SAYFALAR

29 Aralık 2022 Perşembe

Huzurda olma hâli

"Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin. Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın."
- Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (Mesnevî: Gölpınarlı)

Bir yola bağlansa da bağlanmasa da, Anadolu'nun mayasıyla ilgilenen kimseler mutlaka büyük gönül sultanı Mevlânâ'da duruyorlar ve oradan beslenebildikleri kadar besleniyorlar. Tasavvufta gayelerden en önemlisi, bu beslenişi samimi kılabilmektir. Herkes tekke, türbe ziyareti yapabilir ve âriflerin, velilerin hayatlarıyla ilgilenebilir ancak bir yere kalp çarpıntısıyla gitmek ve kavuşunca gözyaşı akıtmak, bir büyüğü sahiden de kalbin merkezine koymak, bambaşka bir hadisedir.

Batıda doğup büyümüş, ailesinden gelen inancı benimsemiş, fakat sonra ne olduysa olmuş ve kendine başka bir yol benimsemiş kimseler hep dikkatimi çekmiştir. Aslında bu, bizim toplumumuzun bir zaafıdır. Meseleye nereden baktığımız, kabukla mı yoksa özle mi meşgul olduğumuz bu zaafın altında gizlidir. Yakın zaman önce vefat eden Shems Friedlander, bu anlamda önemli isimlerden biriydi. Kendisi bir cerrâhî müntesibi ve aynı zamanda bir Mevlânâ âşığıydı. Amerika'da başlayan yeryüzü ömrünün Konya'da nihayete ermesi bile çok ilgi çekici bir insanlık hikâyesidir. Mesela Annemarie Schimmel'in hayatı da bu anlamda tetkik edilmeli, Sâmiha Ayverdi ile mektuplaşmaları okunmalı. Onun, Süheyl Ünver ve diğer pek çok kimseyle olan kalbi muhabbetindeki gaye, birer mana güzelliği olarak telakki edilmeli diye düşünüyorum. Böyle batılı olup da bir şekilde Mevlevî yolunun yolcusu olmuş pek çok kimse var. Yeri gelmişken, Muzaffer Ozak Efendi'nin yurt dışına yaptığı seyahatlerdeki ayinlerinin ve Celaleddin Çelebi'nin bilhassa Amerika'daki talebelerinin bu anlamda bir etkisi olduğu gayet açık. Özellikle 21. yüzyıl itibariyle hem batıda hem doğuda açılan enstitülerin de insanların tasavvufa merak duymasına, giderek daha fazla ilgilenmesine ve hayatını bir şekilde değiştirmesine imkân tanıdığı ortada. Modern zamanların buhranı satın alınan şeylerle değil, birbirine adanacak gönüllerle çözülebiliyor dersek, hata etmiş sayılmayız.

Kabir Helminski, yukarıda bazı andıklarımız gibi Mevlevî mayasından beslenmiş ve nihayet önemli bir topluluğa rehberlik edecek noktaya gelmiş bir isim. Eşiyle birlikte kurdukları ve etki alanını giderek genişleten bu topluluğun adı The Threshold Society. Kabir Helminski, Süleyman Hayatî Dede'nin talebesi olduktan sonra Amerika'da Mevlevîlik üzerine yoğun faaliyetlere girişmiş. Pek çok Mevlânâ eserinin yabancı dillere çevrilmesinde önemli roller üstlenmiş. Mevlevî mûsıkîsinin de etkilenerek bazı organizasyonlar düzenlemiş, kayıtlar yapmış. Bir şeyh olarak görünmek istemese de vaktiyle 1990'lı yıllarda Celaleddin Çelebi tarafından kendisine bu vazifenin verildiği de biliniyor. Helminski ve topluluğu, güncel sorunlara ve modern krizlere kadim sufi yaklaşımlarıyla çözümler arıyor. Farklı ritüelleriyle bazılarının ilgisini, bazılarının da eleştirisini çekiyor. Türkçemize Bilen Kalp adıyla çevrilen kitabı vaktiyle çok sevilmişti. Aralık 2022 itibariyle Timaş Yayınları tarafından İlahi Huzurda: Sonsuzla Bağ Kurmak ve Bilinçli Farkındalık adlı bir kitabı daha, Özlem Ezer çevirisiyle meraklılara sunuldu. Tıpkı Bilen Kalp'te olduğu gibi kolayca okunan, hem sufi geleneğinden hem de benötesi (transpersonal) psikolojisinden yararlanan, Mesnevî gibi pek çok kaynaktan gelen satırların sadırlara kavuşması için Helminski'nin şahsi hayatından hikâyelerle zenginleştirdiği bir metin var önümüzde.

Helminski, bir gönül yolculuğunun ilahi yolculuk olabilmesi için bazı temellerin olduğunu anlatıyor. Bu temellerin bilgisine sahip olmak yetmiyor elbette. Harekete geçmek ve daima eylem hâlinde olmak gerekiyor. Kişinin bulunduğu zamanın, hatta anın farkında olabilmesi bile bir eylem meselesi. Bunun içinde benlik, kalp, ruh nedir gibi önemli sorular karşımıza çıkıyor. Özellikle sahte benlik(ler) ile öz benlik arasındaki mesafe, maneviyat noktasında insana önemli farkındalıklar kazandırıyor: "Tüm akıl, güzellik, güç, şefkat, affedicilik, sabır ve eminlik Ruh'un armağanları ve sıfatlarıdır. Ruh'la bağlantımızın farkındalığı arttıkça bu sıfatlar bizde hakkaniyetiyle tecelli eder. Kalbin aynasını parlattığımız ölçüde aksettirici hale geliriz. Bu saf Ruh'un sevgilileri oluruz."

İşte burada, anlatılan bu saf Ruh'un nasıl bulunacağı sorusu ortaya çıkıyor. Helminski, iki yoldan bahsediyor: "Öncelikle, Ruh en yoğun haliyle, ona yönelip içinde fark eden insanın gönlündedir. Kendi deneyimlerimize dönerek, kendi ruh hallerimize dair bir uyanıklık geliştirerek kendimizi tanımaya ve bu sayede bizde tecelli eden Ruh'u anlamaya başlarız. İkinci olarak, iki ya da daha çok insan zikir (hatırlayış) için bir araya geldiğinde kalplerin kolektif titreşimi herkesi yükseltir. Ruh'un lütufları, bir gönülden diğerine iletilir. Bu hal yalnızken nadiren yaşanır. Bu Hakikat'in nuru altındaki paylaşımın neticesi dostluk ve kardeşliktir."

Kitap boyunca bizi bekleyen konular, daha önce tasavvufi kavramlarla ve bazı yolların usulleriyle, erkanlarıyla ilgilenenler için kolaylıkla okunabiliyor. Burada güzel olan, günümüzün diline ve yaşayış biçimine uygun bir yol, yani orta yol seçilmesi. Fazlanın da eksiğin de bilincinde olarak, insan ne kadar yapabiliyorsa o kadar, ama hep diri ve samimi biçimde çalışıyor. Bir ihtimalin peşinden gidiyor. O ihtimal, insana merhametin kokusundan bir miktar verirse, yol daha hızlı ve lezzetli alınıyor. Aşk artıyor, şevk artıyor. Ortaya derin, gizemli ve kimi zaman yakıcı bir muhabbet çıkıyor. Yol boyunca, tıpkı bir arabanın rutin bakım işlemleri gibi kalbi de bakıma ve gerekiyorsa onarıma sokmak gerekiyor. Bunun için de vicdanı iyi bilmek, öz benliği görmek, egoyla arkadaşlık etmek, farkındalık aynasını iyice parlatmak, kalbin sesine daha çok dikkat kesilmek, kişiliğin inşa ederek bir şahsiyet hâline getirmek, bugünlere parçalanarak gelmiş olan benliği toplamak, bedenin oyunlarına karşı hazır olmak, bize lütfedilen ömrün ve rızıkların hakkını vermek, gayreti asla elden bırakmamak, korkuyu bilinçten kovarak özgürleşmek ve böylece elemin, gamın, kederin, ıstırabın çoğu zaman illüzyon olduğunu anlamak, bencilliği kovup yerine başkalarına hizmet edebilmeyi yerleştirmek, nihayet "ölmeden önce ölmek" denen sırra kavuşmak, işte bu yolun durakları. Yolcu, duraklarda kısa bir süre bekleyerek yola devam etmeli, edebini korumalı, kendine bir şey, bir değer, bir kıymet atfetmeden, nefsinin acziyetini ve gönlünün azizliğini bilerek yürümeli.

Mesele çalışmayı elden bırakmamaktır. "Hakiki Benlik'imiz, gizli hazinemiz, farkındalığımızın ve kişiliğimizin ötesindedir ama ona doğru giden bir kanal bulabiliriz. Bu kanal, içinizdeki latif enerjilerin mevcudiyetiyle yaratılır ve bu enerjiler belli bir çalışmanın sonucudur. Sinir sistemimizdeki bu mevcudiyet hali, bizi Varlık'ın daha latif hallerine bağlamaya yardım eder." diyor Helminski. Bu çalışmanın içinde karşımıza zayıflık, uyanış ve denge gibi konular çıkıyor. Her birini aşıp karara ulaşıldığında hedef de kendini göstermiş oluyor: "İç aynamızı temizleyebilirsek Varlık'ın nuru gözlerimizden akarak dışarıya yansıyacaktır."

İlahi Huzurda; ihtiyacının, yani manevi bir yolculuğa çıkması gerektiğinin farkında olan okura bir kapı gösteriyor. Kapıya gidene kadar da ona bir tamir çantası sunuyor. Gerisi, okurun, yani yolcunun gayretine kalıyor.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder