SAYFALAR

3 Ocak 2024 Çarşamba

Sen hiç ben oldun mu?

“Baktığın benim, gördüğün sensin."
- Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî

Her insan bilmecedir. Aile, kimsenin çözemediği ama bir kenara da bırakıp gidemediği bulmacaların tek sayfada toplanmış hali gibidir. Herkes herkese çok yakındır. Ama kimse kimseyi çok da tanımaz aslında. Yakınlık körlüğü getirir çünkü. İnsan en çok aşina olduğunu ihmal eder.

Şermin Yaşar'ın ilk romanı Söyleme Bilmesinler'de aslında bir ailenin yirmi dört saatine tanıklık ediyoruz. Alelade bir yirmi dört saat yahut tanıklık değil ama… Yazarın da dediği gibi “Bazen yirmi dört saate gereğinden fazla şey sığıyor.” İnsan içine doğduğu ailenin izlerini taşır yüzünde, gözünde, sesinde. O izler her bir kardeşte farklı tezahür eder. Ama değil mi ki ana baba aynıdır; kopamaz o izlerin getirdiği bağdan. Kaderin cilvesi mi, insanın kendi kendisini tutsak etmesi mi bilinmez, dönüp dolaşıp aynı kuyuya düşmekle, anne babanın yazgısını yeni sürümüyle yaşamakla sınanır. Baş karakterlerimiz Emin, Ethem ve Ekrem paylarına düşen kaderi ve kederi anlatır bize kitapta. Yalnız onlar mı? Aileye gelin gelen eşleri de girer söze. Aile büyüdükçe yumak karışır. Hatta ölüler bile söz alır sırları açığa kavuşturmak için. Zorunlu birlikteliklerin daima karanlık tarafları da vardır. Sırlar, yalanlar, bilmezden gelişler... Her aile ayrı dinamiklere sahiptir muhakkak. Ve her aile, matruşka bebekler gibi içi açıldıkça yeni tanışılan oldukça eski yaralarla yüzleşecektir zamanı geldiğinde.

Öyledir. İnsan anne babasından yalnız huyunu, suyunu, kaşını gözünü almaz miras olarak. İçinde kapanmayan yaralarını, korkularını, söylenmeyen sırları, vicdan azaplarını, boş bakışları da alır. Her aile sıradan görünür dışardan. Her ev dışardan huzurludur. Hayat bir şekilde akıp gitmektedir ve sükûnet her şeyin yolunda olduğuna inandırır ötekileri. Ama öyle kesin yargılarla yürümez hayat. Evin duvarlarına siner içinde olup biten. Önceleri isyana başvurulsa da bir noktadan sonra herkes birbirinin dilini çözer. Her ailenin kendi arasında kullandığı ayrı bir dili de oluşur zamanla. Yahut ortak bir sessizliği… Hoş görmek ayrıdır tahammül ayrı. Aynı çatıyı paylaşmak aile olmaya yeter mi?

Sıradan bir ailenin sıradan fertlerinin hikayesini okuyoruz romanda. Yazarın ilk romanı, ancak karakterler sıradan oldukları kadar iyi de kurgulanmış. Karakterlerin kurgu olduğunu bildiğimiz halde kanlı canlı. Sokakta, otobüste, hastanede her an karşımıza çıkıp bize hikâyenin doğruluğunu teyit edebilecek kadar canlı. Sıradan insanların sıradan dertleri, kırgınlıkları, sevinçleri, kayıpları, boşlukları, sevilmeyişleri, kayboluşları, sözleri ve sükunetlerini anlatırken yanımızdan geçip giden herhangi biri olabilir hissiyatıyla okutuyor kendini roman. Yalın ve bir o kadar da gerçek. Hakikatin insanı inciten, yüzleştiren yönünü de görüyoruz romanda. Her karakterle empati yapmak mümkün. İnsan hakikati satırlardan öğrenemez elbet. Ama okudukları sadra işleyen şeyler olduğunda kendi hakikatine bir adım daha yaklaşmış sayabiliriz. Bilhassa Ethem karakterinin başlarda “ortanca çocuk görünmezliği” zannedilen hikayesi sona doğru evrildiği noktayla, yıkılmadan inşa edilmenin, tamamlanmanın, yüzleşmeden yaraların geçmeyeceğinin kanıtı gibi. Öyle ki yazar dahi kitabı kendisine ithaf etmiş; “Ethem hayali bir karakter. Ancak onu yazarken sıkıntısını, yalnızlığını, el yordamını o kadar derinden hissettim ki, bu kitabı Ethem’e ithaf ediyorum.” Ethem’in şahsında, hissettiği yalnızlığa geçerli bir sebep bulamayan, sıkıntısını ve içsel boşluğunu anlamlandıramamış, aidiyet kuramamış herkesin, Ethem’in hikayesiyle kendi hakikatini sorgulayacağı ve belki de bir anlama kavuşacağını düşünürsek, okur kimliğinden sıyrılıp, eserin ithaf edildiği karakter siz de olabilirsiniz.

Tüm ailenin tek tek içini döktüğü bu roman, çapraz bir sorgu olmadan “Aslında nasıl oldu?” sorusuna cevap arıyor her bir konuşmada. Karakterler konuştukça, aslında herkesin kendi açısından ne kadar haklı ve fedakâr olduğunu da görüyoruz. İletişimin olmadığı tüm ilişkiler yanlış anlaşılmalara ve akabinde hazin sonlara gebedir şüphesiz. Aile gibi bir kurumdaki iletişimsizliğin, kopukluğun nelere haiz olabileceğini gayet “bizden” ve “içimizden” bir üslupla anlatan yazar, o iç döküşleri bir cesaret anına çevirmeyi, her şeyin düzelmesi için olan düzenin yıkılması gerektiğini, yüzleşmenin başta acı verse de yaradaki cerahati akıtıp nasıl rahatlattığını içtenlikle aktarıyor okuyucuya. Ve sorguluyor;

Evlenip aynı çatı altında yaşıyorlar diye karı koca olur mu insanlar? Aynı ana babadan oldular diye birbirlerine sahiden kardeş olur mu çocuklar? Yıllar kalbini dağlasa da içlerinde o kor söner mi aşıkların? Her şeyi aşikâr olanların sakladıkları sırlar daha mı çoktur?

Sevdenur Yazıcı
twitter.com/yazicisevde

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder