SAYFALAR

7 Temmuz 2023 Cuma

Tanıdıkça sevmek, sevdikçe bilmek

"Zerre düşse ilm-i Mevlâ'dan eğer bir kemtere
Kalbinin her zerresi meş’al-i irfân olur."
- Abdülaziz Mecdi Tolun

"Bilgin sana kıymet, talebin neyse, o’sun sen;
İnsanlığı; sade yiyip içmekte mi sandın?"
- Kenan Rifâî

Yeryüzündeki fani ömründe insan için en büyük saadet; bilme, öğrenme ve anlamayla geçen bir yaşamdır. İnsan sadece kitabi bilgiyle yetinemeyeceği ve kendini geliştiremeyeceği için bu bilgileri hayatını organize etmek için kullanmalıdır. Yaşam pratiği hâline gelmeyen bilgi, giderek yük hâlini alır. Aynı durum, dini bilgiler için de geçerlidir. Yaşanmayan bir din, insanı strese sokar. Halbuki inanç sahibi kimseler yaşama kattıkları sevinçle, neşeyle, enerjiyle bilinirler. Onlar kendi dertlerini unutup başkalarının dertlerine koşan, kendilerinden veren ve giderek nefslerini terbiye edip kamil vasıflara kavuşan kimselerdir.

Bilim (bilme), ilim (öğrenme), anlama (irfan) ve bunlarla yaşama (ahlak) bir ulu ağacın dalları gibidir. Kamil vasıflara kavuşmuş kimseler, yani eski zaman büyükleri; bu ağacın dallarından beslenip başkalarına da meyveleri sunmalarıyla eskimez olma vasfını kazanmışlardır. Bugün hâlâ bizler Süheyl Ünver, Ahmed Yüksel ÖzemreHaluk Nurbaki, Münir Derman gibi isimlerden istifade ediyoruz. Onlar, İnsan bedenindeki ve gökkubbedeki mükemmelliği idrak ettiler. Onlara göre Allah'ın insanla sorunu yoktu, insanın Allah ile sorunu vardı. Bu sorunun adı da gönlü Hakk'la hoş etme sorunuydu. Çözdüler, yazdılar, anlattılar. Hep dikkatimi çekmiştir; bu insanların hayatlarını okuduğunuzda, o hayatlarda bunalım, depresyon, panikatak göremezsiniz. Sıkıntıların, kederlerin, gamların hepsi gelip geçicidir. Zira bilirler ki dertsiz geçen günleri ömürden değildir ve asıl tehlike dertsizliktir. Tasavvuf hiç şüphe yok ki onların safalı bir hayat sürmelerinde yakıt olmuştur. Bu yakıt, günümüzde anlaşıldığı gibi romantik bir hat boyunca ilerlemez. Zamanı aşan faaliyetlerin, mekanı aşan birlikteliklerin, yani sevginin ve vefanın harmanlandığı bir tasavvuf anlayışı, metafiziğin realizasyonu noktasında vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Asırlarca tasavvufun bir miskinlik değil aksiyon hareketi olmasının, tekkelerin birer güzel sanatlar akademisi olmasının ardında bu yatar. Bu büyük insanlar; okulda, hastanede, ameliyathanede, kütüphanede yaptılar bunu. Yalnızca camilere, dergâhlara, bayramlara ve diğer özel günlere hapsedilen bir dini anlayışı savunmadılar. Sadece korkutulan, cezalardan ve kanunlardan oluşan bir din anlayışından beslenmediler. Dış kapıyı kapatıp iç kapıyı açtılar, yani gönüllerini. Zahire değil batına yöneldiler, esmadan müsemmaya geçtiler. Hepsi bu topraklara Hakk'ın birer nimeti olarak dağıldı ve bu dağılan nimetlerden her an nasiplenmek de bizlere dünya bahtiyarlığı oldu. Çok şükür.

1924 yılında Nevşehir'in Nar kasabasında dünyayla tanışan Haluk Nurbaki, üniversite öğrenimine kadar pek çok mana sultanından istifade etti. O mana sultanları, Nurbaki'nin gönlünü Fahr-i Kainat ve Ehl-i Beyt aşkıyla donattılar. Tıp eğitimini tamamladıktan sonra manevi silsilesi bir taraftan Bahâeddin Nakşibend'e diğer taraftan Abdülkâdir-i Geylânî’ye ulaşan, "mürşidim" dediği Faik Saraç Beyefendi ile tanıştı. Bir ömür süren yakınlıkları, her iki ismi de farklı boyutlara taşıdı. Yine bu sıralarda Diyarbakırlı Faik Yaşar Beyefendi ile tanışmasıyla gönlündeki Fahr-i Âlem ateşi coşmaya devam etti. 1968'de radyoterapi ve radyobiyoloji ihtisasını tamamladı. Kanser konusundaki faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Fransa, İsviçre ve İngiltere'de ilmi çalışmalar sürdürdü. Peş peşe yayınlanan kitaplarında mana kanalından aldığı gönül eğitimini ve pozitif bilimlere olan hakimiyetini cem etti. Bunu daha iyi anlatabilmek için Haziran 1989'da kendisine yöneltilen "İmana ve itikada ait meseleleri, fizik kanunları ile açıklama yoluna gidiyorsunuz. Neden böyle bir üslup seçtiniz?" sorusuna verdiği cevaptan bir bölümü buraya alalım: "Geçtiğimiz asırlara baktığımızda İslâm âlimlerinin, diğer ilimlerde de çağın gerektirdiği ölçüde ilim sahibi olduklarını görürüz. Fakat günümüzün şartları daha değişiktir. Mesela daha önce toplam üç ciltlik bilgi seviyesine sığan dünya ilmi, bugün kütüphanelerden taşmaktadır. Şunu söylemeliyim: İslâm'ın kendisi ilmî bir vakıadır ve her asrın ilmi ölçüsünde anlaşılır."

Sohbetlerinde ve yazılarında, ilmi tecrübesini irfan havuzunda yıkayıp öyle ustaca nakletmiştir ki dinleyen bir daha dinlemek, okuyan da bir daha okumak istemiştir. Böylece binlerce insanın hidayetine, yine binlerce insanın marifet ilminden nasiplenmesine vesile olmuştur. Onun benzersiz yorumlarında ve tüm çalışmalarında görülen şey şudur: Fahr-i Kâinat'ı ve Ehl-i Beyt'i sevmeden hiçbir şey tamam olmaz. Bu sevgi her şeyin ötesine geçmeden marifet ilminden nasip beklenemez. Bu sevgi bütün ruhumuza hakim olmadan afiyet ve saadet mümkün olamaz.

Nefes Yayınevi tarafından Mayıs 2023'te neşredilen "Rabbini Nasıl Bilirsin?", Dr. Haluk Nurbaki'nin Sûre-i İhlâs ve Sûre-i Rahmân üzerine enfüsî yorumlarından oluşuyor. Daha ilk sayfalarından itibaren Nurbaki'nin gönlünden akanlar, okurun gönlünü önce darmadağın ediyor, akabinde toplama harekatı başlıyor. Çünkü bize öğretilenlerin ne kadar "hiç" mesabesinde olduğunu, ne kadar yarım, eksik ve ham olduğunu, hatta kusurlu olduğunu yeniden görüyoruz. Keşke diyoruz bize mana meseleleri bu şekilde anlatılıp öğretilseydi. Zira okuduğumuz surelerdeki anlam derinliğinden maalesef ki bihaberiz. Günde belki birkaç defa okuduğumuz ayetlerden, surelerden ne anlıyoruz? Başkalarıyla ne kadar paylaşabiliyoruz? Sevginin asıl sahibi olan ve bütün kainatı sevgisiyle yaratan Hakk'ı tanımanın, bilmenin yollarına ne kadar uzanabiliyoruz? Bütün bunlardan uzak kalınca da "Arıyorum" deyip geçiyoruz, arama eylemine takılı kalıyoruz. Aradığımız şeyin ne olduğunu acaba ne kadar biliyoruz...

Kitabın, "Kur'an Hakikatleri" serisinin ilk cildi olması, nasibimizin süreceğini gösteriyor. Peki Rabbini Nasıl Bilirsin bizlere ne anlatıyor? Bunu birkaç cümleyle özetlemek elbette mümkün değil, bu sebeple Haluk Nurbaki'nin sözlerine müracaat etmemiz gerekiyor: Rabbimizi zâtıyla bilmemiz mümkün değil. Bu terazi o sıkleti çekmez. Peki bu böyledir diyerek kenara mı çekilmeliyiz? Elbette hayır. Rabbimizi sıfatlarıyla bilebiliriz. Hem de öyle güzel bilebiliriz ki etrafa, insanlara, çevremize, topluma, ülkemize bakışımız değişir. Taşa, toprağa, hayvana, çiçeğe başka bakmaya başlarız. Çünkü bu bakışın içinde tecelli var. Celaliyle, cemaliyle, azametiyle, kudretiyle, keremiyle, örtücülüğüyle, affediciliğiyle, sevgisiyle Hakk'ın tecelli ediş meselesine yoğunlaşırsak, bundan sonraki yaşamımız çok daha farklı olacaktır. Hem kitabın içinde okuru nelerin beklediğine hem de Haluk Nurbaki'nin üslubuna, irfanına, mana zenginliğine bir misal olması için iki uzun alıntı paylaşmak durumundayım:

"Evrenin bir noktasındaki bir güneş ya da gezegen, sayısız yıldızın, galaksilerin cazibe dengesi altındadır. Daima hareket halinde ve genişlemekte olan evren ve yıldızların her an cazibe şartları değişir; her an yeni cazibe kuvvetlerinin etkisi altında olan bu gezegen, bir an içinde milyonlarca formülden hesap yapması lazımdır ki hızını, mesafelerini ayarlayabilsin. Bu hesabı, değil bir taş yığınının yapması, milyonlarca âlim senelerce uğraşsa yapamaz. Ancak Allah'ın 'Samed sıfatı', her şeyin ona muhtaç olma yasası o dengeyi sağlar ve gezegen o sıfatın sırrı içinde varlığını devam ettirebilir. Atom çekirdeğinin içindeki nötron ve proton zerrecikleri korkunç kuvvetlerin temsilcileridir. Saniyede on milyon kere titreşerek denge kurabilirler. Ve bir atom çekirdeği, saniyede on milyon kez Samed sıfatına muhtaçtır. Bir an bu Samed sırrı zuhur etmese korkunç bir fırtına ile infilâk eder. Minikler âlemine gelirsek: Atomun etrafındaki elektronlar saniyede yüz bin kez döner. Bu dönüş elips şeklinde bir yörüngede olduğundan, her dönüşte elipsin her noktasında ayrı hız ayarlaması yapması gerekir. Hele elipsin en uzak ve en yakınlarında dört kez manyetik spin dediğimiz bir eğilme yapmak zorundadır. Demek ki saniyede 400 bin Samed sırrına muhtaçtır. Ya bir hücre? 2000 laboratuvardan kurulu olan hücrede tüm işlemler akıl almaz bilimsel beceriler istemektedir. Her laboratuvar saniyede en az 5.000-10.000 kez Samed sırrına muhtaçtır. Ortalama bir hücre saniyede on milyon kez Samed sırrına muhtaçtır. Şimdi kendimizin, sırf bedenimizin Samed sırrına kaç kez muhtaç olduğunu hesaplayın; unutmayın, vücudumuzda 30 trilyon hücre var ve her gramımızda ortalama milyar kere milyar atom var. Tüm sistemlerle birlikte Samed sırrına muhtaçsınız. Bu yüzden dakikada ortalama 16 kez nefes alırken 'Hu' dersiniz ve vücudunuzda bulunan milyar kere trilyon elektron, saniyede 400 bin defa manyetik spin yapar. Bu hareketi sırasında ona kıble tayin edilen çekirdeğe doğru derviş gibi eğilir."

"Kalp 'Allah' diye atar. Allah diye attığı için o kan senin en uzak yerine kadar gidip de canını nimet bilir, bunu bilin. Mümin, kâfir, vahşi, âlim neyse; hepsinde 'Al-lah, Al-lah' diyerek atar. Bu kalp atarken içerisine fesat doldurmazsan, önüne gelecek ilk adama nasıl kazık atarım diye plan hazırlamazsan... Hâdisâtı dışarıda gördükten sonra onu abes görmez, "Rabbim yaratmıştır, elbette bir hikmeti vardır" diye sıcaklık duyarsan işte o zaman yavaş yavaş ihlâs dediğimiz hadise başlar ki o kalbin her 'Allah' deyişini duyarsın. Şimdi en iyi geçinen insan dahi günde bir iki defa duyabilir; halbuki dakikada yetmişse yetmiş, seksense seksen atar kalp... Onu duyman lazım gelir. Ki günde yüz bine yakın 'Allah' diyor kalbin. Sen istediğin kadar dilinde yanlış konuş, istediğin kadar içinde başka şey yaşa... "Peki, Allah diyor da ben neyim, seyirci miyim?" Seyircisin ya! Sana Cenâb-ı Hakk bir ömür vadetmiş. O ömrün var olabilmesi için mutlaka "Allah" diyeceksin ki sana varlık sırrı verilebilsin. Bunu sana ibret diye vermiş ama farkında değilsin tabii. İşte bu sırra yaklaştıkça o insanda kötülük yavaş, yavaş, yavaş söner... İçerisine sokamazsınsınız. On kişi gelir her gün, 'Ya şurada şu varmış, burada...', hiç ırgalamaz adamı. "Hiç ilgilendirmez beni" der. Böyle insanlar yaşamamış mı? Hayal mi bunlar? Hayır! 'Al-lah Al-lah!' Dakikada yetmiş defa, altmış defa atan bu. Başka ses duyamayacaksınız o zaman. Efendim 'tik-tak' diyormuş... O senin babanın bozuk saatidir 'tik-tak' diyen! Kalp 'Allah!' der. İşte o, Allah'la senin manana da yayıldığı zaman, artık senden Allah'tan başka bir zevk çıkmayacak."

Haluk Nurbaki, Kur'an'da bir uzun sure ile bir kısa surenin (Rahman ve İhlas) Allah'ı anlattığını, bir uzun sure ile bir kısa surenin (Yasin ve Kevser) Efendimiz'i anlattığını, yine bir uzun sure ile bir kısa surenin (Yusuf ve Asr) insanı anlattığını ifade ediyor. İşte, Allah'ı anlatan iki surenin enfüsi yorumundan oluşan Rabbini Nasıl Bilirsin şu gerçekleri anlamamızı kolaylaştırıyor: İhlas kelimesinin anlamı, Ahad - Vâhid arasındaki fark, Allah'ın sıfatlarını kavramak, Samed'in anlamı, kudret ve güzellik kavramları, cennetin değişmez varlıkları, Allah'ın nasıl tanındığı, tasavvufun ihlâs tarifi, iman penceresinin ve gönül penceresinin nasıl açılacağı, Cenâb-ı Hakk'a hilafet etmek, Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlarının yansımaları, kalpleri mühürlü olanlar, samedâniyet, "Lem yelid ve lem yûled" sırrı, Hz. İsâ'nın yaratılışı, "Ve-lem yekun lehû kufuven Ahad" sırrı, "Va'llâhu Ahad", zamanın yavaşlaması, meleklerin varlığı, "Yalnız sana kulluk ederiz", Âyetü'l-Kürsî - Ahad ilişkisi, Hayy ve Kayyûm sırrı, insanın yaratılma sebebi, insanlardaki kötü haller: küfür, münâfıklık, şirk, sıfır kavramı ve cebir ilmi, ölüm ve diriliş olayı, Allah'ın güzelliğini idrak etmek, namaz ve infak, Allah'ı sevmek, gönül kanalı açmak...

Bu güzel kitap okunurken; ilmî, İslâmî ve tasavvufî bakış açılarının birbirinden ayrı kapılar değil, tek bir pencere olduğu da yeniden anlaşılacaktır. Büyükler buyurmuşlar ki tanımak, yalnızca sevmekle mümkün. Böylece tanımak bilmeye dönüşebilir ancak. İnsan için Allah'ı bilmekten daha büyük bir marifet var mıdır? Elbette yoktur. Hem bu dünyada, hem ahirette yegane saadet budur...

Nefes Yayınevi'ne ve kitabın oluşmasına katkıda bulunanlara bu anlamda ne kadar teşekkür etsek azdır. Haluk Nurbaki Beyefendi'nin ruhunun şad olması ve ilminden daima nasiplenmek niyazıyla...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder