SAYFALAR

28 Ağustos 2023 Pazartesi

Savaş sonrası aşkın ve özgürlüğün romanı

Simone de Beauvoir’ın fotoğraflarına bakıyorum; bir sokak protestosunda kendi gibi güçlü kadınlarla kol kola girmiş yürüyor, ellerinde “kadınlara özgürlük” yazan pankartlar var, çünkü o aktivist ve feminist. Bir başka fotoğrafta sandalyede oturmuş, elinde kalem tutuyor, kucağında defter var ve yazı yazıyor çünkü o bir romancı. Diğer fotoğrafa geçiyorum, dönemin tüm yazar, şair, filozof ve entelektüellerini etrafına toplamış, onlara bir konuşma yapıyor, hepsi onun sıkı birer dinleyicisi çünkü o bir filozof. Bir salıncakta oturmuş, arkasında sevgilisi, Amerikalı yazar Nelson Algren onu sallıyor çünkü o aşkı seven bir kadın. Son olarak en sevdiğim fotoğraflara gelip, uzun uzun bakıyorum, Jean Paul Sartre’la yan yana, omuz omuza, restoranda, kafede, sokakta ve son olarak mezarda yan yanalar, çünkü o sadık bir hayat arkadaşı… O Avrupa’nın göbeğindeki bir şehirden yazdığı metinleriyle bir devri etkilemiş olan Simone de Beauvoir.

İkinci Cins isimli kitabıyla tüm kuralları yıkıp feminist teoriyi yeniden yazan, Bir Genç Kızın Anıları’yla kadın okurlarına kendilerini keşfetme imkanı sunan, bunu yaparken de “en önemli eserim, hayatımdır,” diyen Beauvoir, tüm külliyatı arasından sıyrılan Mandarinler romanıyla merceği Avrupa’ya, politikaya ve varoluşçu felsefeye çeviriyor. Geçtiğimiz aylarda Beauvoir’ın Bütün İnsanlar Ölümlüdür isimli metafizik romanını yayımlayan Alfa Yayınları, yazarın külliyatının önemli eserlerini yeniden çevirmeye ve yayınevinin çatısı altında toplamaya devam ediyor. Simone de Beauvoir’ın 1954’te Fransa’da yayımlanan ve yayımlandığı sene ülkenin en önemli ödüllerinden biri olan Prix Goncourt’u kazanan romanı Mandarinler, İlkay Kurdak çevirisi ve Alfa Yayınları etiketiyle kitaplıklarımızda yerini aldı.

1944 senesinin Noel’inde açılan roman, Paris’in Alman işgalinden kurtuluşunun hemen ardından bir grup sol görüşlü aydının kutlama yapmak için toplandıkları bir evde başlıyor. Şair, romancı, oyun yazarı, filozof ve gazetecilerden oluşan bir grup aydın, ülkelerinin kaderini politikacılara emanet etmemekte kararlılar ama etkilerini kaybetmiş oldukları da hissediliyor. Paris entelijansiyası hem umudu hem de liberalizmi yeniden yorumlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyor. Avrupa’nın geçirdiği en büyük felaketlerden biri olan İkinci Dünya Savaşı’nı ve savaşın bitimini Camus, Sartre gibi gerçek aydınlar üzerinden anlatan bu savaş sonrası roman, ismini de Çin’deki bürokratik memurlar için kullanılan Mandarin kelimesinden alıyor. Romanın türü olarak Fransızca bir terim olan “roman a clef” i kullanmak yerinde olacaktır zira bu tür romanlarda gerçek karakterler kurguya karıştırılarak anlatılır. Mandarinler’de de Henri karakteri aslında Albert Camus’dür. Robert, Jean Paul Sartre’dan başkası değildir. Anne, Simone de Beauvoir’ın kendisidir. Lewis de Simone’un aşk yaşadığı Amerikalı yazar Nelson Algren’dir. Anne ve Robert karakterlerinin, Simone ve Sartre'dan tek farkları evli olmaları ve Nadine isimli bir kız çocuğuna sahip olmalarıdır oysa gerçek yaşamda iki yazar da evliliği reddetmiş, özgürlükçü ve serbest bir ilişki biçimini benimsemişlerdir. Anne, bir psikanalisttir, orta yaşının aşkın önünde bir engel olmadığını düşünür ve Amerikalı Lewis’le fırtınalı bir ilişki yaşar.

Albert Camus ve Jean Paul Sartre kurgulanmış karakterler Robert ve Henri üzerinden politik görüşlerini tartışır. Henri’nin gazatesinin ismi L’espoir yani umuttur. Henüz özgürlüğüne kavuşmuş yeni Fransa’nın savaş sonrası dönemini masaya yatırmaları, kâh Beauvoir’ın aşk hikâyelerini, kâh varoluşçu ve feminist düşüncelerini okura aktarması açısından önemli bir romandır.

İrem Uzunhasanoğlu
twitter.com/irem_uz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder