SAYFALAR

20 Kasım 2023 Pazartesi

Hayatlar ve kitaplar

Sanırım geçen ay, bir arkadaşımın instagram'daki hikayelerinde görmüştüm aşağıdaki satırları. Hemen kitabın ismini sormuş ve not almıştım. İyi bir deneme okuru aynı zamanda iyi bir avcı ve toplayıcıdır. Buna inanıyorum. Derken kitaba başladım ve hiçbir sayfasında pişman olmadım. Hayatla, edebiyatla ve kitaplarla iç içe geçmiş yazılarıyla Meltem Gürle hepimize kırmızı bir kazak örüyor. Bir nebze ısınabilmek ve her şeye rağmen, her şeyle birlikte insan kalabilmek için. Peki beni bu kitaba çeken satırlar neydi? İncelikler Yüzünden başlıklı yazıdan, şu harika paragrafa bakar mısınız:

 "Bizi mahvedenin kabalıklar olduğunu zannederiz. Oysa, asıl incelikler yıkar hepimizi. Kabalık, içinde yaşadığımız, kendimizi hazırladığımız, hatta bir dereceye kadar baş etmeyi öğrendiğimiz bir şeydir. Dünya iyi bir yer değildir. Hayat acımasız, insanlar hoyrat, mutluluklar geçicidir. Bunu beş yaşında falan öğreniriz. Sonrası üç aşağı beş yukarı hep aynı teranedir."

Meltem Gürle'nin üzerinde dedesinin önemli bir etkisi var: okumak. Hem de öyle ne bulursa değil, hepsi edebiyatın üst düzey isimleri. Üstelik, 'hayat okulu' denen tecrübeler aleminde epey yol almış bir dedenin rehberliğinde, onun işaretleriyle okumak bambaşka olsa gerek. İnsan, böyle böyle bir hayat görgüsü kazanıyor aslında. Gerçekle hayali, doğruyla yanlışı, adaletle zulmü birbirinden daha net çizgilerle ayırmak bir görgü işidir çünkü. İnsanın hayat yolculuğundaki en önemli işi de bu erdemleri gün yüzüne çıkarmak, giderek parlatmak kendi gönül aleminde.

"Evet, edebiyat çok güçlü bir araçtır. Hayatı anlamayı kolaylaştırır. Kimi zaman acıları da hafifletebilir. Ama o bile gidenleri geri getiremez." diyor Meltem Gürle. Bu gayet yerinde ifadeler hayat yolculuğunda bize yeni damarlar açıyor. Peki bu yolculukta insan kırılıp küsmeyecek mi hayata? Her şey yolunda mı gidecek? Böyle bir şey elbette mümkün değil. Hayatın içindeki edebiyat ve edebiyatın içindeki hayat bizlere bunu da öğretiyor aslında. Kitaptan okuyalım: "Güneşin herkesi aynı şekilde ısıttığını, çimenlerin hepimizin ayağını aynı şekilde gıdıkladığını, rüzgarın saçlarımızı hep aynı şekilde dağıtacağını düşünürüz. Oysa bütün bunların hiçbir garantisi yoktur. Güneşin bizi kavurmayacağının, çimenlerin birer yılan olup ayağımıza dolaşmayacağının sözünü veremez bize kimse. Bir gün rüzgarın kulağımıza delice sözler fısıldayıp fısıldamayacağını bugünden kestiremeyiz."

Kitaplarla olan ilişkimizi yeniden gözden geçirmemize vesile oluyor bu denemeler. Yıllar geçtikçe yeniden okunması gerekenler, okundukça hayatımızda önemli bir yeri olduğunu anladığımız karakterler, kimi zaman özendiğimiz antikahramanlar, sıra dışı yazarların aslında ne kadar basit yaşadıklarına dair veriler... Özellikle de klasiklerle aramızdaki irtibatı yeniden kurmamız gerekiyor. Bazı kitapların sahiden de ölmeden önce okunması lazım. Çünkü en yakın ilişkilerimizden hedeflerimize kadar pek çok şeyde kitaplar biz farkında olsak da olmasak da kritik bir rol oynuyor. Bu, klişe deyimle 'kendini iyi ifade edebilmek'ten çok daha ötesi. Daha iyi gözlem yapmak, daha iyi yorumlamak, duyguları pürüzsüz biçimde yaşayıp düşünceleri kendimize has filtrelerden geçirebilmek kitaplarla mümkün. Mesela şu ifadeler, bu kitap görgüsünün bir nişanesi olsa gerek:

"Kimi dostlar yavaş yavaş gider insanın hayatından. Telefonlar kesilir. Görüşmelerin arası açılır. Bir araya gelindiği zaman küçük anlamsız konuşmalar yapılır. Sonra bir gün ilk kez onun yanında sıkıldığınızı fark edersiniz. Eve döndüğünüzde ağır bir his olur içinizde. Söylenmesi gereken şeyler söylenmediği için değil, söyleyecek bir şey kalmadığı için olur bu."

Kitabın önsözünü özellikle yazmaya yeni başlayanların ya da başlamak hayali kuranların dikkatle okuması gerekiyor. Meltem Gürle burada bir mizaç tipinden de söz ediyor aslında. Bazı insanlar belki kalemlerine, gönüllerine, becerilerine güvenebilirler ama sahneye çıkmak, bir yazının yazarı olmak, bir yazının sonuna ad-soyad imzası atmak kolay işler değil. Çünkü gururlanmakla utanmamak iç içe geçebiliyor bazen. Ama 'bunu başardım' demek, 'bu sefer oldu' demek de bambaşka hisler. Yazmak o yüzden insanı bir kitabın parçası hâline getiriyor Marguerite Duras'ın dediği gibi. Okumayı çok seven bir insanın konforlu alanından çıkıp masanın başına geçmesi, bir dergide yer alması, bir gazetenin köşesinde adının geçmesi, kimilerine ağır gelebilir. Bu yükü omuzlamak için ağır adımlarla ilerlemek gerekiyor. Yazarın kendini ispat etmesi meselesi, okurla ilgili bir mesele aslında. Hak eden, hak ettiği yere elbette ulaşıyor. Yalnızca bu yeri fazla abartmamak gerekiyor. Çünkü hiçbir şey kalıcı değil bu hayatta. Akıllarda kalmak? O başka. Dostoyevski ve Tolstoy gibi mesela. Hermann Hesse ve Thomas Bernhard gibi. Rilke ve Neruda gibi. Sonra Tanpınar ve Sait Faik gibi. 

İnsan psikolojisine dair en güzel analizler ve yorumlar edebiyatın içinde gizli. Gözlem yeteneği güçlü yazarlar bunu oldukça iyi yapıyorlar. Üstelik kendi yaralarını unutmadan ve başkalarını da yargılamadan. Zira 'kitaplarla büyümek' böyle bir şeydir: "Çünkü siz hayatı kitaplardan öğrenmişsinizdir. Başkalarını incitmekten korkarsınız. Onun için hep biraz ürkek bakarsınız. Efendimli, lütfenli konuşursunuz. Bir şey isterken, 'Rica ederim' dersiniz. Özür dilersiniz. Üstelik bazan gerekmediği halde yaparsınız bunu. Dalkavukluktan, ricacılıktan ya da kibarlık budalalığından değildir bu tavrınız. Öylesinizdir. Diğer çocuklar sokakta oynarken, siz evde o kitapları okuya okuya böyle olmuşsunuzdur. Ona göre davranırsınız."

Kırmızı Kazak, yazarın "Fakat bütün iyi okuyucular bilir ki, bir kitaba dair fikir edinmenin en isabetli yöntemi, onu açıp okumaya başlamaktır. İlk birkaç sayfadan sonra hala okumak istiyorsanız, o kitap sizinle gelecek demektir. Kapağında ne yazarsa yazsın." ifadelerini doğrulayan bir kitap. Hem de pek çok kitaba yaptığımız gibi şans vermemiz gerekmiyor. Hadi birkaç sayfa daha okuyayım dememize gerek kalmıyor. İlk sayfalarından itibaren alıp götürüyor. Adı gibi, içeriği gibi, tam bir kış kitabı.

Yağız Gönüler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder