SAYFALAR

26 Ekim 2024 Cumartesi

Kor gibi yanan yürek

Hecenin beş şairi, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy ve Enis Behiç Koryürek, Anadolu ve Asya Türk varlığının şiirde temsilcileri, Millî Edebiyat akımının baş aktörleri olarak karşımıza çıkar. Faruk Nafız Çamlıbel, Han Duvarları ile ünlense de dilden dile dolaşan, “Kıskanç” şiiridir. Biz fanilerin bildiğince, Zeki Müren ve birçok sanatçıdan dinlediğimiz , “İntizar” şarkısıdır. Beni en çok şaşırtanı ise Suat Sayın’ın söylediği "Yolcu ile Arabacı” şarkısı olmuştur. Arabesk diye küçümsediğimiz parçanın, sözlerinin Faruk Nafiz Çamlıbel’e ait olduğunu duyduğumuz an, sukuta uğrarız. Yine “Ah eden kim bu saat kuytuda?” bestesini Alâeddin Yavaşça’dan, "Keklik" bestesini Müzeyyen Senar’dan dinleyip ruhumuzu besleyebiliriz. Orhan Seyfi Orhon’un “Veda Busesi” şiirini kim bilmez ki, dudaklarımızdan yıllardır bıkıp usanmadan nesilden nesile “Alnına koyarken veda busesi” söylemeye devam ederiz. Radyoda Zeki Müren’in dudaklarından dökülen, “Sen gözlerimde bir renk / kulaklarımda bir ses / ve içimde bir nefes olarak kalacaksın” şarkısını (Geçsin günler haftalar) mırıldanarak, erguvanlar içinde yol alırken, Kime yazılmış bu şarkı, kim yazmış? Suallerini yöneltiyorum. Ve bir yanan yüreğin ismi kulaklarımdan, hafızama gidiyor. Beş Hececilerden, Enis Behiç Koryürek adı dudaklardan dökülüyor. Hiç soruyor muyuz? Bir insan neden Koryürek soyadını alır? Milli şiirin temsilcisi Enis Behiç’i yakan dert, yüreğini kor içinde bırakan hasret ne olabilir?

Türk şiiri, Türk musikisi ile içiçe geçmiş bir bütünün parçasıdır. Aşkın dile gelişidir. Aşk hasret demektir aşk adamı yakar geçer.. “Hamdım yandım piştim elhamdülillah”. Pişmezsek yitip gideriz kuytu köşelerde. Arayan bulmaz ama bulan arayanlardır. Mecnun arayandı çöllere düştü, Ferhat arayandı dağları deldi. Aradığımız kendimizdir, gizli hazinenin içimizde olduğunu bildikten sonra pişeriz. Bizi bize hatırlatan, ayna görevi gören, dünyada bir nüve vardır. Evlat. Evet, evlat babanın sırrıdır. Onun ile pişer insan, olgunlaşır. Enis Behiç için hayat imtihanı tam buradan gelmiştir. Milli şiirin beşlisinden olan şairin hayatında, yüreğinin kor gibi yanmasına neden olan şey, çocuğunun hasretidir. Bir kez öpüp kokladığı oğlu Hasan’ı, ömrünün sonuna kadar bir daha göremez. Şairin hayat hikâyesi insanın içini burkan cinsten. Bir melodram filmin içinde, bu kadar olmaz dediğimiz, senaryo akışında sürüp giden bir ömür.

Enis Behiç Koryürek, 27 şubat 1893 yılında İstanbul Aksaray’da dünyaya gözlerini açar. Babası İsmail Behiç son sultan Vahdettin’in doktorudur. Çocukluğu, Makedonya’da, Selanik’te geçmiştir.1910 yılında girdiği mülkiyeyi derece ile bitirir. Yabancı dillere özellikle Fransızca olan ilgisiyle dikkatleri üstüne çeker.1910 yılında ilk şiirini yazar. Unutulmaması gereken bir felaket olarak adlandırdığı Balkan savaşları, onda derin izler bırakır. Ziya Gökalp’in desteği ile heceyi kullanır ve milli akım şairleri arasına girer. Şiirlerini, vatana sevdalı bir yüreğin derinliklerinden gelen epik tarzda yazar. En yakın arkadaşı Fethi Tevetoğlu’dur. Saray çevresinde büyüyen Enis Behiç, 1914 Hariciye nezaretinde kâtiplik vazifesine başlar. Çanakkale savaşının sonuna doğru Bükreş’e görevli gider. İşte hayatının dönüm noktası tam burada başlar. Vatanın bağrına saplanan süngülerin yanı sıra özelindeki sıkıntılarda yüreğini burada yakacaktır. Macaristan onu Koryürek yapacaktır. Fransız öğretmen Gabrielle Guillemet (Gabi) hanımla 1919 tarihinde evlenir. Nikâh, Anadolu’da emparyalist güçlere karşı milli mücadelenin başladığı zamana denk gelir. Vatana dönmek için çırpınan Behiç Koryürek’in cebinde beş parası yoktur. Macar başvekilinin keskin zekâsının ürünü bir yardımla, yurda döner ve Milli hükümetin yanında yer alır. Bu dönüş evliliğindeki ilk çatlaklığı verir, eşi onunla gelmek istemez. Bükreş’te korkusuz, rahat hayatını sürdürmek ister, ama milli duyguları yüksek olan Enis Behiç için bu mevzu bahis değildir. Ülkesine dönecektir.

Ben bir Türk’üm. Sen benimle bilerek evlendin. Ben Anadolu’ya geçmeye mecburum. Vatanım tehlikede!” cevabıyla kararından dönmez. Evlilikleri Gabinin aşırıya kaçan kıskançlıkları, bencilliği, Türk kültürüne olan yabancılığı ile çıkmaza girer. Evlendikten üç yıl sonra, Gabi iki aylık gebe iken boşanırlar. Antlaşmaya göre çocuk altı yaşına kadar annesinde kalacak, sonra babaya teslim edilecektir. Enis Behiç, doğacak çocuğa Hasan Argon ismin verilmesini şart koşar. 1923 yılında oğlu dünyaya gözlerini açar ama babası orada değildir. Altı yaşına kadar babasını hiç görmez, annesi Katolik kilisesinde onu Rogerius adıyla vaftiz ettirir.

“Benim değerli hazinem, Sevgili Hasan”

Macaristan’ın Kisvarda kentinde büyüyen Hasan Koryürek, babasını sadece bir kez görebilir. Annesi Gabinin akıl almaz engellemeleriyle, baba oğul birbirine hasret bir hayat sürerler. Birbirlerine yazdıkları mektuplarda oğlun öfkesi, babanın ise yanan yüreğinin izleri görülür. Aslında mektuplar iki hasret gönlün çarpışması ve konuşmasından ibarettir. Yönlendirilmiş Hasan babasına kırgındır, ama büyüdükten sonra tüm gerçekler gün yüzüne çıktığında, buna sebebin annesi olduğunu öğrenir. Öyle ki babasının vefatını üstünden beş yıl geçtikten sonra haber alabilir. İkinci dünya savaşında hiçbir şeyleri kalmadığında, babasının gönderdiği giysileri saklandığı yerden çıkaran, annesinin yalanları da gün yüzüne çıkar. Annesinin mektuplaşmaya izin vermesinin nedeni tamamen maddiyat içindir. Enis Behiç, ilk mektuplarda oğlunun değil annenin cümleleri olduğunu yakalar. Hasan’a kendi kelimeleriyle yazmasını söyler, Türkçeyi öğrenmesini öğütler. “Üslup konusunda, yazdığım sözlerden biraz alındığını görüyorum. Fakat biraz anlayış genç delikanlı, dürüstlüğüne karşı nasıl şüphe ve kuşku duyabilirim? Seninle gurur duyan kendime karşı bir hareket olur.

Oğul Hasan, hakîkatler gün yüzüne çıkınca, babasının soyadını bir şeref madalyası gibi taşımaya karar verir, Türklüğünü inkâr etmez ama bir Katolik Macar vatandaşı olmaktan da gururludur. İbolya hanımla evlenir, dört çocuğu olur. Onlarda, Koryürek soyadını taşımaya devam ederler. Macaristan’da çok iyi bir gazeteci, yazar, tiyatrocu ve çevirmen olur. Yaşar Kemal'in İnce Memed’ini Macarcaya çevirir. 1956 Sovyetlere karşı başlatılan devrimci hareketin önemli figürlerinden biridir, Ruslar tarafından yargılanır, mesleğinden olur ama ilkelerinden taviz vermez. Fransa’ya kaçmayı reddeder.

“Şimdiye kadar hiçbir zaman bu kadar kendimi insan ve Macar hissetmemiştim.”

Enis Behiç Koryürek oğlunun Müslüman olmasını, bir Türk vatandaşı olarak hayat sürmesini çok ister ama bunu başaramaz. Oğluna hasret kor yüreğiyle, gözlerini bu dünyaya kapayarak gider.

Hasan Argon, Türk asıllı Macar vatandaşlığını devam ettirir. Baba oğul koşullardan bir araya gelemez. Hasan Türkiye’ye babasını ziyaret için çırpınır ama başaramaz. Behiç Koryürek’te elinde olmayana sebeplerle gidemez. Babasının ikinci eşi, üvey annesi Müfide hanımla mektuplaşır. Babasına ait eşyaları kendisine yollanır. Hasan Argon bunları saklar, albümler hazırlar. Evet, onlar bedenen bir araya gelmemiştir ama ruhları bir araya gelmeyi başarmış, aynı ilkelere sâhip olmuştur. Doç. Dr. Melek Çolak’ın, Budapeşte’ye Mektuplar adlı kitabında, birbirinin hasretiyle yanan babanın mektuplarına yer verilmiştir. Sadece yazışmalar değil, yazarın torunları ile olan konuşmaları, fotoğraflar, hayat hikâyeleri ile ayrıntılı bir çalışma bize takdim edilmiştir.

Şiirlerini yazarken, yüreğinin içinde Hasan diyen sesi gökyüzünü doldurmuş, dizelere dökülmüştür.

“Dünyayı iki şeyden
İbâret bilirim ben;
Biri, herşey olan: Sen!
Biri sen olmayanlar.”

Son zamanlarında tasavvufa yönelir. 1948 yılında Sâmiha Ayverdi ile yaptığı konuşmada “Yaşayan Ölü” eseri için mütefekkiri bir ummana, benzeri olmayan bir insana benzetir. İçindeki derunî boşlukları, Hem Sâmiha Ayverdi’ye, hem Kenan Rıfâî'ye açar. Aslında Enis Behiç Koryürek’in, Mehmet Ali Ayni ile olan dostluğundan sebep son zamanlarında tasavvufa yönelmesini, ruh çağırma seanslarını, açıklayacak tek kelime bir cümle vardır… Hasan Argon Koryürek. Evlat hasreti onu, yaşayan bir ölüye çevirmiş, pişirip şuuraltından Varidat-ı Süleyman Çelebi olarak tezahür ettirmiştir.

Kenan Büyükaksoy (Rıfâî) şöyle bir cevap vermiştir kendilerine; "Oğlum şem’i gör kim yanmadan yandırmadı pervaneyi." (Sâmiha Ayverdi, Mülakatlar).

Onun hakkında ne yazsak az gelecektir. Hangi şairin hayatı film olsa deseler hiç düşünmeden Enis Behiç Koryürek cevabı verilir.

“Geleceğinden ve mutluluğundan başka düşüncesi olmayan babanı sev, olur mu oğlum.”

Elçin Ödemiş
x.com/elindemis

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder