SAYFALAR

21 Aralık 2022 Çarşamba

Bir kökün var, haberin var mı?

"Basîret gözünü açsın hakîkat nazarla baksın
Görsün ol ki nice dolmuş cihâna delâlet-i Dost."

- Eşrefoğlu Rûmî

İtminan, maalesef ki dilimize pek uğramayan bir kelime. Acaba gönlümüzde olmadığından mı? İnsanın gönlünde olan dilinde olur zira. İtminan; emin olma, emniyet demek. İkinci anlamıysa iç huzûru, gönül rahatlığı, tatmin olmuşluk hâli. Böyle bir hâli yakalayıp da bir insan kaybetmek istemez herhalde. Bundan olsa gerek, tasavvufta nefs-i mutmainne durağına ulaşan için geri dönüş yoktur derler. Kalp bir kere Hakk'la huzur bulduğunda, dünya artık ayakların altındadır. Böylesi bir insan kaderinden razıdır, kaderi de ondan razıdır şüphesiz. Artık tam manasıyla iman etmiştir kaderine. Ne demiş büyükler? Kadere iman eden, kederden emin olur.

Rahmân suresi, "Arûsü'l-Kur'an" olarak anılır, yani Kur'ân'ın gelini. Sırrına vakıf olanlara marifet ehli denir. Çünkü içinde irfani boyut açısından son derece zengin hazineler saklı. O, isteyene değil, istediğine açıyor bu sıraları. Ama varoluşunun anlamını arayan, varlığının özünü keşfetmek için çabalamak isteyenler de işte bu ihtimale tutunarak okurlarsa, onlara da sırların açılmayacağı ne malum? İnsan ihtimaldir. Eskiler bir şeyi taşıyabilme, bir şeye tahammül edebilme anlamında da kullanmışlardır ihtimali. Varlığını hakkıyla taşımak isteyeni, varlığın sahibi gıdasız bırakır mı? Giderek köksüzleşen, manevi hiçbir adım atamayan, içindeki boşluğa anlam veremeyen, boğulan, debelenen, yolunu kaybeden kimseler için pek nazlı bir sure, Rahmân suresi. Bir yönüyle de O'nun Zü'l-Celâli ve'l-ikram ismini hatırlatıyor, yani ikramını celâl perdesi altından yapıyor. Mesela, bu surede otuz bir defa tekrarlanan bir ayet var. Yaşadığımız çağın hazıra konmaya meraklı, diline şikayeti dolamış ve kendinden başka can sahibi tanımayan insanını pek güzel sarsıyor, kendine getiriyor: "Artık Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?"

Her şey önümüzde akıp gidiyor, her şey yanı başımızda olup bitiyor. Bir bakış tutturmuşuz gidiyoruz. Necmettin Şahinler hoca, "bak ama gör" diyor taliplere Varoluş Kokusu kitabında. Rahmân suresi kendi sinesinde nasıl yer bulduysa öyle anlatıyor. Tatlı dil, okuyucuyu Rahmân'ın nefesiyle buluşturuyor. Gün gelsin de kendi kitabını (ahvalini, hâlini, nefsini, vaziyetini) okuyabilsin diye. Zira: "İnsan’da mânâsı, nisbeti, karşılığı, sıfatı olmayan hiçbir ayet Kur’ân’da yoktur! Bu nedenle ‘Kur’an ve insan ikiz kardeştir’ denilmiştir."

Necmettin hocanın okurlarıyla Rahmân suresi üzerine bir sohbetine tanıklık ediyoruz kitap boyunca. Zaten hocanın gıpta edilesi, takdire şayan bir özelliği bu. Hiçbir şeyi dikte etmeden, hani o sürekli maruz kaldığımız; yüksek ses, parmak kaldırarak, tehdit gibi cümlelerle bir anlatıcılık asla yapmıyor. Nasıl yapsın ki o kimleri gördü, sonra o görülenler başka kimleri gördü... Varoluş Kokusu'nun ilk bölümünde Rahmân suresi yorumlanırken karşımıza çok önemli, üzerinde düşünmemiz gereken konular çıkıyor: Rahmân ve Rahim isimlerinin özellikleri, ölçülü ve dengeli yaşamak, marifet ilmine talip olmak, gayret etmek fakat nasibe rıza göstermek, dünyanın fâni oluşunu yalnız cenaze olduğunda hatırlamamak, emaneti taşırken yoldaşına dikkat etmek, ikrâmların celâl perdesi altından yapılabileceğinin farkında olmak, sorgudan kaçmanın mümkün olmadığını bilmek, hayata yumuşak bir nazarla bakmak ve böylece hayatı nazikleştirmek, 'seyir var seyir içinde' misali tecelliler karşısında anlam ve işaret aramak, sezmek, idrak etmek ve nihayet kabı doldurmak. Bu bölümdeki tüm yazıları, özellikle Rahmân ve Rahîm isimlerini iyi bilerek okumak gerektiğini düşünüyorum:

"Allah'ın rahmet tecellîsinin iki yönü vardır. Birine 'Rahmet-i imtinân' yani 'karşılıksız ihsân rahmeti', diğerine ise 'Rahmet-i vücûb' yani 'gereklilik rahmeti' adı verilir. Rahmet-i imtinân, herhangi bir amelin/eylemin karşılığı olmaksızın lutuf ve ihsân edilen rahmettir. Rahmet-i vücûb ise belirli bir amel/eylem karşılığı olarak gerekli kılınan rahmettir. Bunlardan ilki 'Rahmân' adına, ikincisi ise 'Rahîm' adına karşılık gelir. Daha net bir anlatımla; Allah herhangi bir amel karşılığı olmaksızın lutf ve ihsân ettiği Rahmet'ini Rahmân adı altında icrâ eder. Buna karşılık belirli bir amel için icrâ etmesi vâcib yani gerekli olan Rahmet'ini de Rahîm adı altında izhâr eder. İkinci kategorideki Rahmet fiili, -bütün eşyaya vücûd bahşetmekten ibaret olan- birinci kategorideki Rahmet'in çok özel bir hâli olduğundan Rahîm ismi Rahmân isminin içindedir."

Varoluş Kokusu'nun ikinci bölümü, 'Bir Bilene Sormak' başlığını taşıyor. Gecenin insanın kendine ve Rabbine dönmesindeki yeri, orta yolu izleme tavsiyesinden ne anlamak gerektiği, her gün pek çok defa 'Allah'tan başka ilah yoktur' dememize rağmen neden kendimize putlar yarattığımız ve sonra bunları yok etmekle ömür tükettiğimiz, yalanın insanın helak olmasına yetmesi, ayetlerin irfanî yönüne kapalı olmak, eşlerin ve çocukların dünya hayatını güzelleştirmesindeki önemi, sonsuzla buluşmanın ve sonsuzla yaşamanın ne olduğu, hayatı dua kılmanın ne anlama geldiği gibi son derece güzel konular var bu bölümde. Her bir konu, farklı okumalar yapmanıza ve dünyaya artık, yeni pencerelerden bakabilmenize imkân sağlıyor. Hatta okur-yazarlar için şunu da söyleyebilirim: Necmettin hocayı okuyup da eline kâğıdı almamak mümkün değil. Göğsünüz güzel duygularla dolunca, başkalarıyla da paylaşmak, hiç değilse kendinizi ilim ve irfan anlamında geliştirmek için yazmak, tekrar yazmak ve okumak istiyorsunuz.

Dost meclislerinde sohbet ederken, duanın giderek hayatımızdan çıkmasından konuşmuştuk bir keresinde. Çünkü bize duanın bir ibadet, hem de çok önemli bir ibadet olduğunu söylemediler. Bunu ancak kitaplar ve insanlar arasında dolanarak, ter ve gözyaşı akıtarak öğrenebildik. Buna da şükür demeliyiz ancak şunu da unutmamalıyız: dua etmeden, talebini bildirmeden, acziyetinin farkında olmadan, mağlup oldum, yenildim diyemeden, kulluk mührümüzü kendi üzerimize vuramıyoruz. Böyle olunca da kendimizi, yaratıcımıza sevdiremiyoruz. Sadece bu kadar değil, ruhumuz kök salamıyor sonsuza. Gidecek olmanın bilinci, bu dünyayı güzelleştirme gayreti eksik kalıyor. Hâliyle anlamsız, boşluk dolu günler geçip gidiyor. Dua mühim, çok mühim, olmazsa olmaz. Necmettin Şahinler de bu konuda şöyle söylüyor:

"Dua, sadece sözden ibaret değildir; sözün yanında fiili/eylem boyutunun da var olduğu unutulmamalıdır. Bütün iş ve hareketler, bütün oluşlar birer duadır. Bu anlamda hayat, cansız varlıklardan bitkilere, bitkilerden hayvanlara, hayvanlardan insanlara ve oradan da Allah'a uzanan muhteşem bir dua zinciri oluşturur. Bu anlayışı Kur'ân'ın birçok ayetinde yakalamamız mümkündür: 'Yedi gök ile yer ve onların içinde yer alan her şey O'nun sınırsız kudret ve yüceliğini anmaktadır; O'nun yüceliğini, aşkınlığını övgüyle yankılamayan bir tek nesne yoktur. Ne var ki siz onların yücelemelerini anlayamıyor, kavrayamıyorsunuz! Yine de, hem çok bağışlayıcı, hem de hâlim olan O'dur!'"

Biz çok büyük manevi annelerin ve babaların evlatlarıyız. Dünyaya gelişimiz yalnız nüfus cüzdanımızda yazan tarihten ve maddi annelerimiz, babalarımızdan ibaret değil. Kaldı ki eskiden hüviyet cüzdanı deniyordu; kökü Hüve, yani O, yani Allah. Dilimizin köküne sarılmadıkça, kendi kökümüzün de gerçekliğinden uzaklaşıyoruz böylece. Ne diyelim? Eşrefoğlu Rûmî'nin sözüne kulak verelim: "Eşrefoğlu rumi'ye sorar isen Dost kandedir / diye yir gök Arş u Kürs dopdoludur hep areler."

Yağız Gönüler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder