SAYFALAR

31 Ekim 2024 Perşembe

Hayattan lezzet almak bir lüks müdür?

"Yılmazlık neden önemli biliyor musunuz? Kim olursanız olun, bazen işler iyi gitmez. Böyle zamanlarda insanın kendini toparlayıp ağaya kalkması gerekir. Ama hayatta cam gibi kırılmak da vardır. Kesif bir dairenin içine düşmek, kötü düşüncelere kapılmak, o kötü düşünceler sonucu yanlış kararlar almak, daha da yanlış yapınca iyice dibe vurmak da vardır. İşte bazı insanlar döne döne dibe vurur, bazıları da döne döne yükselir. İkinci gruptakiler sebatkâr kimselerdir. Israrcıdırlar. Yılmazdırlar. Her zekâ düzeyinde bu böyledir. Herkes için geçerlidir."
- Vedat Milor, Yeni Dünya Yeni Kurallar

Çocukluğumdan beri yemekle aram hep iyi oldu. Bu, her tabağına konanı yemek manasında değil elbette. Çok seçen, sebzeyle arası açık, etle, hamur işiyle, kızartmayla -gerçekten çok şaşırtıcı- arası iyi bir çocuktum. Yemek denen şeyin besleyici, doyurucu, sağlıklı tarafı tarih boyunca konuşuldu, konuşulmaya da devam edebilir, bunda bir beis yok. Ama ben keyif aldığım yemekten bir zarar göreceğime hiç inanmak istemedim. Batıl mı? Neden olmasın. Lise yıllarımda, Fındıkzade'nin güzel lokantaları eşliğinde damak tadı denen meseleyle karşı karşıya kaldım. Samatya'nın balıkçıları ve daha sonra Fatih'in etçileriyle birlikte zevklerim iyice yerine oturmuştu. Şurası kesindi: yemek yemek, lezzet almak, muhteşem bir şey. Bunu tek başına yapmak kadar sevdiğin birkaç arkadaşınla paylaşmak da o lezzeti artıran bir şey.

Damak tadı sonradan geliştirilebilir bir kabiliyet mi değil mi, hâlâ merak ettiğim konulardan biri. İyi yemek yapan, güzel sofralar kuran, lokantanın ya da restoranın iyisinden anlayan herkese kulak vermişimdir. Onlardan öğrendiğim, damak tadı elbette geliştirilebilir bir şey. Bunun için çaba, bilhassa kıyas yapabilme meziyeti gerekiyor. Diğer yandan, yemek yapımında nelerin doğru, nelerin yanlış olduğunu da öğrenmek lâzım. Aksi hâlde herkesin güzel dediğine güzel, kötü dediğine kötü demiş oluyoruz. Sonra bakıyoruz, sofra kültürünü sahiplenmiş, güzel yemeklerin ve içeceklerin izini sürmüş kimselerden bazıları, yaşamdan da zevk almasını gayet iyi biliyorlar. Bir yaşam görgüleri var. Konuşmaları, oturup kalkmaları, gezmeleri, paylaşmaları lezzetli bu insanların. Bir entelektüelin hiç yitmeyen merak duygusu gibi, bir iştah duyguları var. O duyguyla birlikte yürüyorlar, yaşıyorlar. Vedat Milor gibi.

Benim için anlatıcılık çok önemli bir hadise. Entelektüel birikiminiz, kemale ermişliğiniz, çevreniz, kartvizitiniz sizin için değerli olabilir. Ama benim için, bu görgünüzü ne kadar, ne derece aktardığınız daha önemli. Vedat Bey, hem televizyon ekranında hem de köşe yazılarında bu anlatıcılığın hakkını vermiş zihinlerimizden. Fevkalade donanımını, kendi yaşam pratikleri ve ilkeleri doğrultusunda bir çerçeve içine yerleştirmiş, bu çerçeveyi yaşadıkça genişletmiş, geliştirmiş. Hesap Lütfen'i okuduğumda bunu iyice fark etmiş, daha çok yazması gerektiğini düşünmüştüm. Çünkü bu tip insanlara hep bir bakiye gözüyle bakarım. Bu tip insanlar kolay yetişmiyor. Üstelik anlatmaya, paylaşmaya meraklılar.

Vedat Milor'un özellikle İstanbul'a dair yeme-içme tavsiyeleriyle bir dönem kafayı bozmuştum. Gidebildiğim yerlerin lezzetlerini keşfettim, gidemediklerim hakkında bilgi topladım. Sonra büyüdük ve kirlendi dünya. Sevdiğimiz lokantalar elden ele geçtikçe değişti, kimileri kapandı, bazıları iktisadî gerekçelerle hayal kırıklığına uğrattı. 2000'li yıllardan sonra yaşanan her hadisenin insan ömründen alışı, karamsar bir psikolojinin dünya ahvali oluşu, insanımızın söğüşlenecek bir fırsat gibi görülmesi, besinlerin hijyen konusunda sürekli sınıfta kalması, ambalajlı ürünlerde karşılaşılan korkunç tezgahlar derken, yemek-içmek bir işkenceye dönüştü. Tıpkı yaşamak gibi. Vedat Milor'un yeme-içme ile ilişkisi, hayatla kurduğu ilişkinin bir özü aslında. Yemek yemeyi sevmekle yaşamayı sevmek arasında bir irtibat var. Bunu yazmalı, bunu konuşmalı diye düşünürken pek güzel bir çalışma okuyucuya sunuldu Kronik Kitap tarafından: Yeni Dünya, Yeni Kurallar. Kitabın alt başlığı: Yaşam Zevkine Ulaşmanın Bugünkü Yolları. Yenal Bilgici'nin çok klas, çok yerinde sorular sorarak yönlendirdiği Milor, yaşam görgüsünü, entelektüel birikimini gayet lezzetli biçimde aktarıyor meraklılara. Hayatı nasıl tatlandırdığımızın, yemekleri nasıl tatlandırdığımızdan daha önemli olduğunu fısıldıyor. Ya da ben böyle anlamak istedim, hoşuma da gitti, içtenlikle söyleyebilirim.

Kitapta okuru bekleyen konuların sıralaması da gayet özenli: Bugünün dünyasıyla baş etmek, insan ne için yaşar, yaşam sevgisi bir kültürdür, ilham kimlerden alınır, en zayıf halkaysak nasıl ayakta kalacağız, komplo teorilerinden nasıl kaçacağız, yüz yılı deviren cumhuriyetimiz içinde neleri doğru neleri yanlış yaptık, geleceğin meslekleri, insan ufkunu nasıl genişletir... Vedat Bey, sorulara cevap verirken kendi analiz yöntemlerinden de bahsediyor. Nelere özellikle dikkat ettiğinden, yorum yaparken nelerden beslendiğinden. Bunlar için de Dünya Bankası Raporları da var, filmler de, kitaplar da, makaleler de. Bir okurun söyleşi kitaplarından mutlaka beklediği şeyler bunlar. Kitap bittikten başka hamleler yapabilmek, cesur davranabilmek, fikirlerini gözden geçirmek, yeni değerlendirmeler inşa edebilmek için elzem enstrümanlar. Milor'un iş ve insan ilişkilerine dair gözlemleri de bizim nesil için oldukça kıymetli. Çünkü kıramadığımız döngüleri kader olarak değerlendirip, yolumuzu karartmaya devam ediyoruz çoğu zaman. Mesela, bir 'freelance' metin yazarı olarak, birkaç yıldır seçtiğim çalışma tipinde ne kadar haklı olduğumu şu satırlarda görmek beni ziyadesiyle keyiflendirdi: "Çok uzun zaman önce 'Ben bir şirkette çalışamam' diyebildim mesela. Çünkü ben bir konudan hoşnut olmadığım zaman karşımdakinin ekonomik durumunu, statüsünü, bana zarar verme potansiyelini hiç düşünmeden aklımdakini pat pat söylerim. Tahmin edersiniz ki bu da modern dünyada, hele de hiyerarşinin hâkim olduğu şirketlerde pek işe yarar bir karakter özelliği sayılmaz. Kolay değil. Hele hele biri bana çok faydacı yaklaşırsa, 'Başkaları yapıyor, sen de yap' derse bende kontak atar. Bunun örneğini çok defa yaşadım. Bu yüzden bağımsızlığımın üzerine titrerim."

Milor, yurt dışındaki uzun yıllara dayanan iş ve ilişki tecrübelerini, toplum gözlemlerini, oldukça realist bakış açılarıyla okura sunuyor. Demokrasinin, güven toplumunun, orta sınıfın öneminden bahsediyor. Yerel kültürlerden ABD'nin loser dediği kesimlere, sosyal medyadan yapay zekaya, çok geniş bir alanda benimsediği fikirleri ve hatta filtreleri aktarıyor. Şu paragraf, memleketimizin güncel vaziyeti açısından da kayda değer: "Yadsınamayan bir gerçek var. Sağlam bir demokrasiyle sağlam bir orta sınıf arasında dolaysız bir ilişki bulunuyor. Daha mutlu toplumlar, insanların birbirine güven duyduğu; birbirlerine yapmacıklığa kaçmadan daha iyi davrandığı; yardımseverlik oranının yüksek olduğu; fertlerinin çok fazla tedirginlik, kızgınlık ve öfke hissetmediği toplumlar güçlü bir orta sınıfa dayanan toplumlar oluyor. Elbette demokrasi de buna paralel şekilde gelişiyor."

Rüştünü ispat etmiş, şöhretli, çevresinin ilgisine ve sevgisine mazhar olmuş, dolayısıyla epeyce alkışlanmış kimselerin yaşamda takındığı tavır hep dikkatimi çekmiştir. Erdemler, ilkeler, taviz verilmeyen hayat hassasiyetleri... Vedat Milor bu anlamda kayıtsızlığın da yeri geldiğinde önemli bir duruş olduğunu söylüyor. Her şeye hemen atlamanın, hemen her konuda yorum yapmanın ne gibi tehlikeler içerdiğini, sadece alkışlanmak için yaşamanın manasızlığını anlatıyor. Kişi kendini bilirse, neye karşı nasıl bir tavır alacağını da bilir elbette. Milor tam burada, Nobel ödüllü Fransız şair ve yazar Anatole France'un sözünü hatırlatılıyor: "Huzurlu bir kayıtsızlık erdemlerin en bilgesidir.

Hayattan lezzet almak, yaşam zevkini hissetmek, paylaşmak, bunları artırmak için ille de maddi güçlerin zirvede olması gerekmiyor. Birilerinin bunları da anlatması lazım. Çünkü rezilyans (psikolojik sağlamlık) meselesinde, yaşamdan tat almak en önemli yeri tutuyor. Zira depresyon zaten hareket kabiliyetini bitirdiği için, psikolojik düşüklükte yaşam giderek sönükleşiyor. Tüm dünyada insanlığın maruz kaldığı tablo ortada. Bu tablonun içinden anlamlı, coşkulu, huzurlu ve zevkli bir hayat çıkarmak imkânsız değil. Kitaplar da bu yüzden hayatî, bu yüzden başucumuzda, yanı başımızda bize destekçi. Yeni Dünya Yeni Kurallar da tüm bu konular üzerine gayet tatmin edici bir söyleşi...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder