"İnsan birçok şeye 'sahiptir' ama bunları asla bizzat edinmemiştir, aksine atalarından miras almıştır. İnsan bir tabula rasa olarak doğmaz, sadece bilinçsiz doğar. Ancak organize olmuş ve özellikle insani bir şekilde işlemeye hazır sistemleri beraberinde getirir ve bunları milyonlarca yıllık insani gelişime borçludur."
- Carl Gustav Jung
Dünyaya hitap eden fikirleriyle meşhur olmuş kimselerin ölümlerinden sonra eserlerine olan ilgi artış gösterir. Öyle ki bazen hiç ilgi görmemiş kitapları bir anda başkaca dillere çevrilmeye başlar. İnsan ruhunun dehlizlerine, kıvrımlarına, kendi yolunca ışık tutmaya çabalamış zihinlerden biri olan Carl Gustav Jung'un da hikayesi biraz böyledir. O her ne kadar Freud'la yaşadığı ayrılıktan sonra iyice ünlense de 1961 yılında Zürih'te son bulan yaşamıyla birlikte daha da tanınır olmaya başlamıştır. Bunun pek çok sebebi vardır ama belki de en haklıca sebep, yazdıklarının her eserinde farklı bir yere oturması, her fikrinin farklı bir arayışa cevap (ya da soru) olmasıdır. Keza, henüz Jung'un hayatta olduğu ve Fried Fordham'a ait Jung Psikolojisinin Ana Hatları kitabının önsözünde bakınız Jung büyük bir samimiyetle ne diyor: "İnsan anatomisinin arkasında uzun bir evrim dönemi olduğu gibi insanın psikolojisi de tarihsel köklere sahiptir ve yalnızca onun etnolojik değişkenleriyle değerlendirilebilir. Bu yüzden benim çalışmalarım okuyucunun dikkatini bu türden düşünceler ile dağıtacak sayısız olasılıklar sunmaktadır."
Hakikaten de Anılar, Düşler, Düşünceler'i okurken başka, Dört Arketip'i okurken başka, Bilinç ve Bilinçdışı'nı okurken başka Jung'lar buluruz. İnsan ve Sembolleri, Rüyalar, Maskülen, Feminen gibi çalışmalar okura hiç hazırlıklı olmadığı ya da dalmak için geciktiği deryalar açar. Psikolojide Tipler ve İnsan Ruhuna Yöneliş gibi oldukça teknik kitapları sadece meraklıların dünyasında bile çok önemli bir yerde durur. Bir hakikat de şu ki Jung, bir kere okunup geçilecek kalemlerden, zihinlerden değildir. Mutlaka tekrar okunması gereken, okundukça söylemek istediği açılacak olan, ancak bu söylediğinin kesin olmadığı da mutlaka bilinmesi icap eden bir bilim insanıdır. Belki de bu yüzden Jung'a dair okunacak kitaplardan en önemlileri, onun fikir dünyasına dair yazılmış giriş kitaplarıdır. Fried Fordham'ın kitabının dışında Jalande Jacobi (C.G. Jung Psikolojisi), David Tacey (Jung’u Nasıl Okumalıyız?), Claire Dunne (Ruhun Yaralı Şifacısı Carl Jung), Carl Alfred Meier (Jung: Arketipler, Rüyalar ve Din), Paul Bishop (Carl Gustav Jung) ve Gary Bobroff (Carl Jung) önemli çalışmalar ortaya koymuşlardır. Son dönemde bu saydıklarımın dışında dilimize çevrilmiş kitaplardan bir başkası, derleyici toplayıcı yapısıyla dikkatleri çekiyor: Murray Stein, Ruhun Haritası: Jungcu Psikolojiye Giriş, Albaraka Yayınları.
Murray Stein, Jung'un özellikle ruhu dikkate alması üzerine yönelmiş, bu besbelli. Belki de çalışmasının en etkileyici tarafı bu. Jung'un insan ruhunun nihai gizemine dair ömrünü verdiği emekleri, Murray için başlı başına bir merak konusu. Bu merakı daha anlaşılabilir kılmak içinse mutlaka bir haritaya ihtiyaç var. Bu haritanın, Jung'un ortaya koyduğu kavramları yorumlarken, kavramların kendi aralarındaki ilişkiyi de yerli yerine oturması gerekiyor. Diğer çalışmaların da hakkını vererek söze başlayan Murray, "Benim çalışmamın eklediği şey, teori içindeki kapsayıcı tutarlılığı ve onun ince bağlantılar ağını vurgulamaktır" diyor ve asıl amacının "Jung'un tüm eserlerini oluşturan yorum ve ayrıntı yığınının altında yatan entelektüel bütünlüğü ortaya çıkarmak" olduğunu söylüyor. Jung ne yaptığını tam olarak biliyor muydu? Yaptıklarının bir yere varacağını düşünüyor muydu? Kendini hiçbir kalıba, okula, cemiyete ait tutmadan, üstelik bir yol çizmeyi de hiç doğru bulmayan bu insan; yaşarken de öldükten sonra da bu kadar insana, mekana, zamana ulaşacağını tahmin edebiliyor muydu? İlginç olabilir ama bir Jung okuru olarak bu hislere kapıldığını, hissinden kimseye bahsetmediğini ama zaman zaman düşünüp tebessüm ettiğini tahmin edebiliyorum. Jung'un nasıl bir insan olduğunu da mutlaka bilmemiz gerek. Doğrudan fikirlerine dalmadan önce Jung'a dair okumalar yapmak, bu şaşılacak derecede entelektüel insanın özellikle sezgi, analiz ve yorum gücünü görmek açısından bile heyecan verici. Murray şöyle söylüyor: "Jung'un yazılarına hayran kalmaya devam etmemin ve onu yirmi beş yılı aşkın bir süredir istikrarlı bir şekilde okumamın bir nedeni, onun zorlayıcı bir şekilde tutarlı olmamasıdır. Tillich veya Hegel gibi gerçekten sistematik düşünürleri incelediğimde, onların çelik gibi zihinlerinin sıkı çeneleri arasında her zaman kıvranmışımdır. Onların düşünceleri benim için fazla düzenlidir. Peki ya hayatın dağınıklığı, sululuğu nerededir? Bu durum beni bilgelik için öncelikle filozoflara ve teologlara değil, sanatçılara ve şairlere bakmaya yöneltmişti. Katı sistemlere hep şüpheyle yaklaşmışımdır. Bana paranoyakça görünmüşlerdir. Jung'un yazılarında ise hiç böyle bir izlenime kapılmadım."
Jung, analitik psikolojinin kurucusu olarak hem bazı kavramları yeniden yorumladı hem de kendi ekolünü kurma iddiası gütmeden yeni kavramlar ortaya koydu. Hiçbirinin gündemden düştüğünü, önemini yitirdiğini söyleyemeyiz. Bugün sadece psikoloji sahasında değil, kişisel gelişimden tasavvufa, sosyolojiden edebiyata ve sanatın diğer çok alanına kadar Jung'un üzerinde durduğu kavramlar konuşuluyor: Ego, bilinç, içgüdüler, arketipler, kolektif bilinçdışı, persona, gölge, anima, animus, bireyleşme, beden-zihin birliği, eşzamanlılık. O, insan ruhunun derinliklerinde keşfettiklerini mutlaka mitolojiyle birlikte yorumlamaya çalışmasıyla da hep ilgi gördü. Böyle bakıldığında ruh denen sistemin birçok parçadan oluştuğunu, bu parçaların görünmez ağlarla diğer ruhlara da bağlı olduğunu görmek mümkün. Bu metafizik görüş, ülkemizde Jung'u uzun yıllar, hatta şimdi de hep ayrı bir yerde konumlandırdı. O her ne kadar sufi kaynaklara çok fazla başvurmasa da getirdiği yorumlar din, sufizm, mistisizm kanalından da değerlendirildi. Bugün maneviyat ya da benötesi psikolojisiyle ilgilenen herkes, mutlaka Jung'dan da yararlanıyor. İnsanın alemle olan yakınlığı-uzaklığı, kişisel psikolojimizi, benlik deneyimimizi, ruhsallaşma sürecimizi doğrudan etkiliyor. Bunun için pek çok kalıptan sıyrılmak, kendimize bir ayna bulup oradan bakmak, çetin bir savaşa girmek gerekiyor. Kolay değil, zira Jung da filozofların, teologların, hatta kozmologların topraklarına dalmış, oradan pek çok şey süzüp getirmiştir.
Bir kişinin toplumsal kimliğini oluşturan, birey ve toplum arasındaki arayüzü olarak kabul edebileceğimiz "persona", Jung'un üzerinde durduğu kavramlardan. "Gölge" ise kişiliğin reddedilen ve kabul görmeyen yönleri olarak tarif ediliyor. Persona ve gölge için bütünleşme meselesi ciddi bir mücadele alanı. Egonun zıt kutupları olarak ruhta duran bu ikili birleştirilebildiğinde ortaya ne çıkar? Jung'un eski bir hastasına yazdığı mektuptaki şu satırlar, sorunun en güncel cevabı olarak aramızda duruyor. Birlikte okuyalım: "Şer hayır oldu. Sessiz kalarak, hiçbir şeyi bastırmayarak, dikkatimi koruyarak ve gerçekliği kabul ederek - her şeyi olmasını istediğim gibi değil, olduğu gibi kabul ederek - tüm bunları yaparak, olağandışı bilgiler ve daha önce asla hayal edemeyeceğim olağandışı güçler elde ettim. Her zaman bir şeyleri kabul ettiğimizde onların bizi bir şekilde alt ettiğini düşünmüşümdür. Bunun hiç de doğru olmadığı ortaya çıktı; meğer insan ancak onları kabul ederek onlara karşı bir tutum takınabilirmiş. Şimdi hayat oyununu oynamaya niyetliyim; bana gelen her şeye, iyi ve kötüye, sonsuza dek yer değiştiren güneş ve gölgeye açık olacak ve bu şekilde kendi doğamı da olumlu ve olumsuz yanlarıyla kabul edeceğim. Böylece her şey benim için daha canlı hâle gelecektir. Ne kadar aptalmışım! Her şeyin olması gerektiğini düşündüğüm şekilde gitmesi için nasılda kendimi zorlamışım!"
İnsan ruhunun, yani o uçsuz bucaksız derinliğin bir haritası çıkarılabilir mi? Bu sorunun yanıtını vermek çok zor. Jung da bu zorluğu biliyordu ve yapması gerekenin en iyisini yaptı: bazı kolaylıklar sundu. Üstelik bunu yaparken Murray Stein'in dediği gibi ruhun nihai gizemine saygı duydu. O hâlâ, bir şeyler göstermeye çalışıyor meraklılara. Kendini, insanı, ruhu merak edenlere. Belki de bu yüzden yazdıklarına, düşüncelerine doyum olmuyor.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
SAYFALAR
▼
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder