SAYFALAR

30 Mayıs 2022 Pazartesi

Pozitivist yaşam, santimantalist intihar

Türk edebiyat tarihinin en sallantılı dönemlerini liseden beri hep yeni edebiyat yılları olarak anlatırlar, gerçi divan edebiyatında şairlerin birbirleriyle atışmaları, nazirelerle birbirlerine laf sokmaları, koskoca paşaları, sadrazamları hicveden cesur kasideler yazmaları da az şey değildir. Ancak şu toplumsallık meselesi, en belirgin şekilde edebiyatın, edebiyatın kendisini tartışmak için kullanıldığı yıllar yeni edebiyatın başladığı yıllara rastlar. Tanzimat, Servet-i Fünun, ve devamındaki edebiyatçı nesiller… Tanzimat fermanı ilan edilir, edebiyatta etkileri yirmi yıl sonra görülmeye başlar. Bir Şinasi çıkar meydana, edebiyatı toplumsallaştırmaya çalışır, Namık Kemal, Ahmed Midhat Efendi gibi arkasından gelenlere birinci örneği teşkil eder. Evet, bu yeni edebiyatçıların -Tanzimat edebiyatçıları ve sonrasındaki nesilleri kast ediyorum- edebiyatı toplumsallaştırmak, “Sanat toplum içindir” anlayışını yaymak, daha pozitivist bir kafayla edebiyat yapmak gibi amaçları olmuştur hep ama, hiçbiri edebiyatı santiamantallikten tamamen soyutlamak gibi bir amacın peşinden koşturmamıştır. En azından ben böyle düşünüyorum. Peki böyle bir amacı kendine ilke edinen, sonra da üzerine son derece santimantal yorumlar yapılacak derecede melankolik şekilde intihar eden o edebiyatçı? İşte o Beşir Fuad’ın ta kendisi.

Yazının başından beri bahsettiğim o yeniciler, Tanzimatçılar, hatta içlilik ve dekadanlıkla suçlanan Servet-i Fünûncular bile pozitivizmi savunuyordu bir miktar. Ama Orhan Okay, yazdığı Beşir Fuad biyografisinde Beşir Fuad’ı “ilk pozitivist, ilk natüralist” olarak değerlendiriyor Türk edebiyatında. Gerçekten de çok haklı bir tez. Çünkü pozitivizmi savunmakla pozitivist olmak, ya da natüralizmi savunmakla natüralist olmak farklı şeyler olmalı. Beşir Fuad, tam bir pozitivist, tam bir natüralist. Hem de Victor Hugo gibi koskoca bir yazarı romantik olduğu gerekçesiyle yerin dibine sokacak kadar. Beşir Fuad’ın kırmızı çizgilerle işaretlenecek kadar keskin pozitivist anlayışını çok iyi yansıtan paragraflar var Menemenlizade ile Gayret’te yaptığı hayaliyyun-hakikiyyun münazarasında:

Asıl şehvet-engiz olan asârı aşkı bir ma’bed haline koyan hayaliyyunun mahsul-i fikrinde aramalıdır. ‘Bir beytin tesir-i mealiyle millet batırmak, devlet çıkarmak mağlub bir orduyu galib etmek gibi netice-i havarık-ı vukuat meydana getirilmiştir’, buyuruyorsunuz. Evvela hükemâ_yı hazıranın ittifâk-ı ârâsına mazhar bir kaide vardır ki o da her bir hareket ve vak’anın bir müddetten beri teselsül ve tevâlî etmekte olan birtakım harekât ve vukuatın netice-i tabiiyesi olduğudur. Binaenaleyh bir söz o gibi inkılabâtı yalnız başına tevlîd edemez. Delili Hugo’nun mukavemet için ahaliye hitaben neşreylediği beyannamenin Almanları harekât-ı muzafferanelerinden men’ edememesidir. Halbuki gerek Dördüncü Henri gerek Birinci Napoleon bir iki söze fiiliyatı zamm ederek dediğiniz neticeleri istihsal edebilmişlerdir. Demek oluyor ki tesir sözden ziyade fiil ve icradadır.bir şey icra olunabilmek için daire-i imkanda bulunmak ve binaenaleyh bir hayal-i muhal olmamak lazım gelir.” (İnci,2019, s.184)

Beşir Fuad’ın roman türü ve edebiyat üzerine fikirlerini açık seçik yansıtan cümleler… Onun hayatında beni etkileyen iki büyük şey var. Roman türü üzerine çok fazla yorum ve eleştiri yazısı yazıp hiç roman yazmamış olması, bir de hayatı boyunca pozitivist, sathî ve bilimsel hareket edip çok duygusal sebeplerden ötürü intihar etmesi. İlkinden başlayayım, Beşir Fuad, hayatı boyunca roman yazmıyor. Bir edebiyat eleştirmeni, roman eleştirmeni anlayacağımız. Biraz bizim bir romanı okuyup o roman üzerine düşüncelerimizi yazıp yayınlamamız gibi ama daha keskin ve daha yön verici şekilde. Bazı insanlar vardır, gerek bireysel, gerek toplumsal hayatta, tam olarak işin içinde değildirler, ama o işi inşa ederler, yön verirler. İşte Beşir Fuad, roman yazmamış olsa da, Türk edebiyatında roman türünün natüralizme yaklaşmasına en çok sebep olan adamdır belki de.

Orhan Okay’ın kitabını okurken sadece bir insanın hayatını okumuyorsunuz. O insanın okuduğu kitapları, yönelimlerini, yetiştiği okulların fikrî yapısına etkisini, hatta annesinden genetik bir miras olarak aldığı manie depressive hastalığının onun intiharında etkili olabilme ihtimaline bile dikkat çekiyor Orhan Okay. Şöyle dedim kendi kendime, ağacın yaşken eğildiği büyük bir gerçek. Herkes sıbyan mektebine giderken Beşir Fuad Fatih Rüşdiyesi’ne gidiyor, tamamen pozitif bilimler ve sathî bilimler düzeyinde eğitim veren Cizvit mekteplerinde eğitim alıyor, Avrupalı yazarların bilimsel kitaplarını okuyor ve ortaya İlk Türk Pozitivist ve Naturalisti çıkıyor. Böyle bir edebiyatçının en mühim gördüğü romancılardan biri ise bir natüralist olması sebebiyle Emilé Zola oluyor.

Ancak her yaşam tablosunda olduğu gibi çok ilginç bir nokta var onun hayatında. İntiharı, ve intihar etme sebebi. Orhan Okay, annesinden Beşir Fuad’a geçmiş olan psikolojik hastalık, manie depressive yüzünden intihar etmiş olabileceğini söylerken, Beşir Fuad’ın intihar fikri üzerine kendi cümlelerini de es geçmiyor.

İntihar niyeti bende iki seneyi mütecaviz oluyor ki mevcuttur. Yalnız vakt-i merhumuna talik etmiş idim. Ancak şairlerin tarizatını cevapsız bırakmamak için bir hafta daha tehirine mecbur oldum. Gerçi bazı tarizat daha varsa da onları şayan-ı ehemmiyet görmediğim için niyetimi kuvveden fiile çıkarıp daha ziyade tecil etmeyi münasip görmedim.

Servetimin kaffesini itlaf etmedim. Bin beş yüz lira kıymetinde akar olarak malım var. Bunu dörde taksim ettim. Birini zevceme, ikisini iki oğluma ve dördüncüsünü metres,mden olan kızıma devr ettim. Bu parayı ben nihayet iki senede bitirebilirdim. Sonra çocuklarım açıkta kalacaktı. Bunlar için müşteri arkasından koşmaya tenezzül etmedim. Giresun’daki han için bazı müşteriler başvurdular. Ancak ucuza kapatmak istediler. Ben de razı olmadım. Bundan başka iki tarafın ağlaması da beni bîzar etti. İntihar vasıtasıyla kendimi bu halden kurtardım. İşte telef-i nefs etmekliğim bundan neş’et etti.

Yukarıdaki cümlelerde görüldüğü üzere, Beşir Fuad’ın ailesine karşı duyduğu sorumluluk duygusu ve maişet kaygısı da onu intihara sürükleyen sebepler arasında. Ancak bu kadar mantığını ön plana alıp yaşayan bir insanın hayatın kendisine getirdiği imtihanlara intihar ederek cevap vermesi okura büyük bir ibret de veriyor. Bu intiharın en dikkat çekici olan yanlarından bir diğeri ise, Beşir Fuad’ın intiharından bile bilimi kârlı çıkarma çabası, ölürken hissettiklerini yazıya dökmesi, nâşını tıp mektebine bağışlaması.

(…) Vücudumu teşrih için Mekteb-i Tıbbiye’ye teberruan bahşettim. Cenaze oraya nakl olunmalıdır. Beşir Fuad.

Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum, kapıyı kapadım, diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı.

Beşir Fuad’ın bu intiharı onun hayatında en çok dikkatimi çeken detaylardan biri oldu. Tamamen pozitivist olarak yaşamış bir insanın, duygusal bir buhran sebebiyle intihar etmesi, insana şaşırtıcı ve düşündürücü geliyor. Orhan Okay’ın Beşir Fuad: İlk Türk Pozitivist ve Naturalisti adlı kitabını, geçtiğimiz güz döneminden beri kendimden azat edemedim. Elimden bunca vakit düşüremediğim bu kitap hakkında bir yazı kaleme almanın güzel olacağını düşündüm. Yazımı ve kitabı okuyacak olan herkese keyifli okumalar diliyorum.

Nida Karakoç
twitter.com/nida_karakoc

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder