veriyor. Lenin, “ulaştırılması güç” dese de Kocaoğlu yolunu bulacağını söylüyor. Sonra ne mi oluyor? Toplanan altınlardan ve yardımlardan sâdece 10.000.000 ruble bize ulaşıyor, gerisine, 90 milyon rubleye, Lenin el koyuyor. Osman Kocaoğlu ülkeyi terketmek zorunda kalıyor ve Türkiye’de vefat ediyor. İsmail Halis yardımla ilgili önemli bilgiyi Kocaoğlu’nun, Yakın Tarih dergisine yaptığı açıklamaları hiç dokumandan, olduğu gibi paylaşarak, birinci elden aktarıyor.
Yukarıda dediğimiz gibi Sovyet rejimi, Türkistan topraklarındaki bütün yapıları Ruslaştırmak için elinden gelen gayreti göstermiştir. Aleksandr Yakupovskiy tarafından yazılan, dilimize İlyas Kemaloğlu tarafından çevrilen Semerkand kitabında, Özbekistan eserlerini ziyarete gelen Rus turistlerin yeni hayat şartlarında, Sosyalist yükselişi ve yeni milli kültürün yükselişini göreceğini söylenir. Kitabı çeviren, Kemaloğlu, “Dolayısıyla Yakubovsky’in Timur’un daha çok olumsuz taraflarını ön plana çıkarması, muhteşem yapıların halk kitlelerinin sömürülmesiyle ortaya çıktığını defalarca vurgulaması ve her şeyi feodal sistem çevresinde yorumlamasında siyasî vaziyetin etkisinin büyük olduğunu söylemek mümkündür” diye yazmıştır.
1944 yılından îtibâren SSCB Komünist Partisi Altın Orda Devleti ve onunla bağlantılı konuların araştırılmasını yasaklamıştır. 1944 yılı hatırlanacağı gibi Stalin’in Türklere soykırım uyguladığı tarihtir. İsmail Bey Rus aydınları mevzûsunda bir şeye daha dikkat çekiyor, Barthold ismine. Bugün Asya denildi mi ilk başvuru kaynaklarından biri olan, akademisyen hakkında, Bahaddin Ögel’in uyarılara kulak veriyor, bizim de duymamızı sağlıyor. İşte Ögel’in o notu: "Şunu unutmayalım ki Barthold, Bir Rus bilgini ve tarihçidir. Orta Asya tarihi araştırmalarına da kendi milletinin istek ve eğilimleri ile girmiştir.”. İki bilim adamının bizi uyaran, cümleleri belki gözümüz açar ve batı ve sol zihniyetini anlamamızı sağlar.
İsmail Halis, kitabının birçok yerinde Halime Toros’un “Asya’nın Kandilleri” belgeseline gönderme yapıyor. Türkistan konusunda, onu bir hayli etkilemiş bir yapım olarak, referansı oluyor. Kitapta bahsedilmese de söyleyelim, belgeselin kitabı da aynı isimle mevcuttur. Zamanın da yapılan en iyi Türkistan belgeseli olan Asya’nın Kandilleri, o coğrafyayı anlamamıza, aynı nehirde yıkandığımızı gösteren, nadir yapımlardan biridir. Öyle belgesel bir daha çekilir mi? “Doğu’nun Kayıp Siluetleri” de bu anlamda izlenmesi gereken, bir belgesel olduğu notunu yazalım. Kitapta olması gereken, beklenen, Selçuklu medeniyeti biraz daha aktarılabilirdi. Çünkü Horasanı, Anadolu’ya taşıyıcı kuvvettir. Nur kasabasında (kitapta küçük de olsa bu kasaba yer almış) tohumu atılmıştır, Alparslan ve Kılıçarslan’ın kılıcının suyu, Arslan Baba himmeti ve Ceyhun nehrinin zikriyle verilmiştir ve dünyanın en yüce medeniyetinin atası kurucu kuvveti olarak yerini almıştır.
Kitaptan birkaç not düşürecek olursak,
• “Daha somutlaştırmak gerekirse, bugün herhangi bir mekânın paylaşılan fotoğrafı, 'hoşluk, güzellik, anı' oluyor ve öylece kalıyorsa, mekandan, zamandan, kendimizden ve nihayetinde 'varlığımızdan' çalıyoruz demektir.”
• "O ihtiyarların yüzündeki harita, dileriz, gayret ederiz, dua ederiz ki, o gençlerin omuzlarında bir ideale, bir yaşam biçimine ve bir tarihe dönüşse."
• "Hemedani hazretlerinin açtığı Hacegan yolunu, Anadolu, Balkanlar ve tüm dünya ile buluşturan atlas isimler kılavuzumuz olsun ki 'durulanmış kelimeler' azığımız olsun."
Elçin Ödemiş
x.com/elindemis