SAYFALAR

12 Temmuz 2022 Salı

Bilmemek neden hakkımız olmasın?

The Simpson’ın senaristleri yıllar önce, bugün pek çoğumuzun başvurduğu bilmek istememe durumuna işaret eden bir bölüm yazmışlardı. Bu sansasyonel bölümde Lisa’nın, elli yıl içinde Springfield adlı kasabanın nasıl bir yere dönüşeceği konusunda okulda sunum yapması gerekir. Lisa, iklim değişikliği meselesini merkeze alan son derece gerçekçi ve bu yüzden de oldukça korkutucu bir sunum ortaya koyar. Öğretmenler, ailesine Lisa’nın bir psikiyatriste gitmesi gerektiğini söylerler. Lisa muayene edilir ve teşhis şudur: ekolojik kaygı. Doktor ona cehalet adında bir ilaç yazar. Böylece Lisa, bu ilacın yardımıyla dünyaya bakış açısını değiştirecek, umutsuzluktan adım adım kurtulacak ve Polyanna olacaktır. Nitekim olur da. Artık bulutları gülümseyen ayıcıklar olarak görür, zihninde sürekli What A Wonderful World şarkısı çalar. Lisa’nın ebeveynleri bu süreçten başlarda memnun olsalar da sonradan pişmanlık duyarlar ve ilacı vermekten vazgeçerler. Çünkü Lisa’nın eski karamsar ama gerçekçi hâli çok daha kolay idare edilebilirdir. Bu yeni, delicesine neşeli hâlinin ise üstesinden gelmek mümkün değildir. Sebebi belli değil mi? Ne olursa olsun mutlu olmak, realiteden kaçmak, yaşamın acılarını umursamamak ve çıldırasıya kahkahalar atıp çevreye neşe(!) saçmak.

Slovenyalı düşünür Renata Salecl’ın kitabı Cehalet Tutkusu, Şafak Tahmaz’ın nefis çevirisi ile Timaş Yayınları tarafından Şubat 2022’de dilimize kazandırıldı. Cehaletin, inkâr etmenin, bilmek istememenin insanlık hikâyesinde nerede durduğunu son derece akıcı ve sarsıcı örneklerle anlatan çalışma, ismini Lacan’ın ortaya attığı bir kavramdan alıyor. Lacan, kişinin gerçeği bilmeme arzusuna cehalet tutkusu diyor. “Bilme arzusu değil, bilme korkusu vardır” diyen Lacan’a göre insanın üç büyük tutkusu var: sevgi, nefret, bilmezlik. Peki nedir bu bilmezlik, yani cehalet tutkusu? Salecl’a göre cehalet iki türlüdür. İlki bilgi eksikliği, bilme arzusunun yokluğu. İkincisi, belli bir davranışı ve hatta kişiyi görmezden gelmek, yok saymak. Görmezden gelmek bir şeyin önemini, varlığını inkâr etmektir. Bihaber olmak ise o şeyin mevcudiyetine ya da anlamına dair farkındalık eksikliğidir. Şöyle diyor yazar: “Farkında olduğumuz bir şeyi görmezden gelmek, ‘hakiki’ cehaletin bir zamanlar sağladığı mutluluğu tekrar kazanma çabasını beraberinde getirmektedir.

Psikanalizin ilgi alanlarından biri olan cehalet, insanların bazı duyguları bastırmalarıyla birlikte ortaya çıkan olumsuzlama ve inkâr gücüne dikkatleri çeker. İnsanlar bir düşünceyi bastırarak onu bilinç düzeyinden çıkarırlar, geriye iterler. Analiz esnasında bu itme gücü azalır ve bastırılanlar geri döner. Kimi insanlarsa bu gücü olabildiğince korurlar ve inkârı, bilmeme arzusuna yani cehalet tutkusuna çevirirler. Freud, hastaların “ben değilim”, “ben yapmadım” ya da “öyle değil” gibi negatif kalıplar kullandıkları zaman, meslektaşlarının daha dikkatli olmalarını tavsiye eder. Çünkü bu tür olumsuzlamalar her an olumlamaya dönüşebilir ve hasta daha evvel bastırdığı bir şeyi ortaya çıkarabilir.

Güç, her zaman insanların gerçeği ortaya çıkarma konusundaki isteksizliğinden beslenmiştir – herkes kralın yeni kıyafetleri hakkındaki hikâyeyi bilir. Bugün değişen tek şey, insanların gözlerini gerçeklere yummaları değil, gerçeğin ne olduğunu bilmemekte birlik olmalarıdır” diyor Salecl. Buna rağmen gerçek, hiç beklenmedik anlarda toplulukların karşısına dikiliyor ve onlara çaresiz kalmanın da insan hayatına dair olduğunu hatırlatıyor. Salecl, cehaletin savaş sonrası yankılarını da özellikle incelemiş, önemli gözlemler yapmış. Bir anısı şöyle: St. Louis’de bulunan Boşnak bir kasapta eski bir kamyon şoförüne rastlıyor. Şoförün hayatı hiç fena değil, iyi para kazanıyor, savaşı ardında bırakmış. Ancak geçirdiği bir trafik kazasından sonra, adamın “çöküşüne yol açan bastırılmış anıları” serbest kalıyor. Kendini bir psikiyatri hastanesinde bulan adam bir daha çalışamamış. Konuşa biçimi ölgün bir kimlik kazanmış, yaşam enerjisi çekilmiş, geriye yaşar gibi yapan bir gölge kalmış. Bilmemek, bedende de farklı sıkıntılarla zuhur edebiliyor. Tuhaf nefes darlıkları yaşayan Rus asıllı bir adam, bir gün sokakta bayılıyor. Doktorlar semptomlarında fiziksel bir sebep bulamayınca onu psikiyatri kliniğine yönlendiriyorlar. Danışman psikolog adamın aile geçmişini sorguluyor ve babasının otuz dokuz yaşında intihar ettiğini öğreniyor. Psikolog, hastanın da otuz sekiz yaşında olduğunu fark ediyor. Peki bu durumda adamın nefes darlıklarının temel sebebi ne oluyor? Babasıyla aynı yaşta ölme kaygısı yaşaması.

Cehalet bazen de şiddete yönelik genetik yatkınlığın içinde gizlenebiliyor. Jeffrey Landrigan davası son derece sarsıcı: Büyük büyük dedesi bir içki kaçakçısı. Dedesi, banka soygununda polisle girdiği çatışmada ölüyor. Oğlu Darrel ise tüm bu yaşananların tanığı olarak çok geçmeden suça bulaşıyor, iki cinayet işleyip idama mahkûm ediliyor. Darrel’ın sadece bebekken gördüğü Billy adlı bir oğlu var. Annesi altı aylıkken yetimhaneye bırakmış. Bir aile onu evlat ediniyor ve adını Jeffrey olarak değiştiriyor. Jeffrey Landrigan ergenliğinden itibaren uyuşturucu ve alkol sorunları yaşıyor, ıslah evine yollanıyor. Reşit olduğundaysa biyolojik babası Darrel gibi iki kişiyi öldürüp idama mahkûm ediliyor. Darrel, ölüm hücresindeyken biyolojik oğluna dair şu ürpertici açıklamayı yapıyor: “Jeffrey’nin de kaderi buydu, kimse bundan şüphe etmiyor, eminim. Armut dibine düşermiş, ben neysem o da o oldu. Onu son gördüğümde kundakta bir bebekti ama iki 38’lik tabanca ve bir Demerol’un üstünde uyuyordu.

Bir insanın bütün özelliklerini bilsek ona yine de âşık olabilir miyiz? Sabahtan akşama kadar fay hatlarıyla ilgilensek gözümüz avizeden başka neyi görebilir? Ekonomik krizlere, iklim değişikliklerine, savaşlara dair bütün bilgileri almaya çalışsak antidepresan dünyasıyla tanışmamız gerekmez mi? Her çağ kendi cehaletini üretiyor ancak bilmeme hakkı da insana mahsus. Ayşegül Genç’in Kalbin Arka Odası’nda yazdığı gibi: “Filmler seyrettiniz, kitaplar okudunuz, dünya müziklerini ezberlediniz, bilmek ne işe yaradı, her şeyi bilip her şeyi mahvettiniz...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder