SAYFALAR

8 Temmuz 2022 Cuma

Kirpinin Zarafeti ya da Barbery'nin felsefesi

Mağripli bir kadın, bir felsefe profesörü Murial Barbery. Batı’nın sınırından doğunun sınırı Japonya’ya geçişin harika öyküsü. 2006’da yayınlanan Kirpinin Zarafeti (L'Élégance du hérisson) ile de artık bir fenomen yazar. Yani aslen kitabı konuşmak gerekse de bazı biyografiler eserlerinin önüne geçiyor, tıpkı Muriel Barbery’ninki gibi.

2006 yılında yayınlandığında kim bu başarıyı beklerdi bilinmez ama verilen rakamlara göre bir milyondan fazla sattı o dönem. Haftalarca liste başı kaldı ve çok satan olarak bir külte dönüştü. İsmi dikkat çekici idi. Kirpinin nasıl bir zarafeti olabilirdi ki? Okuyunca da anlaşılmadı sona gelene dek. Zaten yazar da bu sırrı açıkladı metnin içinde; sona gelince hakikat ortaya çıkar diyerek. Zaten Renée Michel’in hikayesini anladıkça sır da ortaya çıkar.

Bizde konak ya da apartman öyküleri çok bilindiktir. Orhan Pamuk, Ahmet Hamdi, Peyami Safa, Hüseyin Rahmi ve daha birçoğu. Konak bazen bir aile üzerinden devleti, bazen de bir toplumu simgeledi. Mekanik unsurları ile de ruhu ile de sembolik gücü her daim kullanıldı. Barbery’nin bir felsefeci olarak bu yapıyı tercih edişi de bu manada çok da alışılmadık değildi elbette. Yine de anlatıda bu yapının varlığından çok iç halinin yarattığı evren daha öne çıktı. Kaldı ki seçim kısa yollu bir kolaycılık gibi dursa da anlatıda seçilen yol bu kısa yolu derin bir tercihe dönüştürdü.

Barbery sınıf kavgası ve var oluş kavgasını insanların adeta bir kasta bağlı olarak yaşama zorunluluğuna bağlaması ilginç. Ve bir o kadar da canlı. Çünkü Michel’in kendi varlığını, gelişmişliğini saklamaya bağlaması ve görece cehaletinin ona sağladığı konfor ile yaşamaya çalışması çok güncel bir sancı gibi duruyor. Acımasız da elbette. Öykünün önemli kısmında Michel’in bu tercihine kızıyor ya da onun için üzülüyorsunuz belki lakin bir noktadan sonra ona hak vermek de iç burkuyor. Neyse ki 13 yaşına geldiğinde hayatından vazgeçmiş olan Paloma onu keşfedip vazgeçtiği kendi hayatını onun üzerinden var ediyor da öykünün sonuna dek umutlar yeşeriyor.

Kitabın en güçlü mottosu içerisinde saklı: bir şeyin bitmesi için bir şeyin bitmesi gerek. Apartmandaki ünlü eleştirmenin ölümü ile biten hayatının dairesine taşınan kültürlü Japon Kakuro Ozu hem Michel hem de Paloma için yeni bir başlangıca dönüşmesi gibi. Bu noktadan sonra bu üçlü arasındaki ilişkinin gidişatı çok güçlü bir aydınlanma gibi dursa da öykünün sonu başka bir tartışmayı da beraberinde getiriyor, bu kez bitiş neyi başlatacaktır? Barbery bunu okuyucusuna bırakmış gibi duruyor.

Hikâyenin başından itibaren net şekilde hissedilen Tolstoy ve tabi Rus edebiyatı etkisi kendisini sürekli dillendirilen bir ölüm/intihar tartışmasıyla gösteriliyor. Bir sürü soru da peşi sıra geliyor elbette. İntiharın sebepleri, ölümün hangi noktada bir kurtuluş olduğu ya da olmadığı. Hal böyle olunca bu mistik metin kendi içerisinde çok başka bir noktaya gidiyor. Doğrudan yapılmayan alıntılar yerine bir kediye verilen isim üzerinden dahi kendinizi Anna Karenina içerisinde bulmak kaçınılmaz oluyor bu noktada.

Kitabın kurgusu da çok ilginç ve tabi biçimi de. Anlatıda ben anlatıcı Michel’i aktarırken Paloma’nın günlükleri yaşına istinaden daha küçük punto ile yazılmış olması çok ilginç ve şirin. Bu okumanın ritmine ciddi bir tesir yapıyor. Düz bir yolda gitmektense ara ara molalar vermek, virajlarda gezinmek tekdüzeliği engelliyor. Okumayı da.

Eserde sıklıkla karşımıza çıkan felsefik unsurları yazarın kendisi 2007’de şu şekilde anlatıyor: "Uzun ve sıkıcı felsefe dersleri aldım. Bu derslerin bana yardımcı olacağını düşünüyordum ama işler bu şekilde yürümedi. Edebiyat bana daha çok şey öğretti. Felsefeye ilgi duymanın birinin hayatına etkisini ne olacağını merak ediyordum. Bu süreci aydınlatmaya çalıştım. Bu yüzden de kurgusal bir çalışmaya felsefe ekledim”.

Barbery’nin başarısını çok tartıştı özellikle Fransız eleştirmen ve eğitmenler, çoğunlukla da vardıkları karar onun sınıf farklılığını aşmak noktasında ortaya koyduğu net çözüm. Zenginlik ve gelişmişlik arasında doğrudan bir ilişki olmadığı gibi çoğu zaman net bir bağımsızlık da inkâr edilmemeli. Refah paradigmasının çaresiz kaldığı bilginin gücü de. Örneğin Dostoyevski’nin başarısını da onu burjuva karakterlerinin acılarını ifşa edip alt tabakada kalanların görece öfkelerini regüle etmesine bağlayanlar olmuştu.

Hikâyenin sonu, eleştirilen en önemli nokta ama kendi içerisinde bir tutarlılığa da sahip. Lakin bunu açıklamaktansa okuyucunun vardığı sonuca güvenmek en iyisi. Çünkü birçok eleştirmene göre eserin gücü garip şekilde alışılmadık isminde yatıyor. Ve bu ismin çözülemezliğine yaslanan kader çizgisinde. Böyle olunca da son ile Michel’in o ana kadar ki yaşantısı arasında bağ kurmak makulleşiyor.

Şu bir gerçek ki ülkemizde çeviri meselesi ciddi bir çaba ve harika işler yapılıyor. Yine de Barbery’i bu kadar geç keşfetmek kitaba dair keşfin asla bitmeyeceğini de bize gösteriyor. Aramaya, keşfetmeye, okumaya devam…

Galip Çağ
twitter.com/caggalip

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder